Ebû Tâlib, Kureyş büyüklerinden bir grupla Şam’a gitmişti. Peygamber Efendimiz de onunla berâberdi. Yolda, Râhip Bahîra’nın manastırına yakın bir yerde konakladılar. Bahîra, o zamanki hristiyanların en âlimi idi.
Bahîra, kervan gelirken bir bulutun, içlerinden bir kişiyi gölgelediğini, ağacın gölgesine indikleri zaman da ağacın dallarının yine aynı kişinin üzerine doğru eğildiğini görmüştü. Bunun üzerine:
“–Ey Kureyş cemaati! Ben, sizin için yemek yaptım. Küçük-büyük, köle-hür, hepinizi sofraya dâvet ediyorum!” diye kervana haber gönderdi.
Hâlbuki Bahîra, daha önceki gelişlerinde yanlarına hiç uğramaz, onlarla alâkadar olmazdı. Kervandakilerin hepsi sofraya gelmiş, sâdece Fahr-i Kâinât Efendimiz eşyaların yanında kalmıştı. Bahîra gelenlere tek tek baktı ve kitaplarında okuduğu sıfatları hiçbirinde göremedi.
“–Ey Kureyşliler! Kâfilenizde olup da buraya gelmeyen kimse var mı?” diye sordu.
Kureyşliler:
“–Ey Bahîra! Geride bir çocuktan başka kimse kalmadı. Yaşça en gencimiz olduğu için O’nu eşyalarımızın yanında bıraktık.” dediler.
Bahîra:
“–O’nu da çağırınız! Bu yemekte O da bulunsun!” dedi.
Muhammedü’l-Emîn’i getirip sofraya oturttular. Râhip, O’nu görür görmez dikkatli dikkatli bakmaya ve baştan ayağa süzmeye başladı. Daha sonra da elinden tutup:
“–Bu Âlemlerin Efendisi’dir. Bu Âlemlerin Rabbi’nin Rasûlü’dür. Allâh O’nu âlemlere rahmet olarak gönderecek!” dedi.
Kureyş büyükleri ona:
“–Bunu nereden biliyorsun?” diye sordular.
Râhip:
“–Ben O’nun vasıflarını bize indirilen kitapta okudum. Nitekim siz yaklaştığınız zaman, O’nun için eğilmedik ne taş ne ağaç kaldı, hepsi de secde ettiler. Bu cansız şeyler ancak bir peygambere secde ederler. Ben O’nu ayrıca peygamberlik mührüyle de tanıdım, bu mühür kürek kemiklerinin arasında bulunuyor.” dedi.
Bahîra, Peygamber Efendimiz’e ve amcasına bâzı suâller sorup aldığı cevapların bilgilerine muvâfık düştüğünü görünce kanaati kesinleşti. Ebû Tâlib’e dönerek:
“–Yeğenini hemen memleketine geri götür! Yahûdîlerin O’na zarar vermelerinden sakın! Vallâhi yahûdîler onu görüp de tanırlarsa muhakkak öldürmeye kalkarlar. Bu çocuk Araplardandır. Hâlbuki yahûdîler gelecek peygamberin İsrâîloğulları’ndan olmasını isterler. Sen’in yeğeninin hâl ve şânı çok büyük olacaktır.” dedi.
Ebû Tâlib de Râhip Bahîra’nın tavsiyesi üzerine mübârek yeğenini alarak hemen Mekke’ye döndü. (İbn-i İshâk, s. 54-55; İbn-i Sa’d, I, 153-155; Tirmizî, Menâkıb, 3)
NOT : İnternetteki bir kaynaktan alınmıştır.
Buradaki bu cümle hayli dikkatimi çekti
" Vallâhi yahûdîler onu görüp de tanırlarsa muhakkak öldürmeye kalkarlar. Bu çocuk Araplardandır.
Hâlbuki yahûdîler gelecek peygamberin İsrâîloğulları’ndan olmasını isterler."
Bu cümlede sizlerin neler gördüğünü merak ediyorum.Sizce nasıl yorumlanabilir.Nedenleriyle verirsiniz sevinirim.
Saygılarımla