Devam;
Her şey yavaş yavaş halloluyordu. Hutbeler artık Türkçeydi. Ortada Türkçe mealler vardı. (Elmalılı'dan bahsetmiyorum onun tarihi 1936) İnsanlar artık dinlerini anlamaya başlamışlardı. Çünkü artık camilerde Türkçe Kur'an okunuyordu. (Bu konuya değineceğim.) M. Kemal'in dediği "Beyni sulanmış hafız" olmaktan çıkıyordu insanlar artık. Ve artık en önemli meseleye sıra gelmişti. Karşı devrime direnememiş, günümüzde hala tartışılan, insanların çoğunun "hala" kafirlik olarak nitelendirdikleri bir devrime.
Türkçe Ezan meselesine gelmişti artık sıra.
Tarih:3/02/1932, Yer: Ayasofya Camii, Zaman: Teravih namazı sonrası
Şimdi sözü Yunus Nadi'nin Cumhuriyer Gazetesi'ne bırakalım.
"Dün gece Ayasofya Camisi tarihin kaydetmediği emsalsiz bir tezahürata sahne oldu. Ayasofya'da kırk bin kişi vardı. Camiye sığamayan otuz bin kişilik bir halk kitlesi meydanları doldurmuştu. Namaz kılarken secde edilemiyordu. Türkçe tekbir halkı ağlatıyor, amin sedaları asumana yükseliyordu...
Ulu Tanrı'nın ulu adını, semaları titreten vecd ve huşu ile dolu olarak tekbir ederken, her ağızdan çıkan tek bir ses vardı. Bu ses Türk dünyasının, Tanrı'sına kendi bilgisi ile taptığını anlatıyordu...
Ezan okundu. Otuz tane güzel sesli hafızın iştirak ettiği bir müezzin heyeti ile teravih kılındı; halk o kadar sıkışık bir halde idi ki, herkes birbirinin ayakları arasında secde ediyordu. Bir kısım halk da ayakta veya oturduğu yerde namaz kılıyordu.
Teravih biter bitmez, caminin içinde emsali görülmemiş bir uğultu başladı... Bu ne bir nehir uğultusuna, ne bir gök gürlemesine, ne de başka bir şeye benziyordu. Herkes ellerini semaya kaldırmış dua ediyordu... Bu uğultu, birkaç dakika devam etti... Müteakiben otuz güzel sesli hafız, hep bir ağızdan tekir almaya başladılar."
Evet işte o gün böyle bir hava vardı. Siz belki 70.000 kişilik bir cemaati gözlerinizin önünde canlandıramıyor olabilirsiniz. Benim yaşadığım şehrin merkez nüfusudur 70.000. Ya da en büyük futbol stadlarından olan Old Trafford Stadı'nın resimlerine bakın. Ve işte oranın hıncahınç dolu olduğunu düşünün. İşte böyle bir kalabalıktı Ayasofya'daki.
Bugüne kadar M. Kemal'den "Ayasofya'yı Yunanlılara yaranmak için müzeye çeviren adam" olarak bahsettiler. Peki neden hiç "Tarihte, Ayasofya'da en büyük kalabalığı toplamış adam" olarak bahsetmezler?
Acaba Fatih Sultan Mehmet o ünlü 3 tekbirli cuma namazını kıldırırken cami bu kadar dolumuydu? Doluyu geçtim sokaklara yayılmış 30.000 kişilik bir halk kitlesi var mıydı? Amacım Fatih Sultan Mehmet Han ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü karşılaştırmak değil. Herkesin hakkını verelim diyorum sadece.
Elimdeki bir başka kaynakta ilk Türkçe ezanın 29/01/1932 tarihinde Fatih Camii'nde okunmuş olduğu yazıyor.
Ama muhtemelen bu bilgi yanlış. Fatih Camii'nde okunan ezan Ayasofya'dan daha sonradır. Hatta elimdeki bu kaynağa göre Fatih Camii'den okunan Türkçe ezan Ayasofya'da alınan Türkçe tekbirden 6 gün öncedir. Yanlış olduğunu düşünüyorum. Çünkü Cumhuriyer gazetesinin 3 Şubat 1932 tarihli yazısı şu şekilde son buluyor.
"Tanrı uludur. Tanrı uludur.
Tanrı'dan başka Tanrı yoktur,
Tanrı uludur, Tanrı uludur,
Hamd ona mahsustur."
Daha sonra bu sözler yaygınlaşmıştır. Tabii tam olarak böyle değildir Türkçe ezanın sözleri. Cumhuriyet Gazetesi'nde Türkçe ezan okunacak camiler önceden bildirilmeye başlanmıştır. "Bugün Fatih Camii'nde Türkçe Ezan okunacak." cümlesini manşetten vermiştir örneğin. İşte çoğu kaynağın bahsettiği "İlk Türkçe Ezan" budur.
Tam anlamıyla ilk Türkçe ezan Fatih Camii'nde okunmuştur denilebilir. Çünkü Ayasofya Camii'nde okunan ezan sembolik, halka tanıtmak amaçlı okunan bir ezan olmalı. Yoksa teravih namazından sonra neden ezan okunsun ki? Ezan namazdan önce okunur. Neyse daha fazla kurcalamayalım bu tarih konusunu. Sadece şunu söyleyip kapatalım. 18/06/1932 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tüm camilere yayınlanan bildiri sonucu ezanlar tüm camilerde Türkçeye çevirilmiştir.
Bu arada 1932 yılında Arapça ezan yasaklanmıştır. Okuyanlara ceza verilmiştir. Bildiğiniz üzere de 16/06/1950 tarihinde de bu uygulama sona ermiştir ve sadece bu olay bir partiyi 10 yıl hükümette tutmuştur.
Ezan amaç değil, araçtır. Mühim olan ibadetin kendisidir. Amaç insanları namaza davet etmektir. Arapça anlaşılmaz cümleler kurarak etrafta bir ses yankılanması yaratmak değildir. Amaç insanları namaza davet etmek, inananlar namaza icabet etmediklerinde içlerinde bir huzursuzluk hissetmeleridir.
Devam edelim...
Artık dinde "öze" dönülüyordu. Türkçe dinin içine girmişti. Ya da "din" o yabani görüntüsünden kurtulup insanların arasına giriyordu. "Kavm-i Necib" anlayışı yıkılıyordu. Yeni ezanın sözleri şöyleydi:
Tanrı uludur. Tanrı uludur.
Tanrı uludur. Tanrı uludur.
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı’nın elçisidir Muhammed
Haydin namaza, haydin namaza
Haydin felaha, haydin felaha
(Namaz uykudan hayırlıdır, Namaz uykudan hayırlıdır)
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Tanrı’dan başka yoktur tapacak.
İşte tarih bu sözlerle yazılıyordu.
Kronolojik sırayı bozacağım ama bir de ilk Türkçe Kur'an-ı Kerim okunuşunu aktaracağım.
Tarih: 22/01/1932 Yer: Yerebatan Camii
Hafız Yaşar Okur, Yerebatan Camii'nde Yasin Suresi'nin hem Arapçasını hem de Türkçesini okumak için görevlendirilmiştir.
Hafız Yaşar Okur anlatıyor:
".... Kürsüye çıktım. Nefesler kesilmişti. Bütün gözler bende idi. Besmeleyi şerifi çekip, arkasından yine Arapça olarak Yasin suresini okumaya başladım. Kur'an'ı Türkçe okuyacağımı zannedenlerin gözlerindeki hayert ifadesini görüyordum. Sureyi 'Sadakallahülazim' diye bitirdikten sonra;
'Vatandaşlar' diye söze başladım. Otuz altıncı sure olan Yasin seksen üç ayettir. Mekke-i Mükerreme'de nazi olmuştur. Şimdi size tercümesini okuyacağım.
Müşfik ve rahim olan Allah'ın ismiyle başlarım. Hakim olan Kur'an hakkı için Kasem ederim ya Muhammed! Sen tarik-i müştekime (doğru yola) sevk eden bir resulsün. Kur'an sana aziz ve rahim olan Tanrı tarafından nazil olmuştur.
Sureye böylece devam ederek seksen üçüncü ayetin sonunu da şöyle okudum:
"Her şeyin hükümdar ve hakimi olan Tanrı'ya hamd olsun. Hepiniz O'na rücu edeceksiniz.' (...)
(...) Amin."
Cumhuriyet Gazetesi olayı manşetine taşıdı. "Türkçe Kur'an Dün İlk Defa Okundu." Alt başlık ise şöyleydi:" Yasin Suresi Büyük Bir Vecd-ü Heyecanla Dinlendi"
Haberden dikkatimi çeken bir kısmı çekip alıyorum:
"Matbuatın birkaç günden beri verdikleri haberler üzerine Yerebatan Camii halkın tehacümüne maruz kalmıştır. Daha sabahleyin saat onda cami dolmuştu. Küçücük caminin içinde kadın ve erkek büyük bir kalabalık vardı. Avluda ve sokakta birçok kimseler pencerelere tırmanmış içeriden gelecek sesleri işitmeye çalışıyorlardı."
İşte her ne kadar bazıları Türkçe ezanı "Şarkı" olarak nitelendirseler de "Dinde Öze Dönüş Projesi" buydu. Halka İslam'ı anlatmaktı amaç. Ve halk bu projeyi öylesine benimsemişti ki insanlar camilere sığmaz olmuştu. Yozlaşmış dini yüceltmekti "Dinde Öze Dönüş Projesi." Oysa karşı devrime direnemedi. M. Kemal'in belki de en büyük eseri ellerimizin arasından kayıp gitti. Biz ise sesimizi çıkarmadık. Çıkaramadık.
"Kur'an tercüme edilemez demek, Kur'an'ın manası yoktur demektir."
M. Kemal Atatürk
"Kur'an manadır, lafız değildir."
İmam-ı Azam Ebu Hanife
Saygılarımla...
MMT