Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Şu Mandeville'in Arı Masalı...  (Okunma sayısı 14743 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 15, 2010, 03:57:26 ös

Bu konu, Sayın Adam'ın İdeal Toplum Yönetimi Tasarıları adlı yazı dizisindeki, ekonomik yönetim başlığı altına cevap yazarken aklıma geldi.

http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=7757.0

Mandeville'in Arı Masalı  (THE FABL OF THE BEES) nedir, önce kısaca buna bakalım, ben internette açıklayıcı bulduğum bir yazıyı buraya aktaracağım;

 Orhan Hançerlioğlu'ndan.

"Bernard de Mandeville (1670-1733), Arılar, Efsanesi ya ,da Genel Zenginliği Yapan Kişisel Kötülüklerdir (The fable of the bees or private vices made public benefits) adlı küçük yapıtını 1714 yılında yayınladı. Yapıt, XViii'nci yüzyılın aydınları arasında gerçek bir fırtına kopardı. Kavgalar, dövüşler oldu. Düşünce, kendi gücünün heyecanını yaşıyordu. Sokratesin tohumlarını attığı, birçok büyük düşünürlerin geliştirdikleri olumlu erdem kuramı kökünden sarsılıyordu. Mandevillein düşüncesi, bilimsel bir denemeye dayanmaktaydı; Shaftesbury'nin The Moralist adlı yapıtına karşı yazılmıştı.

Mandeville, insan toplumunu bir arı kovanında inceliyordu İnceleme bir hayli ilgi çekiciydi. Arıları durmadan çalıştıran, güvendiren, zengin eden, örgütleyen, örnek bir toplum haline koyan neden, erdemlilik değil, erdemsizlikti. Arı kovanındaki yükselmenin nedenleri hırsa, çekememezliğe, kendini beğenmişliğe, açgözlülüğe, zevk düşkünlüğüne dayanıyordu. Gelişme, refah kötülüklerden doğuyordu. Genel zenginlik, özel kötülüklerin çatışmasından çıkmıştı. Kişisel tutkular, hırslar, açgözlülükler, çekememezlikler birbirleriyle karşılaşıp çatıştıkça arılar toplumu gelişip güçlenmekteydi. Genel çıkarlar, özel çıkarların toplamından başka bir şey değildi (Dostoyevski'nin Raskolnikof'u da, Suç ve Ceza'da, bu düşünceden yola çıkmıştı).

Mandeville, bundan sonra, düşüncesini masallaştırıyor: Erdemsizlikle zengin olmuş bir arı düşünürü, bu genel erdemsizliği gözleyerek, insan toplumlarında olduğu gibi, erdem elden gidiyor, halimiz nice olacak! diye haykırmaktadır. Kuşkusu gün geçtikçe, öteki arıları da etkilemiştir. Şimdi bütün arılar erdemliliği özlemektedirler. Oysa Jupiter (Yunanlıların Zeus'ü) gerçeği görmekte, arıların bu nankörlüklerinden ötürü öfkelenmektedir. Sonunda, onları bir çırpıda erdemli kılarak cezalandıracaktır.

Erdemli arıların kovanı ıssız bir çöle dönmüştür. Mahkemeler kapanmış, yargıçlar ekmeksiz, papazlar aç kalmış; devlet memurları, işsizlikten bunalmaya başlamışlardır. Her arı azla yetinmekte, kimse çalışmamaktadır. Sadece gerekli olan iş yapılmaktadır; herkes tutumlu olduğu, aşırı zevklerinden sıyrıldığı, başkalarını kıskanmadığı, pek azla doyduğu için çok az şey gereklidir. Lüks, düşünce, sanatlar sıfıra yönelmiştir. İşsizlik almış yürümüştür. İyi arılar savaş güçlerini de yitirmişlerdir. Düşmanları bundan kolaylıkla faydalanıp onları kılıçtan geçirirler. Canını kurtarabilen pek azı da bir ağaç kovuğuna sığınırlar. Artık, erdem yoluyla mutluluğa kavuşmuşlardır. Sokrates şunu demişti: Erdemlerimiz olmazsa, toplumumuz çürür. Bernard de Mandeville de ters açıdan şunu demektedir: Erdemsizliklerimiz olmazsa, toplumumuz gelişmez.

Mutluluk erdemli olmaya bağlıdır, diyen Shaftesburycilere karşı çıkan Mandeville'e göre mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir. Bencil olmadıkları, birbirlerini kıskanmadıkları, azla yetindikleri gün arılar toplumu ıssız bir çöle döner. Mandeville'e göre erdem, kendimizi başkalarından üstün tutmak çabasıdır. Bir başka deyişle, bir çeşit komplekstir, aşağılık duygusudur. Erdemimizi böbürlenmek için ediniriz. İyiliği sadece iyilik için istediğimiz zaman da kendimize karşı böbürleniriz. Oysa uygarlığı yaratan erdemsizliklerdir. Bir yandan erdem oyunlarıyla kendimizi pöhpöhlerken, öbür yandan sürüyle erdemsizlikler etmeseydik toplumumuz gelişmezdi. Erdemsizlikler insanları ileriye götüren bir kamçıdır. Bencillikle kamçılanmayan insan miskinin biridir, ne kendine hayrı olur ne de toplumuna. "

Kaynak: http://www.aymavisi.org/makale/Aydinlik%20Ama%20Kac%20Mumluk%20-%20Orhan%20Hancerlioglu.html

İlginç değil mi?

Bu yazıda benim katılmadığım bir nokta var.

Sayın Adam'ın başlığına yazdığım cevaplarda da görüldüğü üzere, ben "kimseye zarar vermeyen bencilliği" gelişmenin ana motoru görmekle birlikte, bunun kesinlikle bir erdemsizlik olduğuna inanmıyorum. Erdemsizliğin, ancak, zarar vermekle birlikte görülebileceğini söylüyorum. Burada Mandeville de, kanımca, kendi keşfini yanlış yorumlamış ve "gelişme daima erdemsizlikle birliktedir" gibi, korkunç bir kural ortaya koymuş. Bu, diyalektik kaos severlerin, Batman'ın Joker'inin çok seveceği bir cümle olurdu kuşkusuz. Fakat rasyonel bir bencillik, bırakın erdemsiz olmayı, erdemliliğin en yüksek doruğudur.

Gelişmeyi sağlayan da, her insanın kendi çabasıdır.

Hançerlioğlu, yorumunda "bencillik" için şu sözleri yazmış;

Hırs

Çekememezlik

Kendini beğenmişlik

Aç gözlülük

Zevk Düşkünlüğü

Hiç şüphesiz, Orhan Hançerlioğlu, bunları negatif anlamlarıyla kullanmıştı ve gerçekten dilimize baktığımızda, tüm bu niteliklerin olumsuz anlamlarla yüklü olduğu görülüyor. Fakat ben, bu nitelikleri oluşturen ana duygu olan "egoizm"in türevleri olduğunu düşünüyorum. Yani bencilliğin.

Hem Hançerlioğlu'nun, hem de Mandeville'in yanıldıkları bir nokta var; bencilliği ne olursa olsun kötü görme eğilimindeler. Mandeville, bu kötü unsurun toplumdan uzaklaşmasından sonra toplumun içine düştüğü miskinliği görmüş olmasına rağmen, nedense, bencilliği hala erdemsizlik olarak nitelemeye devam etmiş.

Rasyonel bir bencillikte "hırs", eğer kimseye zarar vermiyorsa son derece yararlı bir güdüdür. Hırs, bir amaca odaklanmışlığı ve bu amacı gerçekleştirmek için çalışmakla beraberdir. En azından bu davranışları uyarır. Ancak Hırs, dilimize olumsuz anlamıyla yüklenmiştir. Tamam o zaman buna "azim" diyelim. Ne değişti? Hırs ile azim sizce birbirne çok yakın değil mi? O halde kötülük hırsın veya azmin kendisinden değil, bir diğer faktör olan "kısa yoldan elde etmeye", "başkasına zarar vermeye" yöneliyor. Tek başına hırs, hiçbir zaman kötü değildir ve üstelik teşvik edilmelidir.

Çekememezlik. Bence çekememezlik, 20.yy'ın ünlü psikoloğu Alfred Adler'in dediği gibi, her insanın bir dönem yüzleşmek zorunda kaldığı "yetersizlik" ve "aşağılık" duygularından kaynaklanan DOĞAL bir duygudur. Çekememezlik yine negatif bir anlamda. Hadi bunu değiştirip, biraz daha soft bir duygu olan kıskançlığa ve hatta olumlu anlamdaki "gıpta"ya çevirelim. Ne olursa olsun, temel, yani "bir başkasının sahip olduğuna imrenme" söz konusudur ve insanlarda iyiye yönelik bir teşvik unsurudur. Komşunuz otomobil alınca, buna imrenmekte ne gibi bir kötülük var? Kıskançlık ve çekememezlik, komşunuzu bundan men etmeye çalışır, fakat imrenme ve gıpta olumlu duygulardır. Ancak Alfred Adler'in tespitindeki gibi, bir dönem hepimiz, kendimizin başaramadığı bir şeyi bir başkasının ne kadar kolay başardığını gördüğümüzde durum kendi yetersizliğimizi hatırlattığı için rahatsız oluruz. O kişiye dair duygularımız karmaşıklaşır. Bu, özellikle ilk çocukluk ve ergenlik dönemine has bir duygudur. Yetişkin bir insanın çekememezliği de olabilir, ancak olması gereken imrenmedir. Çekememezlik kötülüğe yol açabilir. Ancak kıskanma, çekememezlik gibi duygular, eğer o kişiye zarar vermeden tatmin edebiliyorsak bizi çalışmaya motive edecek araçlardır. Ünlü bir özdeyişteki gibi; "pek az kişi bir dostunun başarısını kıskançlık duymadan tebrik edebilir". Bu doğal bir duygudur. Doğal olmayan, kıskanma ve hased sebebiyle çalışmak motivasyonuna kapılmak yerine, o kişiyi olduğu düzeyden indirmek için, arabasını parçalamak veya statüsüne iftira atmak vb. davranışlardır. Yoksa kıskanmak, insani bir duygudur ve çalışma teşviğidir.

Kendini beğenmişlik. İnsanın kendini sevmesini kötü görüyorsanız, tabii ki bu durumu "kendini beğenmişlik" olarak göreceksiniz. İnsanları gözlediğimde, çoğu insanın, ortada hiçbir sebep yokken, o insanın hiçbir kötülüğüne şahit olmamışken, sırf şık giyinmesinden, düzgün konuşmasından, hayır diyeceği noktada korkmadan hayır diyebilmesinden, kendine güveni olmasından dolayı "kendini beğenmiş" olarak yaftalandıklarını gördüm. Kendine güven ile kendine beğenmişlik arasında bir fark vardır ve çoğu kişi bu farkı görmezden gelme eğilimindedir. Yeterince kendine güveni olmayan kişi, kendine güveni olan kişinin yanında pek bir varlık gösteremediğinden o kişiye antipati besler ve onun olmadığı ortamda onu anında "kendini beğenmiş" olarak yaftalar. Her türlü kendine güven, yeterince kendine güvenemeyen, zayıf insanların olduğu bir toplumda tabii ki "kendini beğenmişlik" olarak görülecek ve aşağılanacaktır. Bunu, hem Mandeville, hem de Hançerlioğlu böyle görmüş. Çok üzücü.

Aç gözlülük. Başkasına zarar vermiyorsa, bir insanın hayatını daha olanaklı yaşamak için daha fazla çalışmak istemesinin kime ne gibi bir zararı olabilir? Eğer zararı olursa zaten bunun adı "aç gözlülük" olmaz, "hırsızlık, katillik, dolandırıcılık, fesatlık" vb. olur. Kimseye zararı olmadığı, bunun kişinin kendisini ilgilendirdiği bilindiği için, çoğu kişinin daha fazla para kazanmak istemesi "aç gözlülük" olarak görülür. Neden? Çünkü kendisi yeterince aç gözlü değildir. Bunun gibi, türlü iktisadi başarılar da "aç gözlülük" olarak görülür. Her türlü hırs da aç gözlülük olarak görülür.

Başarılı insanlar, başarısız insanlarca daima yıldırılmaya çalışılacaktır. Onların çalışma aşkı "hırs" diye kötülenecek, başkalarına imrenmeleri "çekememezlik" diye yaftalanacak, kendilerine güvenleri "kendini beğenmişlik" diye aşağılanacaktır. Şükür ki başarılı insanlar, başarısızların bu yaftalarına gülüp geçiyorlar ve miskinlik daha çok ikincileri buluyor.

Zevk düşkünlüğü. Zevkine düşkün olmak, zarar vermiyorsa iyidir. Bir insan eğer kimseye zarar vermeden zevklerine zaman ayırıyorsa bunda ne gibi bir kötülük olabilir ki? Toplumun tepkisinden korktuğu için, yıllardır imkanı olmasına rağmen Ege'ye bir haftalık tatile gidemeyen çoğu muhafazakar aile tanıyorum. Giderlerse etraftan eleştiri alacaklar diye korkarlar. Çoğu genç, karşı cinsiyle özgürce iletişime geçmekten korkar, çünkü geçerlerse ahlaksız olarak damgalanacaklar.

Tüm bunları, asıl başarısız, asıl erdemsiz olan kişiler yapar. Şu yukarı saydığım tüm nitelikler, aslında "erdemsizliğin" değil, asıl erdem olan çalışma ve hayat sevgisinin, yeterince çalışkan olamayan ve hayatı sevemeyen kitlelerce yapıştırılan yaftalarıdır. Arılar, çalışmayı ve hayat sevgisine sahip oldukları için geliştiler. Erdemsizliklerinden ötürü değil. Erdemsizlikleri, düşmana gerek olmadan kendilerini çürütürdü. Orada bir kaos ve terör ortamı oluşurdu. Sanat ve lüks gelişmezdi. İstihdam olmazdı.

Ben bu hikayeyi bu yüzden çok severim fakat burada bütün erdemlerin erdemsizlik olarak görülmesi çok büyük bir yanılgının eseri olsa gerek. Jüpiter'in kızgınlığında bir hikmet var :)

(Arı masalıyla  ilgili bir başka yazı; neyazık ki burada da tüm gelişim yasaları erdemsizlik olarak görülüyor. http://www.tempohaber.com/yazar.asp?yaziID=7822 )
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 28, 2010, 11:56:14 öö
Yanıtla #1
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Bir kaç sorum olacak...
Arıların veya insanlığın uygarlığı sizce başarımı?
Genel zenginlik dediğiniz şey gerçekten yeryüzüne geldimi? (üçmilyon yıl avcı-toplayıcı olarak yaşayan atalarımızın dönemi hariç tabiki)

Sanırım en büyük hata uygarlığı harika birşey gibi görme eğilimi.

Doğal yaşlı ormanların %98'i yok oldu.
Çayırların %99'u yok oldu.
Gezegen üzerindeki nehirlerin %80'ni yaşamı artık desteklemiyor.
Dünya atmosferi, tarihi boyunca hiç bu karışımlarda olmadı.
Yeryüzündeki madenleri, cevherleri bitirmemize az kaldı.
Petrole dayalı dünya nüfusu 7 milyara ulaştı, peki petrol bitince ne olacak?
Türler tükeniyor, toprak tükeniyor, zaman tükeniyor.

Yokoluyoruz beyler, hangi uygarlıktan, zenginlikten bahsediyoruz? Bu fikirlerin tamamen yanlış olduğunu görmemiz çok mu zor?
Negatif anlamdan pozitif sonuç dediğiniz şeyemi ulaştığınızı sanıyorsunuz? Pozitifiniz buysa söylediklerimden dolayı özür dilerim.

Hayır, ne arıların hikayesini nede insanlığın hikayesini sevebildim.

Saygılarımla..
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Ekim 28, 2010, 12:18:16 ös
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu başlık altındaki konuya değil de Sayın Prometheus'un kaygısal deyişlerine değinmek istiyorum.

Verdiği rakamsal bilgilerin neye göre, mangi zaman dilimine göre, kimin tarafından ve nasıl saptanmış olduğunu, kriterlerini sormuyorum; doğruluk ölçüsünü de sorgulamaksızın kabul ediyorum.

Peki ne olmuş yani?

Bütün bunlaür salt insan için hatta salt dünya yüzünde şu anda var olan carlılar için miydi ki bu kadar kaygı söz konusu.

Ha evet, petrol... O insanın bir enerji kayrnağı olarak bulgusu. Yer altı zenginliklerinde böyle bir kaynak olmayabilirdi de. Olmasaydı ne olacaktı? İnsan bir başka şeyi kullanacaktı enerji kaynağı olarak. Belki nükleer enerji olanağını çok daha önceki bir tarihte icat ederdi. O zaman da işmdiki tehlike ve kaygıları çok daha fazla artardı.

Geçmişte yeryüzünün büyük afetlerle karşılaşmış olduğunu biliyoruz. Sanırım bunların tarihlerini ve ölçülmüş röntgen değerlerini bir başka yazımda belirtmiştim ama şimdi bu yazıyı kafeadan yazmış olduğum için ezberimde yok. Ancak işin özeti şu ki, yeryüzündeki canlı varlıklar birkaç kez neredeyse tümüyle yok oldu. Kimileri mutasyona uğradı, kimileri hiç kalmadı, kimilerinin yerine yenileri oluştu. Bu süreç şu an için de geçerli. Öyle kısa süreler çerçevesinde bunu tam olarak göremiyoruz ama yüzyıllar zaman ölçüsü olarak alınınca büyük değişiklikler var.

Ne olmuş yani? Olacağı ne?

Sayın Prometheus'un dediği gibi, türlmer tükenecek, toprak tükenecek, zamantükenecek bizim için çünkü insanın da sonu gelecek. Belki az bir nüfus varlığını sürdürebilecek ileride. Geçmişte olduğu gibi uygarlıklar yok olacak, insan bunları bilemeyecek, her şeye sıfırdan hadi bilemediniz +1'den başlayacak.

Uygarlık insana özgü ama doğa insan için değil.

İnsan, kendi bildiğince diğer hayvanlara oranla üstün donanımlara sahip. Aklı var, zekâsı var, düşünmeyi biliyor, elini kullanabilir, aygıt yapabiliyor.

Bir de şu dünya yüzündeki asal işlevinin ne olduğunu kavrayabilse....

Sanırım o zaman böyle kaygılara kapılmaz.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ekim 28, 2010, 01:08:40 ös
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sayın ADAM,

Rakamları tabiki kafamdan uyduruyor değilim. Bir çok kaynaktan neredeyse aynı rakamları gösterebilirim. Hem bir iki aşağı yukarı olmuş neyi değiştirir.
Sorun petrolün veya başka bir enerji kaynağının olup olmaması değil, hem nükleer enerji petrolden dahamı temiz? Sorun bizim kültürümüzün unuttuğu doğa yasaları, çok temiz kaynaklar bulunmuş olsa bile yine aynı sona yaklaşacağımız kesindir.

Ne olmuş yani? e geleyim.
Geçmişdeki büyük afetlerin hepsi yerel olaylardı, hiçbiri dünyanın tamamını etkilemiştir, atmosferi bozmamıştır. Türler değişen koşullara göre ya mutasyona uğrayacak zamanı bulabilmiştir. Ve bu değişimler çok çok uzun zamanlar içinde olmuştur. Nuh tufanı ise safsatadan öte değildir. O kadar suyun nereye gittiği muamma dır, yeryüzüne devasa bir meteorun çarması ise sadece dinazorların yokoluşunu mantıklı kılmak için düşünülen teorilerdir. Ki mantıklıdır da.

Oysa şimdi türler kökünden yokediliyor. Sadece türler olsa iyi, yeraltı ve yerüstü kaynaklarda tüketiliyor. Nükleer atıklar bir kaç on yılda yokolmaz. Atmosferin oluşumu bir kaç milyon yılda oluşmaz.
Daha önceki felaketlerle kıyaslamayacak bir son gelmekte. Yani bırakın +1 den başlamayı -8 bile olsa harika olurdu.

İnsan diğer hayvanlara göre daha üstün donanımlara sahip degildir. En hızlı koşan , en yükseğe uçabilen, su altında yaşayabilen, en büyük kas yapısına sahip, vs.vs. değildir. Tam tersi insan en zayıf yaratıklardan birisidir. Tek farkı zekasıdır. Ancak insan sadece bu günkü hakim kültür değildir. Bu gün dünyanın heryerinde doğayla iç içe yaşayan, kıtlık bilmeyen, paylaşımcı, kavgayı ayıp bulan, hükmetmeyi sevmeyen toplumlar hala vardır. Afrikadaki Mubuti ler kıtlık zamanlarında kültürümüzü bulaştırdığımız kabilelere kucak açar ve yardım eder. Tarihimizdeki bütün kıtlıklar bizim kültürümüz döneminde olmuştur. İnsanlık tarihi, bizim kültürümüzden kat be kat uzun yıllara dayanır.
Yani, zekamız da aslında dünyaya hükmetme aracımız olamaz. Bizim kadar zekaya sahip ama aynı kültürü paylaşmayan aborjinal toplumlar hala yaşamaktadırlar.
Dünyanın ve içindeki herşeyin insana hizmet için yaratıldığını düşünmek bencilliktir. Kendimizi doğanın üstünde tanrısal yeteneklerimizin olduğunu düşünmek bir kendini beğenmişlikten öte değildir. Öyle demez mi inançlarımız? Tanrı ruhundan üflememişmidir? Bu inançda sadece bizim kültürümüze aittir.

Lütfen "Büyük unutuşu", "Değerlerin çöküşü", "Kaynayan Kurbağa"yı  ve "İsmailin yayınlanmamış bölümünü" okuyun.
Sanırım benden daha iyi anlatacaklardır.

Saygılarımla...
« Son Düzenleme: Ekim 28, 2010, 01:12:39 ös Gönderen: Prometheus »
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Ekim 28, 2010, 04:12:18 ös
Yanıtla #4

Ben Sayın Prometheus'dan tamamen farklı düşünüyorum.

Şöyle bir örnek de ben vereyim; o Afrika kabilelerinde ortalama yaşam ömrü kaçtır? Peki Endüstri devrimine girmeden önce ve girdikten sonraki toplumların ortalama yaşam ömrü ne olmuştur?

Kaynaklar kullanılıyor, evet. Fakat bu kaynaklar insanların refahı için kullanılıyor. Bu noktayı atlıyorsunuz.

Petrol. Petrol tükenince, tüm dünya aynı şartlarda etkilenecek. Belki tükenme sürecinde büyük tekeller oluşacak fakat tamamen tükenince bence çok güzel şeyler olacak. Yeni enerji kaynaklarına yönelinecek. Enerjiyi verimli kullanan nano aygıtlar tasarlanması zorunlulaşacak. Elektrik enerjisi ucuzlaşacak ve toplu taşıma tekrar yükselişe geçecek. Bunların hepsi çevreye verilen zararı telafi edecek şeyler. Nükleer enerjiye gelince, nükleer enerji, bir kömür santralinden kat kat daha temizdir.

Ben arıların masalında da, insanlığın masalında da büyük gelişme görüyorum. Çevre bu süreçte elbette zarar görmüştür. Fakat bir sorun, ciddi bir şekilde kendini göstermedikçe insanlar o sorunu çözmek için kafa yormazlar. Dünyanın bir nüfus dengesi varsa, doyuramayacağı nüfus ileride yok olacaktır. Ortada bir denge var. Petrol milyonlarca yıl önce nasıl organik bileşiklerden, ham haline geçerken dışarıdan enerji almışsa, bugün petrol yakılarak bu enerji dışarıya veriliyor. Ortada bir denge var. Ozon gazı, bugün sentetik olarak bile üretilebiliyor. İnsanlık, ileride bir sorunla karşılaşacaksa, emin olun o süreç bir dengeyle sonuçlanacak. Olması gereken budur.

Dünya iklim zirvesi yapıldı 2009'da, dünya liderleri katılmıştı fakat bir sonuç çıkmadı. Çıkmaz, çünkü insanlık henüz dediğiniz felaketlerden doğrudan etkilenmedi. Sayın Adam'ın dediği gibi, bu yıkımı saptayan araçlar acaba her faktörü göz önüne alıyor mu? Söz gelimi yok olan ormanlar dolayısıyla küçük de olsa azalan oksijen oranının, ve artan karbondioksit oranının, dünyanın başka bir yerindeki merada bir orman yetişmesinin hızına katkı sağlıyor mu?

Endüstri bu kadar suçlanacak ve dediğiniz ölçüde yıkımlar doğuran bir şeyse zaten, eninde sonunda bu insanlık, dediğiniz gibi afrika kabileleri türünden doğayla yaşamak zorunda kalacaktır. Bu, da sonuç olarak sizin olumlu bulduğunuz bir durumsa, buna üzülmeniz bir anlam ifade etmeyecektir. Kendimiz yapmış, kendimiz bulmuş olacağız, ve bundan 300-400 yıl önceki doğa konumunda yaşama başlayacağız :)

Saygılar.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 28, 2010, 04:58:44 ös
Yanıtla #5
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay


O afrika kabilelerini küçümsemenizi doğal karşılıyorum. Çünkü bilginiz yok.
Ortalama yaşam süreleride sizin tahmin ettiğinizin çok üstündedir. O insanlar gündüz vakti sizin göremediğiniz gezegenlerin yerini gösterebiliyorlar. 15 yaşında bir çocuk dişleriyle çiviyi kırabiliyor. Bizim asla dayanamayacağımız soğukta çıplak gezebiliyorlar. Arkeolojik kazılarda nedense çürük dişe rastlamamıştır. Bildiğiniz bütün hastalıkların tarihi çok eskilere dayanmaz. Bu kültürle ortaya çıkmıştır.
Nükleer enerjiye temiz demeniz ise oldukça şaşırtıcı, sanırım sıradan medyayı takip etmekle yetiniyorsunuz.
Ozon gazını sentetik olarak üretilmesi ya çok zor yada çok maaliyetli.

Bundan 300-400 yıl önceki doğa konumunda mı yaşayacağız? Birincisi öyle bir doğa kalmayacak. İkincisi bu gün bile dünyada 1 milyar insan 6000 yıl öncesinin şartlarında yaşamaktadır.(Rakamda yanılıyor olabilirim, belkide 2 milyar insandır)

Denge falan yok, hepsi safsata. Denge doğa yasalarının içinde olur, insanların yaptığı şeylerde pek aranılacak birşey değil gibi geliyor.
Ayrıca yokedilen bütün ormanların karbondioksite dönüşmediğini de söylemeliyim. Kağıt endüstrisi, kozmetik ve kimya endüstrisi,vb.  başka zararlı şeyler için ya petrol yada kereste olarak kullanmaktadır. 
Üstelik dünyanın başka bir yerinde mera alanları yoktur.:) Tam tersine bütün ormanların hızla katledilmesi devam etmektedir. Dünyayı sınırsız, sonsuz sanmayın lütfen.

Değerlerin çöküşü, Büyük Unutuş ve kaynayan Kurbağayı okuyun lütfen.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Ekim 28, 2010, 06:04:27 ös
Yanıtla #6
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Proımetheus'un  bu son iletisi üzerine iki noktaya değinmeliyim.

Birincisi etik...  Lütfen sözlerimize dikkat edelim; birbirimizi  suçlamayalım. Konuyu tartışalım, bireyselliğe götürmeyelim. Bu bize yakışmayacağı gibi forumun niteliğini zedeler. Bunu yapmayalım.

İkincisi şu hızlı orman katliamı... Bundan birkaç yıl önceydi; belki biraz daha önce: Amazon ormanlarında özellikle yangın çıkarılıp birçok yeri yakıldı. İnsan burada doğanın doğal olgusuna karşı geldi. Doğal olarak ormanda her yıl yangın çıkmalıydı ama birkaç yıldan beri çıkmıyor, orman yer yer ölüme doğru sürükleniyordu. İnsan ormanı kurtarmaya girişti düzenlediği yapay yangınlarla. Ne denli başarılı oldu bu uygulama, sonrasını bilmiyorum.

Dünyanın kaynakları elbette sonsuz ve sınırsız değildir. Kendine yeter. Dünya daha önce böyle değildi; bundan soınra da böyle kalmayacak. Kendi devinimi, değişimi var. İnsanın bu devinim ve değişimi durdurmaya gücü yetmez. Onun bir öğesi çünkü.  Eğer bir zarar verecekse insan, bunu doğaya değil kendine yapacaktır. O da bugünkü ya da dünkü doğa ile bağdaşık yaşamı en iyisi ve en doğrusu ise. Olmayabilir.

İnsanın doğada yapmış olduğu en büyük yanlışlardan biri doğal toplum yaşam tarzını değiştirmesidir. Bunu da göçebe avcı ve toplayıcı toplum düzeninden yerleşik tarım düzenine geçerken yapmıştır. Anaerkil toplum düzeni yerine yapay ataerkil toplum düzenini getirmiştir.

Kim bilir, belki de Sayın Prometheus'un pek kaygılandığıo üzere doğayı "yok" ederse, -yok edemez ya, ancak kendi değerlerine göre çok zarar verir- bunun sonucunda kendi uygarlığını yitirirse, o zaman binlerce yıl öncesindeki doğal yaşam düzenine döner.

Kimi dinlerde sözü edilen şu "kurtuluş" bu olabilir mi acaba?


 
« Son Düzenleme: Ekim 28, 2010, 06:06:44 ös Gönderen: ADAM »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ekim 28, 2010, 07:30:53 ös
Yanıtla #7
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sanırım bir yanlış anlama var.
Çünkü Popperist, bu forumda en çok sevdiğim insanların başında geliyor.  Tarzını da beğeniyorum, fikirlerini de. Tabi ki fikirlerimiz birebir örtüşmüyor üstelik.

Ancak tartışma hangi kelimelere ihtiyaç duyuluyorsa onunla yapılmalı, kaldı ki hakaret veya suçlama gibi bir tanım kullanmadım. Ayrıca bende dahil olmak üzere herkes suçlanabilir. Fikirlerimizi çatır çatır savunmak, içtenliğimizin bir göstergesidir.  O bir konuda bilgisizken, bende başka bir konuda bilgisiz olacağım. Yeri geldiğinde o da bana bilgisizsin diyecek. (Bilginiz bu konuda eksik gibi geliyor diye yumuşatması açıkçası içten olmayacaktır) :) Herkesin her konuda bilgisi olması imkânsızdır. Bunda alınacak bir şey göremiyorum. O kelimeyi kullanırken de hakaret amaçlı asla kullanmadım.

İnsanın sevgi dolu olduğu bir yalandır. İnsanın kızgınlığı da sevgi kadar normaldir. Bir yönünüzü yüceltip diğerinin üstünü örtmemiz yanlıştır. O orda yine duracaktır. Biz ya sadece kendimizi kandıracağız yada sahte görüneceğiz.
Elbette birbirimizi incitelim, kıralım, nefret kusalım demiyorum. Ama insanın doğasını daha dürüst bir gözle görüp normal kabul ettiğimiz şeyleri yeniden düşünelim.  Bize öğretilen ahlak değerlerini en başından ele alıp nasıl kalıplara sahibiz hep birlikte görelim.
Bana ait veya bir başkasına ait şeyleri görüp düzeltmeye çalışalım. Açıkçası bu birbirimize destek olmaktan başka bir şey değildir.

Belki abartılı bir örnek olacak ama yaşadığım bir olayı anlatayım; 1999 yılında Rusya’da Gasprom un tepe noktalarındaki insanlarla bir toplantıya katılmıştım. En yetkili denen kişinin sürekli ağzından küfür(karşısındakinin annesi ve kendisiyle ilgili) duymak beni hayretler içinde bırakmıştı. Toplantıda belki 30 kişi falan bulunuyordu. Açıkçası utandım ama insanların tepkisiz kalması beni çok şaşırttı. Sonradan öğrendiğime göre herkes bu cümleyi rahatlıkla kullanıyormuş. Neredeyse bir hitap şeklini almış :). Bana çok ters, sanırım hepinize de saçmalık gelecektir. Ama bu var ve yaşanıyor.

İnsanın her şeyiyle bir bütün olduğu ve özünde harika olduğu konusunda Osho'nun fikirlerine tamamıyla katılıyorum. Konuyla ilgili yazıyı hepinizin çok beğeneceğine eminim. Yakında siteye koymayı düşünüyorum.

Saygılarımla..
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
9956 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 21, 2011, 12:14:03 ös
Gönderen: Maledictum