Bu konuda foruma bir ileti vermek amacıyla doğrudan kendi anlatımlarımı da yapabilirdim. Nitekim geçmişte yapmışlığım da vardır.
Ancak bu kez şöyle düşündüm: Bu “tolerans” sözcüğü dilimize Batı dillerinden girme. Ne yapsak Türkçemizde buna tam bir karşılık yerleştirmekte güçlük çekiyoruz. Tek bir sözcük yetmiyor; açıklama vermek gerekiyor.
Peki Batı ülkeleri nasıl değerlendirmiş ki bu kavramı?
Bu soruya bir yanıt bulabilmek için sıfırdan, uzun boylu bir araştırmaya girişmek yerine, yapılmış bir araştırmadan yararlanmayı yeğledim. Açtım Sayın Yalçın Kaya’nın “Batı’nın İki Yüzü” adlı dört kitaplık serisinin birincisini önüme.
Şimdi işte o kitaptan olasıya yararlanarak yazacağım ama bu yazacaklarım kitapta yazılanların bire bir kopyası olmayacak. Az biraz değişik; bana göre azıcık katma değerli…
Böylece ara sıra soranlar çıkar ya forumda “Bu yaznın kaynakçası nedir?” diye, sanki bu yazıyı yazan kişi yazı yazmasını beceremezmiş ve bunu kendi başına üretme yeteneğine sahip değilmiş de mutlaka bir yerden bir bakşkasının yazısından aktarma yapmak durumundaymış gibi… Zararı yok. Böylece o soruya da yanıt vermiş oluyoruz ama yetmez… Kendi birikimimiz de yabana atılamaz.
Bu çalışmada ise kaynakça belirtmekten hiç de kaçınmam. Hatta vurgulamak bile isterim. Çünkü benim zamında kullanmış olduğum kaynakçanın birçoğuna günümüzde ulaşma olanğı pek zor olmuştur ama isteyen ararsa Yalçın Kaya'nın kitaplarını bulabilir piyasada. (Bir zamanlar çok daha kolay bulunuyordu ve ben de forumun Kitapevi bölümünde bir tanıtımını da yapmıştım.)
Peki, şimdi girizgâhı keselim de konumuza girelim.
Toleranstan söz edildiğinde ben ve benim gibi birçokları geçmişte dünyanın birçok yerinde, Avrupa’da da özellikle Orta Çağda yaşanmış din ve mezhep kavgalarını anımsar. İnançları yüzünden canlı canlı ateşe atılarak yakılan insanlar göz önüne gelir.
Her ne kadar tolerans konusu din ve inanç alanında kalamaz ise de, buradan başlamak hayli güçlü olmaktadır. Bugün için tolerans kavramı din ve inanç alanında bir sorun olmaktan çıkmış gibidir. Ender örnekleri bir yana bırakacak olursak, Batı toplumlarında din ve inançta özgürlük konusu çözülmüş ve tolerans yerleşmiş gibidir. Doğu’da fakat çok Doğu’da değil de az ya da Orta Doğu’da bu bağlamda daha çok yol almak gerekmektedir.
Sözüm yanlış anlaşılmasın… Batı toplumlarında bu konu çözülmüş ve tolerans yerleşmiş değildir; öyle gibidir.
Olmak ile öyle görünmek aynı şey değil. Bu dıştan görünüşte bir yanılgı/yanıltma var.
Ulusal ya da bireysel düzeydeki ekonomik çıkarlar gündeme geldiğinde, tolerans sorunu günümüzde bile kendine bir “sorun” olarak yer buluyor.
20. yüzyılın başlarında Fransız yazar Amédée Matagrin, bir yazısında «Tolerans sorunu artık sosyal bir yara olmaktan çıkmıştır.» demiş. Demek ki daha önce bir sosyal yaraymış; en azından Matagrin’e göre. Acaba bu sözü ederken ne demek istemiş olabilir. Tolerans kavramını ne kadar almıştır. Konuya sadece din ve inanç ya da vicdan özgürlüğü açısından mı bakmaktadır yoksa daha geniş bir perspektifi yakalayabilmiş midir? Çünkü işin içine ekonomik çıkarlar girince, bugün Batı’da toleransın ayaklar altında çiğnendiğini, insanların olasıya bağnaz yaklaşımlara boğulduğunu görüyoruz.
Bunun için güncelimizde Fransa’da yaşananları göz önüne almak yeter. Hem tarih boyunca hem günümüzde düşünce ve vicdan özgürlüklerinin beşiği olduğunu ileri sürmüş, bununla övünmüş ve gurur duymuş bu ülkede neler oldu?.. Bu olanların arkasında farklı şeyler aramayın. İşin aslı astarı ülküsel ya da politik değildir; tümüyle bireysel ve zümresel ekonomik çıkarlar üzerine oturtulmuştur.
Bu konuyu çok uzatmayacağım. İsteyen didikleyebilir. Ancak bunu yaparken, duygusal olmaktan kaçınılmasını, konuya bilgi ve akıl yürütme ile bakılmasını öneririm. Bir de unutmayalım: Konumuzun başlığı tolerans.
Katkıda bulunmak isteyenlere böyle âdeta zorlayıcı bir fırsat verdikten sonra bir süre için kenara çekilerek izlemek gerekir, değil mi?