Paris ile İngiltere’nin güneyindeki Brighton kenti arasında bir çizgi çekin… İşte o çizgi Manş Denizi üzerine geçmeden önce Kıta Avrupası’nda “Normandiya” olarak anılan bölgeyi keser. 2. Dünya Savaşı’nde en çok sözü edilmiş yerlerden biridir orası, ünlü çıkarma nedeniyle.
1066 yılında İngiltere tahtına çıkan ve “fatih” unvanıyla anılan Kral Guillaume (William the Conqueror) Normandiyalıydı. İngiltere’de Sakson hanedanının egemenliğine son verip, Norman hanedanını getirmişti.
1154 yılında ise İngiltere tahtı bu kez Fransız asıllı Plantagenet hanedanına geçti ama fatihin İngiltere kazandırmış olduğu Normandiya İngiltere Krallığı’nın toprağı olarak kaldı.
Fransa Kralı 7. Louis bunu hiç içine sindirememişti. Nitekim 1180 yılında tahta çıkan oğlu 2. Philippe de…
Plantagenet hanedanının kurucusu 2. Henry, otuz yılı geçmiş bir süreden beri İngiltere tahtında oturuyordu. Çok yaşlanmıştı. Huysuzluğu da almış yürümüştü. Devlet işlerinde ara sıra saçmaladığı oluyordu. Çok da inatçıydı. Kendisinin de Fransız asıllı olduğunu göz ardı ederek 2. Philippe ile çekişip duruyordu.
Tahtının varisi durumundaki oğulları Richard ve John’a göre, bu böyle sürmezdi. Babaları elbette bir gün ölecekti ama ardında onlara göre bu yanlış politik tutumun sonucu olarak bir sürü ekonomik sorun şimdiden birikmeye başlamıştı. Ya bir an önce tahttan inmeli ya da Fransa kralıyla doğru dürüst görüşerek barışmaya razı olmalıydı.
Her iki prens birden diretmeleri sonucunda Kral 2. Henry, Fransa kralıyla buluşup görüşmeyi kabul etti.
Bu konuda tarih kitaplarında özetle şunlar yazıyor: 1188 yılında 2. Henry ile 2. Philippe arasında bir görüşme yapıldı. Bu görüşme 3. Haçlı Seferi’nin düzenlenmesiyle ilgiliydi. Ancak anlaşmaya varamadıkları için sefer başlayamadı.
Aslında ondan ötürü müydü anlaşmazlıkları, yoksa Normndiya’nın kime ait olduğu mu, orası pek belli değil.
En azından anlaşamadıkları doğru ama niçin anlaşamamış olduklarına bakılacak olursa, ortaya çıkan şu: Doğru dürüst görüşememişlerdi ki…
Peki ama genel tarihte görüştükleri belirtiliyor.
Öyle deniyor ama işte şu Karaağaç ile bağlantılı öyküye bakılacak olursa, görüşememişler.
İşte bizim burada anlatacağımız da o öykü…
İki kral, güneşli ve sıcak bir yaz gününde Normandiya’nın iç bölgesinde, Gisors kalesinin yakınlarındaki Champ Sacré (Kutsal Tarla) olarak anılan yerde, İngiltere ile Fransa’nın o tarihteki sınırında buluşmak üzere sözleştiler. Nitekim daha önceki görüşmelerinin çoğu da orada yapılmıştı.
Tarlaların ortasında, güneş altında buluşmaya elverişli bir tek gölgelik alan vardı. Belki yüzlerce yıldan beri orada yaşamakta olan görkemli bir karaağaç…
2. Henry, buluşma yerine biraz erken geldi ve ağacın altına kurulup bir güzel yerleşti. Fransa kralı geldiğinde, gölgeliğin kapılmış olduğunu gördü. Kampını güneş altında kurmak, sonra da görüşmek için İngiltere kralının yanına gitmek zorunda kaldı.
2. Philippe, daha asıl görüşmelere geçmeden önce, bu durumun haksızlık olduğunu belirtip, gölgeliği paylaşmayı önerdi.
2. Henry buraya önce kendisinin gelmiş olduğunu söyleyip öneriyi kabul etmedi.
2. Philippe bu ağacın aslında Fransa tarafında olduğunu, eğer paylaşmaya razı olmazsa bir daha geldiğinde onu burada bulamayacağını söyledi.
Böylece, görüşme çıkmaza giriverdi.
Her iki kral da görüşme yapılamayacağını anlayınca dönüş için toparlanmaya girişti.
Ancak 2. Henry’nin kulağını bükenler oldu. Onlar buradan ayrılıp gittikten sonra Fransa kralı ağaca zarar verebilirdi. Bu nedenle ağacın gövdesini demir levhalarla kapladılar.
Derken, sıcaktan bunalmış bir halde olan Fransızlar ile gölgede oturan İngilizler arasında bir dalaşma çıktı. Askerler birbirine girdi.
İngilizlerin sayısı Fransızlardan pek azdı. Dövüşürlerse yenilirlerdi. Kaçmayı yeğlediler. Yakındaki Gisors Kalesi’ne sığındılar.
Fransızlar ise hınçlarını ağaçtan almaya kalkıştı.
Önce plakaları sökmeyi denediler. Fakat İngilizler bunları oraya her nasıl çakmışsa, çıkaramıyorlardı. Baltalarıyla ağacın gövdesinin içine doğru âdeta bir oyuk kazmaya başladılar.
Oyuk genişledikçe plakalar sökülebilir oldu. Fransızlar çılgına dönmüş gibiydi. Bir plaka böktükleri yeri de oyuyor, ağacın gövdesini paramparça ediyorlardı.
Sonunda gövdesindeki ağır yaraya dayanamayan yaşlı ağaç çatırdamaya başladı. Bir de dallarına halat bağlanıp bir o yana bir bu yana doğru sarsılarak çekilince, büyük bir gümbürtü kopararak yıkıldı.
2. Philippe, ağacın yere serilişini uzaktan izledi. Paris’e dönerken «Gisors’a bir anlaşmaya varmak için gitmiştim. Niyetim ağaç kesmek değildi.» diye söyleniyordu.
Olan biteni Gisors Kalesi’nden izleyen 2. Henry ise, ona doğru yumruğunu sallamaktan başka bir şey yapamamıştı.
Böylece Normandiya sorunu çözülememiş olduğu gibi, İngilizler ile Fransızların 3. Haçlı Seferi’ne çıkmak üzere işbirliği etmeleri de suya düşmüştü.
Bu tarihsel olay güncel Fransızcaya bir deyişin girmesine de neden olmuş: Birisi size “Attendez-moi sous l’orme.” (Karaağacın altında buluşalım.) diyecek olursa ya da bir davete bu yanıtı verirse, görüşmek istemediği ya da daveti reddettiği anlaşılır. Çünkü artık o ünlü karaağaç yok ve dolayısıyla altında buluşulamaz.