1810’da Frankfurt’un itibarlı ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen Abraham Geiger, geleneksel Yahudi eğitimi alır: ilk okul öğretmeni ağabeyi Solomon Geiger’dir. 1829’dan itibaren doğu dilleriyle ilgilenmeye başlar. İlk olarak Heidelberg Üniversitesinde daha sonra da Neo-Ortodoksluğun kurucusu Samson Raphael Hirsch ile tanıştığı Bonn Üniversitesinde çalışmalarını sürdürür. 1832’de , Bilimsel Yahudi Teolojisi ( Scientific Journal For Jewish Theology) adlı dergiyi yayımlamaya başladığı Wiesbaden’de haham olarak görev yapar. Beş sene sonra, Wiesbaden’de ilk kez Reform hahamlar kongresini düzenler. Ertesi sene Geiger, Breslau’da ( şimdi Polonya’dadır), dayyan (haham yargıç) ve asistan haham seçilir.
Geiger’in bu göreve uygun olmadığı düşünen Breslau hahambaşısı Solomon Tiktin, Geiger’ı Ortodoks Yahudiliği eleştirdiğini ve dergisinde inançla ilgili bir takım reformlar yapmak istediğini açıklar. Bu tip eleştirirlerle karşılaşan Geiger, 1840’a kadar bu göreve getirilmez. İki sene sonra Tiktin , Şulhan Aruh’taki (Yahudi yasaları) yasaların ve haham geleneğinin bütünlüğünün her zaman için önemini koruduğunu açıklayan bir bildiri çıkarır. Geiger’in savunucuları buna karşılık, “Hahamlık Göreviyle Özgür Sorgulamanın Uyumu Üzerine Cevaplar” başlıklı bir bildiri çıkartılar. Bu tatsız zıtlaşmanın etkileri hakkında Geiger’ın savunucularından Trier hahambaşısı Joseph Kahn şöyle yazar: “ Tiktin ve çevresindekiler gibi, körü körüne kınayan ve yasaklayan kişilere teessüflerimizi açık olarak bildirmeliyiz. Onları, “günün birinde yaptıklarının hesabını erecek olan” kişiler olarak gördüğümüzü anlatmalı, bu nedenle “sözlerimizi duyup korkmalarını ve artık günah işlememeleri gerektiğini” söylemeliyiz. (Plaut, 1963,70)
Bu dönemde Geiger, Frankfurt’ta ( 1945) ve Breslau’da (1846) Reform çevrelerinde oldukça aktiftir. Ayrıca, 1954 yılında Breslau’da Jüdisch- Theologisches Seminar ( Yahudi Teoloji okulu) kurar. 1863’ten itibaren Geiger, Frankfurt’ta reform haham olarak görev yapar ve daha sonra Berlin’de çalışmaya devam eder. 1872’de, Berlin’de Hoch-schule für die Wissenschaft des Judentums ( Yahudilik Bilimsel Araştırma Akademisi) kurulunca Geiger başına geçer ve bu görevini 1974’teki ölümüne kadar sürdürür.
Geiger sistematik biçimde Yahudi teolojisi üstüne yazmadıysa da çalışmaları, Yahudi dinine tutarlı bir yaklaşım içerir. Dönemin çağdaş Alman idealist felsefesi ve radikal Hıristiyan düşünürlerin din eleştirilerine aşina olan Geiger Yahudiliği, çağın bilimsel ruhuyla uyumlu olacak teolojik bir açıklığa kavuşturmak için yeniden kurmaya çalışır. Geiger’a göre, Samson Raphael Hirsch’in geleneğe Neo – Ortodoks bir yaklaşım benimsemesi özünde bir geriye dönüşür. Bu da radikal bir gelecek görüşü yerine asıl ihtiyaç duyulan yaklaşımdır. Romantizm havası ile paralel olarak , Geiger on sekizinci yüzyıl aydınlanmasının ruhani derinliğe sahip olmadığına inanır. O, dinin insanın sınırlı olduğunda ve Sonsuz’un arayışında temellendiğine inanır. Geiger, dinin mantıklı bir felsefeden çok daha fazlası olduğunu, dinin ahlaklı davranmayı arzulayan bütün insanın doğuştan gelen özlemi olduğunu savunur. 1836’da yazdığı bir mektupta Geiger, Yahudiliği nasıl gördüğünü açıklar:
“ Yahudilik kainatı yönlendiren Bir Olan’a duyulan güvene ve bizden adalet ve merhameti uygulamamızı hükmeden görevler üstüne temellenmiştir. Yahudilik, bu emri yerine getirmemizi sağlayan eylemlerle kendini gösteren bir inançtır ve bu da bu tip duyguları uyandırmak için tasarlanmış canlandırıcı ritüeller şekline bürünmüştür.” (Wiener, 1962,84)
Geiger’ın din görüşünde, insan doğası kavramı çok önemli bir yere sahiptir. On dokuzuncu yüzyılda Helenizmin karşısında yer alan Hebraizmi savunan Geiger, antik Yunan medeniyetini , kaderin tanrının ve insanların geleceğini kontrole ettiğine inandıklarını belirtir. Ancak İbrani Kutsal Kitabı, daha yüksek bir saflık derecesine ulaşmak için çalışır. Antik Yahudilik, iyiye ulaşmak için insanın şehvetle mücadele etmesi gerektiğine inanır. – Bu da insanlığı yükselten ve asilleştiren bir mücadeledir.
Geiger’e göre, peygamberlerin öğretilerinde doruk noktasına ulaşan Yahudiliğin manevi özü , dış etmenlerle şekillenen ve zaman içinde vazgeçilebilecek inanç kabuğundan ayırt edilmelidir. Örneğin hayvan kurban etmek , biblik Yahudiliğin en önemli özelliklerinden biriyken, Tapınak yıkıldıktan sonra uygulanmamıştır. Ortadan kalkması hiçbir şekilde geleneği bozmamıştır. Benzer şekilde, Geiger önceki zamanlarda Yahudiliğin önemli bir özelliği olan ulusçuluğa, daha sonraki dönemlerde ihtiyaç duyulmadığını söyler. Bu anlamda, Geiger şöyle düşünür:
“Ulusal hayatın sağladığı kanatları kırılan bir ulus devam edebilirse- yani bir politik bütün olarak onu ayakta tutan taşıyıcıları olmasa bile sürekliliğini sağlayabiliyorsa, bu din , güvenilirliği ve gerçeği hakkında çok zorlu bir sınavı geçmiş olur.” (Geiger, 1911,25).
Geiger’e göre Yahudi tarihinin gelişimi dört bölüme ayrılmıştır. İlk Vahiy( Tecelli) çağında, Yahudilik kavramı temelde ahlaki ve manevi olarak algılanmış ve sürekli bir gelişim sürecinde olacağı öngörülmüştür. İkinci çağda- gelenek çağında- Tevrat sürekli yeniden yorumlanmıştır ve bu sayede Yahudilik’in sürekli geçerli ve güncel olması sağlanmıştır. Üçüncü dönem olan yasallaştırma çağında, Babil Talmudu, Yahudiliğin dayanak noktası olmuştur. Dördüncü dönem olan “eleştirel çalışma çağı”, geçmişten kesin hatlarla ayrılır. Bu dönemde yasal mirasın kısıtlamalar, eleştirel düşünce ve tarihi araştırmalarla aşılır. Bu dördüncü dönemde halaha ( Yahudi yasası) bağlayıcı olarak kabul edilmese de, bu, Yahudiliğin kökenlerinden koptuğu anlamına gelmez. Tam tersine, tarih çalışmaları geleneği yeniden canlandırabilir. Yahudi geçmişin elimine edilmesi gereken yönlerine, çeşitli kısıtlamaların yol açtığı normal olamayan ortaçağ biçimleri olarak bakılmalıdır. Bunlar gerçekte inancın özüne ait değildirler.
Yahudi tarihini bu şekilde yorumlarken Geiger, Hıristiyanlığın Yahudi arkaplanını anlamakla da ilgilenmiş ve bu şekilde on sekizinci yüzyıl İncil çalışmalarındaki Yahudi karşıtı söylemlerle mücadeleye girişmiştir. Geiger’in görüşüne göre, ‘İsa Farisi bir Yahudidir. O zamanının umutlarını paylaşan ve bu umutların kendisi tarafından yerine getirileceğine inanan biridir. Ne yeni bir düşünüce ortaya koymuş ne de ulusçuluğun sınırlarını yıkmıştır.” (Geiger, 1910,118). Geiger’e göre, İsa, birinci yüzyıl Filistinin’deki dini ortama uyuyordu. Kendini maşiah olarak gördüyse de , hayatı ve düşünceleri Yahudiliğe uygundu.
“İsa’nın derin bir içgörüye sahip olduğunu inkar edemeyiz ama kesin sonuçlar verebilecek kadar kararlı bir duruş da görülmez... Varolan yolları terk etmeyi gerektirecek yeni düşüncelere veya reformlara rastlanmaz. Belki, olan suiistimaller Farisilerden daha çok karşı çıkmıştır ama bütünde bakılacak olursa , Farisilerin biçiminde dile getirilmiştir ( Geiger, 1875, Vol. II, 113).
Geiger’in görüşüne göre, İsa,yaşadığı dönemde yeni bir dünya tarihinin başladığına ve takipçilerinin bu yeni çağı beklediğine inanmıştır. Paul hakkında da Geiger, onun derin bir şekilde Helen Yahudiliğinden ve Philo’nun logos kavramından etkilendiğini ve öğretisinde Paul’un, İsa’nın içinde olduğuna inanılan orijinal mesihi Tanrı ile insanlar arasında bir aracıya dönüştürdüğünü öne sürer. İsa’nın, Erken Hıristiyanlık gibi Sedusiler’den etkilendiğini söyler. Geiger’ın tahminine göre, Yahudi-Hıristiyan düşüncesi zaman içinde fikirlerini tanrı tanımaz insanlara yaymaya başlamıştır. Bu gelişimin ilk aşaması temelde Yahudi’dir. Daha sonra düşünde gitgide Yahudilikten kopmuştur. Geiger’e göre, Hıristiyanlık, Yahudilikten Paul tarafından tamamen ayrılmıştır. Bu ayrım Yeruşalayim’deki tapınağın yıkılması ve Bar Kohba isyanıyla daha da güçlenmiştir.
Yahudi Teolojisine Giriş adlı çalışmasında Geiger, Hıristiyanlığın medeniyeti nasıl etkilediğini araştırır. Hıristiyan geleneğinin , insan doğası ile mücadele içinde olduğunu ve tüm insanlığı birleştirmeye çalıştığını savunur. Ancak böyle bir güç, Hıristiyan olmayanları Hıristiyanlaştırmak istemesinde aynı zamanda büyük bir zayıflık yaratır. Hıristiyanlık antik dünyanın medeniyetlerini yok etmiştir. Ayrıca Kilise etkisini devam ettirmek için çok çaba sarf etmiş ve bu amaçla insan mantığını sürekli bastırmaya çalışmıştır. Diğer Yanda yahudilik, bu tip kaygılara hiç kapılmamıştır ve bu yönüyle daha yüksek bir inançtır:
“Yahudilik, kendi kendine yeter, kendi kaynaklarından gelişmiştir ve belli bir dönemin etkisinden , kendi özünden hiçbir şeyi terk etmeyerek sıyrılabilir. Diğer yandan Hıristiyanlık belli bir dönemdeki Yahudilik anlayışı üstüne kurulur ve tarihsel akışta her zaman o belli dönemde olanlara tutunmak zorundadır. ( Jacob, 1974,47).
Geiger, Yahudiliğin geçerliliğinin tarihi bir kişiliğe bağlı olmadığına ve hiçbir zaman dünyevi hayatı aşağı görmediğine dikkat çeker. Yahudilik, özgür sorgulamayı engelleyen katı dogmalar içermez. Bu nedenle Geiger, Yahudiliğin modern çağlar için ideal din olduğunu savunur. Bu çerçevede, emansipasyon süreci, çok önemlidir, çünkü Yahudilik gerçek doğasını ancak bilimse bir çağda keşfedebilir. Tarihsel bilgi, gelenekte neyin kalıcı ve vazgeçilmez olduğun belirlemek için bir temel oluşturur.
Referanslar / Geiger’in Önemli Eserleri
Abraham Geiger, ‘Enstelehung des Christentums’ Jüdisshe Zeitschrift für Wissenschaft und Leben 11, Breslau, 1874
Abraham Geiger, ‘Einleitung in das Stadium der jüdische Theologie in Ludwig Geigen (ed), Nachgelassene Schriften, berlin, 1875
Abraham Geiger, Das Judentum und seine Geschichte, Breslau, 1910
Abraham Geiger, Judaism and Its Histıry, New York, 1911
Walter Jacob, Christianity through Jewish Eyes, Cincinnati, OH, 1974
G. Plaut, The Rise of Reform Judaism, Cincinnati, OH, 1963/1975
Max Wiener (ed), Abraham Geiger and Liberal Judaism, Philedephia, 1962