Masonluk ve Din
Bizler insan olarak doğmuş bulunmanın ortak paydasında eşit ve kardeşiz.
Hepimiz benzer biyolojik bileşimlerde, birbirini andıran iç ve dış yapılardayız.
İlk kez girdiğimiz bir ortamda sadece sarı, siyah ya da kızıl derili insanlar varsa ve tek tip giyinmişlerse onları birey olarak ayırmakta güçlük çekeriz. Aramızdaki önemli ayırımlar sonradan olmadır, eş değişle insanlaşma sürecinde ortaya çıkan karmaşık sosyal, kültürel, dinsel, ekonomik ve politik yaklaşımların belirgin kıldığı farklılıklardır.
Özgür Masonluk dinsel inancı değil, dinsel inanç doğrultusunda insanlar arasında ayırımcılık yapmayı reddeder. Hangi dine bağlı olurlarsa olsunlar, neye inanırlarsa inansınlar ya da isterlerse inansınlar isterlerse inanmasınlar, din konusunu bireylerin kendi vicdanlarına bırakır. Mason olmalarını dikkate almaksızın, tüm insanların dinsel benimseyişlerini saygıyla karşılar ancak hiçbir dinsel görüşün kendi değerlerini başkalarına zorla kabul ettirmesini, yaşam biçimini diğer insanlara dayatmasını benimsemez.
Burada “Özgür Masonluk” yerine “Özgür Masonlar Büyük Locası” kullanılsaydı daha iyi olurdu bence. Ancak şunu da göz ardı etmemeli: Bu tutum ve anlatım salt günümüzdeki Özgür Masonlar Büyük Locası’na özgü de değil. Aynı anlatımı Türk Masonluğu’nun önceki tarihlerindeki yayınlarında (1965 öncesinde) aynen görmek olanaklı.
Dinleri ayırımcılığın, kaba gücün, kıyıcılığın, baskının, korkunun, ölümün değil; sevginin, hoşgörünün, bağışlayıcılığın, barışın, umudun ve yaşamın simgesi olarak görür.
İnsanlar ölüm karşısındaki çaresizliği, bu dünyadaki ezilmişliği, benzerinden farklı yaşama zorunluluğunu, karşı karşıya kaldıkları haksızlıkları ilahi adalet duygusu ve ölümden sonraki yaşam inancıyla bir ölçüde hafifletebilirler. Bu umut; gereksinme duyan her insana yaşam bağlarını kuvvetlendiren, verimliliği artıran, yalnızlığı gideren bir destek sunabilir. Din insanlığın mutluluk, huzur ve barış özlemlerine umut ve şefkat ışıltıları taşımalıdır. Bu nedenle de din asık kara suratlı bir egemen değil, coşkulu ve güleç yüzlü bir dost olmalıdır!
Nereden geliyoruz? Biz kimiz? Nereye gidiyoruz? Doğum ve ölüm ne? Ya ölümsüzlük? Ruh nedir? Bu türden pek çok sorunun yanıtları dinin yanında felsefe ve bilim tarafından da ele alınmakta ve araştırılmaktadır. Ama felsefe ve bilim çok yavaş gelişir. Bu sorulara bir anda yanıt bulamaz. Sınayarak ve yanılarak, çelişkiler içerip onlarla gelişerek, bilimsel bilgi süreciyle uyumlu olarak ve bilimsel yöntem gereği hep inceleyip irdeleyerek sorular sorar, bilinmezi deşmeye ve aydınlatmaya çalışır. Kaldı ki, deneye dayalı bilimsel yöntem ve bilimsel gelişim süreci çok yakın sayılabilecek yıllarda insanlık sahnesinde yerini almıştır. Eski çağlara ait sandığımız felsefenin tarihi de, insanlık tarihi içinde daha dün denecek kadar yakın zamanlara dayanmaktadır.
İnsanlık, on binlerce yıllık bir zaman diliminde çok kolay gelişmemiştir. Düşünce yapımızın temel taşlarını oluşturan kavramların, insanlık sahnesinde yerini almaya başladığı bu süreçte, yukarıdaki sorulara da yanıtlar aranmıştır. Korkular, gereksinmeler, baskılar ve zorunluluklar; söylencelerin, ilkel inanışların, çok tanrılı dinlerin ve yansımalarının, insanlığın kültürel zenginlikleri arasında yer almalarına neden olmuştur. Tek tanrılı dinlere geçildiğinde, çok öncelerden kalan inanç sistemleri, uyumlu değişimlerle yeni kültür yapıları arasında yer almış, insanlar farkında olarak ya da olmadan, eski inanç ve birikimlerini yeni dinsel yapılanmalara taşımışlardır.
O günün koşullarında bireysel ya da kamusal çıkarlar adına alınan bazı zorunlu kararlar, değişmez dogmalara dönüşmüştür. Çoğu zaman insanlara öz anlatılmamış, şekilsellik ezberletilmiştir. Dinler kökenlerindeki arılıktan zorunlu olarak uzaklaşmış, özlerindeki sevgi değeri, güç sağlamak isteyen egemenlerin ya da ruhban sınıfının özdeksel çıkarlarında zaman zaman aşınmıştır. Dinsel uygulamalar bazı dönemlerde şefkat ve umut yerine korku içermiştir. Ortaçağ Avrupa’sındaki Hıristiyan engizisyonu buna verilebilecek anlamlı bir örnektir.
Bir dinin inançlıları kendilerine anlatılanları anlamadan ve olduğu gibi kabul edebilirler. Ya da içeriğini anlamaya, araştırmaya çalışabilirler. Özünü araştıranlara, tarihsel süreçteki değişimleri inceleyenlere, bazı dünyasal uygulamaların kökenine inmeye çalışanlara da rastlayabiliriz. Aslında dinle ilgisi olmayan bazı benimseyişleri bulup ayıklamaya çalışanlar da olabilir. Bunların hepsi, aynı dine inanmakla birlikte farklı açılardan bakmakta, iyi niyetli inançlarının onları taşıdığı farklı yerlerde durmaktadırlar. Masonluk, her konuyu sorgularken, dinleri de felsefesel ve bilimsel bir bakış ile ele alır, inceler. Özlerine ulaşmaya, tarihsel süreçteki gelişimlerini aydınlatmaya çalışır. Yansız olmaya ve dogmalara kapılmamaya özen gösterir. Özgür masonlar duygu ve inançlarını din konusundaki söylemlerine yansıtmazlar, dinleri öven ya da yeren bir tutum içinde olmamayı ilke edinirler. Özgür masonun birey olarak dine bakışı kendi benimseyişleriyle sınırlıdır, Özgür Masonluğun dine bakışı ise yansız, bilimsel ve araştırıcıdır. Masonluk asla bir din değildir, tüm dinlere aynı saygılı mesafeden bakan ve her konudaki dogmaları sorgulayan bir düşünce disiplinidir.
İnsanoğlu sorduğu sorulara henüz açık yanıtlar bulamamıştır. Yaşamın ve evrenin gizlerini aydınlatma çabası, bilimsel bilginin gelişim sürecinde her geçen gün daha fazla birikim ve umut üretmektedir. Ancak, bu güne kadar ulaşabildiğimiz bilgiler henüz hayli sınırlıdır. Özgür Mason, bilgilerinin sınırlı ve yetersiz olduğunun farkındadır. Evrenin, yaşamın ve insanın bilinmezleri çoktur ve önümüzde durmaktadır. Bu bilinmezlerin tümüne; evreni yaratan güce, yaşam denilen karmaşık düzene, insan olarak taşıdığımız iç ve dış dünyaların büyüklüğüne hem sorguyla hem de saygıyla yaklaşırız. Aklımızla sorgular, bilgelikle algılamaya çalışırız. Ve tanımını yapamadığımız sürece, yaratıcı güce ancak saygı duyarız. Adı bireyler tarafından ister Allah, ister Tanrı, ister bilimsel gerçek ya da bir başka kavram olarak benimsensin, biz onu “Evrenin Ulu Mimarı” simgesiyle anarız. Onun için biz özgür masonlar, çalışmalarımıza Evrenin Ulu Mimarı simgesiyle başlarız. Evrenin Ulu Mimarı simgesinde yer alan yetkinliğin doruğuna, evren bilgisinin tamlığına ve varlığın kaynağına ulaşmaya çalışırız!
Yazının bütününe pek bir diyecek yoksa da son bir iki tümce üzerine şunun söylenmesi gerekir: Özgür Masonlar Büyük Locası Masonluktaki “Evrenin Ulu Mimarı” kavramını bir simge, daha doğrusu bir simgesel terim olarak benimsemiş ama bu sadece onlara özgü bir tutum. Diğer mason örgütleri “Evrenin Ulu Mimarı” kavramını bir simge olarak görmüyor hatta tanımını bile yapıyor. O tanımın nasıl yapıldığını belirtmek bana düşmez. Dolayısıyla çalışmalarını da Evrenin Ulu Mimarı’nın Onuruna ya da Evrenin Ulu Mimarı’nı anarak başlıyorlar. (Eskiden Evrenin Ulu Mimarının Yüce Şanına” denirmiş) Dolayısıyla bu kavramın ne anlamda ya da hangi nitelikle kullanıldığı bile dünyada mason örgütleri arasında bir farklılık, bir ayırım, bir uzaklaşma oluşturuyor. Özgür Masonlar Büyük Locası’nın benimseyişi öyle olabilir ama bunun genel geçerli olmadığını da bilmek gerek.