Bence sorun şurada düğümleniyor: Kimi bilim adamları bu bağlamda yanılgıya düşmekte olsa bile, aslında bilim hiçbir zaman ortaya koyduğu neden-sonuç ilişkilerini ve bilimsel yasaları noktalamıyor; tümcenin sonuna noktalı virgül koyarak değişimine olanak tanıyor. Bu yüzden açıklamasının sonuna kesin ve değişmez nokta koyan din tarafından yetersiz hatta yanlış olarak nitelenebiliyor. Ancak yetersiz kalmaya kendi kendini tutsak ediyor din… Bundan kendini sıyırabilse, belki barış sağlanır.
İnsanın kesin bilgilenme yolu birdir. Bunun adına tümevarım denir.
Sayın ADAM, bilginin "evrimsel" bir süreçle işlediğini söylemiş. Bunu eğer "sürekli bir yapının üstüne koyarak, kademeli ilerleme" şeklinde algılarsak, yanılırız. Çünkü "tümevarım" dediğimiz şey de mantıken zorunlu bir doğru değildir. Bunu en iyi David Hume açıklamıştır. Yarın güneşin doğacağını alışkanlıklarımız sonucu biliriz. Bu konuda mantıklı düşünüldüğünde kesin bir doğrumuz yoktur. Tüm fiziksel sistemin 4 temel kuvvet prensibiyle çalışıyor olduğunu düşünürüz. Yarın galakside meydana gelecek bir değişiklik, bu 4 temel kuvvete öyle etki edebilir ki, yarın güneş doğmayabilir.
"Hadi canım o kadar da olmaz" Evet. Hume de öyle diyor. Ve bunun adına "sağduyu" diyor. Sağduyu, bir beklentidir. O beklentinin rasyonel olmasını bilim, bundan öncekileri gözleyerek ve genelleyerek sağlamıştır. Yani yarına dair bilgimiz, geçmişteki gözlemlerimizin sağlamlığına bağlıdır.
Bu noktada "ben bilime inanıyorum" demek anlamsızdır. İnsan eğer yolunu bilimle çizmek istiyorsa, hiçbir şeye inanmaması, bu konuda agnostik olması, ve tüm inanç sorunlarını şüpheli, üzerinde düşünülmeyecek saçmalar olarak görmesi gerekir.
Ancak "ben bilime inanıyorum" demek, özünde din yerine başka bir metafizik sistemi ikame etmek demektir. İnsan eğer şüphe duyuyorsa, hiçbir şeye inanmaması gereklidir. Güvenebileceği şeylerden bahsedebiliriz, bu da çok basit anlamda "nedensellik"tir.
"bilime inanıyorum" deyip, dini inançları bu söylemle bertaraf etmek de bu yüzden sağlıklı değildir. Dini inanç, zaten inananının tam olarak "ne" olduğunu az çok bildiği, sıradışı iddialardır.
Bu iddialar, mantığımızla bağdaşıyorsa, biz bir şeyleri mümkün görüyorsak, o zaman o inanç bir yere oturur.
Mesela ben hayatımda Allah'ı tecrübe edemedim. Bir mucizeye de şahit olmadım (hoş, böyle bir şeyi görürsem de - her ne kadar inançlı biri de olsam- kendimden şüphe ederim. Ben etmezsem zaten psikiyatri benden şüphe eder). Ama dini inancın nedensellik zinciri içinde çıkmamış olduğunu, bunun bir vahiy ile, zaten kavram itibarıyla dışsal bir kaynaktan gelen bir şey olduğunu bilerek buna inanıyorum. Bu noktada -tıpkı bilimdeki gibi - gözlemlerim de bana yardımcı oluyor.
Ben de bir ateistin algılarıyla duyumsuyorum. Ben de görüyorum, işitiyorum, dokunuyorum, ölçüyorum. Ben de öğrenme denen şeyin, önce "nedenselliğin mantığını" kavramak olduğunu biliyorum. Fakat -burası önemli- salt nedensellikle yetinmiyorum. Nedenselliği yorumlayan aklım, bana bütün bu sistemin kendi başına olamayacağını, bir başlangıcının bulunması gerektiğini düşündürüyor. Bu noktada dini inançların da şahsım adına incelenmesi gereken şeyler olduğunu düşünüyorum. Fakat şunu yapmıyorum; herkesin benim gibi düşünmesi gerektiğini iddia etmiyorum. Benim gibi düşünmeyenleri engizisyon mahkemesi yargıcı gibi yakmak istemiyorum. Nedensellik ile (bilim ile) yetinemememe neden olan şey, benim kendi aklım; kendi subjektif yorumum. Bu da sadece beni ilgilendiriyor.
Ancak bu yorum, bilimin sınırlarını aşmıyor. Sadece onun üzerine bir anlam yüklüyor. Bu anlam, benim bilimi "şeytan işi" görmeme neden olacak derecede keskinleşmiyor. Yorumum, bilimi adeta asılsız, önemsiz, boş iş vb. gibi görmeme yetekcek kadar SUBJEKTİFLEŞMİYOR. Onu bozmuyor, tahrif etmiyor. Öyle ki, benim algılarıma yüklediğim yorumum da benim bilim yapmamı ve yapanı desteklememi söylüyor. Laboratuara girince, bir hastalığın hangi mikroptan kaynaklanmış olabileceğini öğrenmek için bana gönderilmiş olan biyopsi parçasına "zaten herkes ölecek bunlar boş iş, Allah böyle takdir etmiş" dememe neden olmuyor. Dini inanç, bilimin nedensellik ilkesini kesinlikle bir tarafa koymuyor. Onu kapsıyor, ve o nedensellik kümesine, o bilim kümesine dışarıdan dantelle bir yorum getiriyor.
Kiminin yorumu ise "yorumsuzluk" oluyor. Böyle bir yorumu gerek görmüyor. Çünkü evrene ve nedenselliğe baktığında, maddenin başlangıcı ve sonu, nedensellik zinciririnin neden böyle işlediği vb. gibi sorular onu meraklandırmıyor. Onun ilgisini çekmiyor. O halde o kişinin yorumu "bu sistemi görünce meraklanmama" oluyor. Benim inanan olarak ondan tek farkım "bu sistemi görünce meraklanmak" oluyor.
Bu da benim onunla aynı olan algılarıma, yorum eklememe neden oluyor.
Aslında "ben bilime inanıyorum" demek bu yüzden sağlıklı durmuyor. Böyle demekle şu denmiş oluyor çünkü ; "ben de aslında bu sisteme, bu evrene, bir merak duyuyorum. Ben de başlangıcı merak ediyorum. Fakat bunun için yine bilime güveniyorum. Bunun için aşkın bir yaratıcıya gerek duymuyorum"
Hata şurada: Zaten o merak duygusunu insanda uyandıran şey, "bir imkansızlığın nasıl olup da olduğu", "nasıl olup da maddenin var olabildiği" ve "nasıl olup da, bu maddenin var olmakla kalmayıp, kendi içinde bir çok düzeni, canlılığı ve eleştirel aklı vb." ortaya çıkarabildiği. Fakat başa dönersek bu merakın özü "nasıl olup da maddenin var olabildiği"dir.
Bu noktada maddenin nasıl madde olduğunu bilimin eninde sonunda çözeceğine dair bir inanç duyulmuş olur. Fakat bu inanç da aslında
1. Maddenin, madde olarak ilk varoluşunu incelemeyi amaçladığı için çelişkilidir. Çünkü madde, tekrar madde araçları kullanılarak madde öncesi durumları gözlenemez. (CERN laboratuarında bu yüzden big bang öncesi değil, big bangdan hemen sonraki durum incelenebilir). Yani böyle bir şeyi söylemek, "ben ileride maddenin özünü bulacağım, o bulduğum özün de nereden geldiğini bulacağım, sonra bir yere geleceğim ki o öz de yoktan var olmuş olabiliyor olsun" demek olduğundan çelişkilidir.
2. Bu yüzden metafiziksel bir inançtır. Bu, inananla aynı kapıya çıkmak demektir.
3. Metafiziksel bir inanç olmasına rağmen, metafiziksel olduğunu reddeder.
4. Bunu düşünebilip, tanrı varlığını baştan red ettiği için de ön yargılıdır.
Bu yüzden "ben bilime inanıyorum" demek hatalıdır. Doğrusu, "ben bu konuda bir merak duymuyorum, her şey bana olağan geliyor, bu sistemde bir sıradışılık göremiyorum. Başlangıç ve son kavramlarını, var olmak kavramlarını anlayamıyorum" demektir. O da eğer samimiyetle öyle düşünüyorsa. Ben bu son söylediğime aklımı bir türlü ikna edemediğim için dine ve tanrı varlığına meşruiyet sağlıyorum. Bu yüzden inanıyorum.