Aydın sözcüğünün eski dildeki karşılığı nedir?
Eğer Ali İhsan Varol’un kelime oyunu programına katılıyor olsaydınız hemen “münevver” derdiniz, değil mi?
Hayır mı!
Peki… Ben öyle derdim de... Uyuşamadık.
Zaten bu yapıtın yazarı da öyle demiyor. Bakınız o ne diyor:
MÜNEVVER
Münevver kelimesi Arapça olup “aydınlatılmış, ışıklı” anlamına gelir. Arapça’da ise bu kelime ilahi kökenli bir ışık olan “nur” kökünden türetilmiştir.
Kelimenin bu etimolojik boyutu aydınlığın, yani bilgi ile donanmanın, sadece akılla değil, duygu, sezgi ve kalp gibi diğer faktörlerin de katılarak sağlanabileceği anlamını vurgulamaktadır.
Türkiye’nin toplumsal-politik dilinde bugün “aydın” kelimesi, “münevver”in Türkçeleşmesi şeklinde ortaya çıkmış, fakat, bu etimolojik köküyle Batı tarihini “aydınlanma” çağına, o çağın ideolojilerine uygun, ancak, Batı dillerinin “entelektüel” deyiminden farklı bir anlam taşımaktadır.
Tanzimat’tan sonra en az yüz yıl bizde “münevver”lerin büyük ölçüde üst sınıflara mensup yönetici ve bürokrat zümrelerden, itibarlı meslek gruplarından çıkmış olması, bizde bir mesleği profesyonel olarak icra eden, devlet yönetiminde yer alan, “okumuş”, “bilgi sahibi”, “kültürlü” insan ile “entelektüel”in yanlış olarak özdeşleştirilmesine yol açmıştır. Zaten “münevver”in enetellektüel etkinlikte bulunan kişiden çok “aydınlanmış” kişiyi karşılayan bir terim olması bile, bu durumun göstergesidir.
Bu nedenle Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’in ilk dönemine kadar bizde yönetici, bürokrat, meslek sahibi “münevverler”in kültür ve politika hayatımızda başat fakat bir ara tip olarak kaldıkları açıktır. Bu durum bizde “münevver”i gerçekten de bir ara tip kılmıştır. O, Batılı “entelektüel”in tavrıyla yöneticinin, bürokratın, meslek sahibinin tavrı arasında sıkışıp kalmıştır.
Cumhuriyetle birlikte “münevver”in adının değişip “aydın” olması, bu ortak yönlerde fazla bir değişikliğe yol açmamıştır.
Cumhuriyetle birlikte Batıcı, Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü “münevver”lerden Batıcıların iktidara gelmeleri, bizde “aydın”ın “Batıcı münevver” olarak anlaşılmasını getirmiştir. Öyle ki, örneğin, İslamcı olmak, Osmanlıcı olmak, “aydın” olmayı engelleyen nitelikler sayılmaya başlamıştır.
Ülkemizde, 1950’lere kadar “aydın” terimi, bu daraltılmış anlam içeriğiyle ve dışlamacı bir tutumla kullanılmıştır.
Çok partili yaşamla, yani demokrasinin kurumlaşma sürecinin başlamasıyla birlikte, geleneksel misyoner ve memur “münevver” veya “aydın” tipine alternatif olarak, geçimini devlet kapısında aramayan, kendi yağıyla kavrulan, devlet desteğindeki ideolojiye karşı çıkan, göreceli olarak bağımsız bir aydın tipinin, yani “entelektüel” tanımına dahi yakın bir tipin kültür hayatında ve politika sahnesinde eskiye oranla çok daha fazla yer almaya başladığı görülür. Buna rağmen 1980’lere kadar başat aydın tipinin fazla değişmediği de açıktır.
Bu betimlemeler, dünya görüşleri, ideolojileri ne olursa olsun, Tanzimat’tan bu yana bizdeki başat “münevver” veya “aydın” tipinin büyük ölçüde bir misyoner tipi olduğu sonucuna götürmektedir.
Evet… Nitekim bunu izleyen bölümde sıra “Aydınlanma” kavramına geliyor. Merak ediyorum, yazar bu kavramın eski dildeki karşılığını nasıl verecek? “Mütenevviriye” mi?