Gerek doğa yasaları gerekse toplumda benimsenen kurallar ya da töre uyarınca bireysel özgürlüklerin bir başlangıç bir de sona erme noktası vardır.
Toplumda herhangi bir kişinin özgürlüğü, bir başka kişinin özgürlüğü ile sınırlıdır.
Kişinin politik, sosyal, ekonomik, söz ve davranış özgürlükleri, belli toplumsal kurallarla sınırlandırılmıştır. Kimilerince öyle nitelense de, bu sınırlandırma özgürlüğün kısıtlanışı değildir. Çünkü kendi özgürlüğünü aşırılığa vardırmayan, başkalarının da kendisiyle aynı düzeyde özgürlüğe sahip o6lmasını gözeten bir kişi, bu sınırları herhangi bir toplumsal kural olmaksızın kendisi de belirleyebilir. Ancak toplumlarda bunu beceremeyenler vardır. Bu nedenle toplum, herkes için geçerli olmak üzere özgürlüğün sınırını belirler. Bunun için yasalar çıkarır, töreler oluşturur. Bunlar da toplumun ortak buyrultusunu temsil eder.
Başımdan geçen bir olayı aktarmak istiyorum. Biraz banal bir örnek olursa bağışlayın.
Gençliğimizde bir gün birkaç arkadaş bir araya gelmiş, ciddi ciddi özgürlük konusunu tartışıyorduk. O tarihlerde elbette hepimiz de anarşist isyancılardan sayılırdık. Arkadaşlarımızdan biri bizden biraz daha ileriydi bu bağlamda; bana göre aşırıydı. Özgürlüğün kesinlikle hiçbir sınırı olmaması, herkesin her zaman her yerde her istediğini yapabilmesini savunuyordu. Aslında şimdi elbette utandığım, yapmamam gereken bir iş yaptım. Yerimden kalkıp suratına dehşetli bir tokat patlattım. Yere yuvarlandı. Elbette bir an önce yapacağı iş kalkıp beni yumruklamak olacaktı; sonra da kavgaya tutuşacaktık. Ona bu fırsatı vermedim. «Dur! Hiç itiraz etme.» dedim. «Bak, ben senden yanayım. İstersem sana tokat atarım. İstersem başka şeyler de yaparım. Bu benim özgürlüğümdür. Karışamazsın.» Lâf mıydı bu şimdi? Elbette polemik. Ancak yararı oldu. Epey zamandan beri o arkadaşımıza anlatamadığımızı bir anda kavrayıvermişti.
Konuya bir de tersinden bakalım; insanların özgürlüğünü sınırlayanların açısından.
Başkalarının özgürlüğünü kısıtlayan ve bundan yararlanma yolunu tutan kişi, bu arada kendisine daha üst düzeyde bir özgürlük sağlamış olduğunu sanabilir. Oysa aslında kendisini birtakım tutku ve çıkarlara tutsak etmekte yani aslında kendi özgürlüğünü yitirme yolunu tutmaktadır.
Bunu toplumun egemen güçlerinin yaptığını da görürüz.
Üstelik kimilerinin de onlara destek olup yardakçılık ettiğini de görürüz.
Toplumun egemen güçlerine, dinsel dogmalara, birtakım kökleşmiş geleneklere ya da yürürlükteki düzeni yıkmayı erek edinenlere körü körüne bağlananlar, ne yapıp edip başkalarının özgürlüğünü olabildiğince sınırlamaya çalışır. Bu girişimlerde çoğunlukla sosyal, ekonomik ve siyasal özgürlükler hedef alınır ama işe düşünce ve vicdan özgürlüklerinden başlanır. Çünkü öteki özgürlükleri sınırlamak isteyenler, insanların düşünce ve vicdan özgürlüklerini ortadan kaldırmadıkça her türlü kısıtlamanın geçici olacağını, düşünce ve vicdan özgürlüklerine sahip kimselerin sürekli olarak diğer özgürlükleri de elde etme peşinde koşacağını, sonunda bir gün gelip buna mutlaka ulaşacağını pek iyi bilir.
Özetle, özgürlük konusu toplum içinde bir çatışma öğesi haline getirilmektedir. İnsanlar sadece kendi özgürlükleri peşinde koşup, ötekilerini bundan olabildiğince yoksun etme kaygısından kendilerini sıyıramadıkları için…
Bu irdelemeyi bir adım daha ileri götürürken acaba özgürlükleri sınıflandırsak mı? Soyut olarak genelden söz etmektense, işi biraz daha somutlaştırıp, belirgin özgürlük türlerinden söz etsek daha iyi olmaz mı? Sanırım iyi olur. O halde gelin, bir sonraki bölümde öyle bir iş yapalım.