"Batılılar bugünkü teknik güce ve maddi imkanlara ulaşmada kullandıkları materyali acaba nerelerden temin ettiler?" sorusunun cevabını bulabilmek için tarihlerini şöyle bir inceleyecek olursak onların geçmişlerinin de pek temiz olmadığını, en az bugünkü kadar kara olduğunu görürüz. Sömürgecilik Batılıların tarihinde bir yüz karasıdır. Bugün Afrika açlıkla kıvranıyorsa bunun sebebi Batılıların sömürgecilik politikasıdır.
Afrika'nın Avrupa ile tanışması aynı zamanda köleleştirilmesinin ve sefalete doğru itilmesinin de başlangıç tarihi oldu. Yerli Afrikalıların sürülmesi ve köleleştirilmesinin başlangıcı 1622, Hollandalı göçmenlerin kolonilerine uzanır.(1)
Sömürgeciliğin başlaması ile birlikte Avrupalılar, sömürgeleştirdikleri ülkelerden taşıdıkları materyalleri kullanarak ekonomik güçlerini artırmaya başladılar. Bu arada teknik alandaki yeni buluşlar da ekonomik gücün artmasına önemli katkı sağlıyordu. Bu ekonomik büyüme özellikle Amerika kıtasının keşfi büyük bir işgücü ihtiyacı ortaya çıkardı. İşte ihtiyaçlarını karşılama konusunda herhangi bir ahlaki ve insani ölçü tanımayan Avrupalılar gelişen ekonomilerinin ortaya çıkardığı işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için de köle ticaretine ağırlık verdiler. Avrupalılar kendilerine yarayacak köleleri de en kolay Afrika kıtasından temin edeceklerini düşünerek gemilerle bu geniş kıtaya baskınlar düzenlemeye başladılar. Hiç bir şeyden habersiz, kendi öz yurtlarında mutlu olan siyah insanlar bir gece baskını ile kendi öz yurtlarından alınıyor, kilolarca ağırlıktaki demir zincir ve tasmalarla birbirlerine bağlanıyor, gemilere bindiriliyor ve en tabii ihtiyaçları dahi karşılanmadan haftalarca süren deniz yolculuğundan sonra Avrupa'ya veya Amerika'ya götürülüyorlardı.(2) İlk köle kafilesi Lizbon'a taşındı. Çok geçmeden İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz, ABD ve diğer Batı ülkeleri köle ticaretine başladı. Böylece fabrikalara, geniş malikanelere, çiftliklere gerekli enerji, iş gücü sağlanmış oldu. Batılı kaynaklara göre ölenleriyle ve kaybolanlarıyla 100 - 150 milyonu bulan bu zoraki vücut göçüyle Afrika'nın kadın, erkek işe yarar pek çok insanı yurdundan koparıldı. Önceleri beyazlar tarafından yürütülen köle avı sonraları biraz külfetli bulunarak işbirlikçi kabile şeflerine bırakıldı. Batılının köle avı için Afrika içinden bazı hainleri satın alması bu kıtadaki kabilelerin birbirine düşmesine vesile oldu.(3) Bu zavallı insanlar gittikleri ülkelerde çok ağır işlerde çalıştırıldılar. Yani enerjileri son haddine kadar Batının ekonomisinin ve teknolojisinin geliştirilmesi için kullanıldı. Bugün 30 milyonu aşan nüfuslarıyla ABD nüfusunun % 12'sini oluşturan ve en büyük etnik topluluk durumundaki zencilerin (4) hemen hemen tamamının dedeleri buraya köle olarak getirilmişlerdi.
Batı'nın köleliği kaldırması da Afrika'dan taşınan siyah insanlara bir ikramı değildir. Batı'da kapitalist sistemin iyice yerleşmesi üzerine satın alma güçleri olmayan köleler üretim gücünü, tüketime ve pazara dayandıran liberal kapitalist ekonomi açısından bir külfet oluşturmaya başladılar. Tüketim piyasasının canlandırılması için Batı ülkelerinde önemli bir yekün oluşturan kölelerin de bu piyasaya girmeleri istendi. Dolayısıyla köleliğin kaldırılmasının Batı ekonomileri açısından daha yararlı olacağına karar verildi ve sonuçta kölelik kaldırıldı. Ama Batı bunu kendi lehine bir propaganda malzemesi olarak kullanmaktan da geri kalmadı. Köleliğin kaldırılması, onlara mülk edinme haklarının verilmesi Batı ülkelerinin bu insanlara ikramı olarak gösterildi ve bütün bunların insanlık adına yapıldığı ileri sürüldü. Batı iletişim sahasındaki gücü sayesinde dünya kamuoyunu bu yöndeki iddialarına inandırmayı da başardı.
Batılılar Afrikalı siyah insanları köle olarak toplayıp götürdükten sonra da onların üzerinde kalıcı bir üstünlük kurabilmek ve onların soylarından gelen insanları da köle ve hizmetçi olarak kullanabilmek için bir ırk ayrımı politikası ortaya çıkardılar. ABD'de beyazların siyahlara üstünlüğünü resmen tasdik eden ve siyahların beyazların yararlandığı bazı hizmetlerden yararlanmalarını yasaklayan kanunlar 1960'lı yıllarda kaldırıldı. Biz, bugün kendilerini "eşitlik yanlısı" olarak tanıtmak suretiyle dünyayı avutmaya çalışan Batılıların ırk ayrımı politikalarının geçmişinden de kısaca söz etmek istiyoruz.
Yığınlar halinde Avrupa'ya ve özellikle daha çok iş gücüne ihtiyaç duyulan Amerika'ya taşınan Afrikalı siyahlar gittikleri yerlerde insan olarak kabul edilmiyorlardı. Bu husus resmi kanunlarda da tasdik edilmişti. Batılı bir yazar olan Higginbotton bu hususu şu şekilde dile getirmiştir: "Köleliği meşrulaştıran, siyah olanları insan olarak görmeyen, onları alçaltan bir hukuk sistemi nasıl işleyebilir! Beyazların insan, siyahların bazen insan bazen de hayvan olarak görüldüğü, bir eşya gibi alınıp satıldığı bir sistemin başarılı ve insani bir şekilde yürümesi mümkün değildir".
Amerika'da beyazlar bazen sırf eğlence olsun diye siyahları linç ediyor, kazığa oturtuyor ve bazen de diri diri yakıyorlardı. Resmi kayıtlara göre sadece 1889 ile 1921 yılları arasında 3436 kişi herkesin gözünün önünde linç edilmiş 26 zenci de yakılarak öldürülmüştür. Kaldı ki resmi rakamlar gerçek rakamların çok altındadır.
Amerika'da beyazlar zenci düşmanlığını ve ırk ayrımı politikasını ideolojik bir kisveye büründürmek amacıyla Ku-Kulux-Klan adında bir hareket ortaya çıkardılar. İlk olarak 1866 yılında Amerika'nın Tenesse eyaletinin Puşkin kasabasında örgütlenen bu hareketin amacı zenci düşmanlığını örgütlü bir şekilde sürdürmek ve geniş kitlelere yaymaktı. Bu hareket kısa zamanda oldukça hızlı bir şekilde yayıldığından yönetimi endişeye sokmaya başladı ve Amerikan Kongresi 1871 yılında hükümet aleyhtarlığı yaptığı gerekçesiyle Ku-Kulux-Klan örgütünü kapattı. Ku-Kulux-Klan 1915 yılında Atlanta'da yeniden örgütlenerek kısa zamanda Amerika'nın her tarafına yayıldı. Örgütün mensuplarının sayısı bir ara beş milyonu aştı. Çok koyu hıristiyan olan Ku-Kulux-Klan örgütünün taraftarları zencileri kendilerine en büyük düşman olarak görüyorlardı. Dolayısıyla ele geçirebildikleri zencilere her türlü işkenceyi reva görüyorlardı. Örgütün taraftarları zencilerin evlerine gece baskınları düzenliyor, onların evlerini yıkıyor, gerekli gördüklerinde aile fertlerinden birini hemen orada idam ediyorlardı. Bazen kaçırdıkları zencileri kazığa bağlayarak yakıyor ve zencinin ateşler içinde kıvranışını içkilerini yudumlayarak büyük bir zevkle seyrediyorlardı.(5)
1940 yılında Amerika'da bir siyah işçi beyaz işçinin aldığı ücretin ancak % 43.3'ünü alabiliyordu.
1955 yılına gelindiğinde hâlâ Amerika'nın birçok eyaletinde beyazlarla siyahlar ayrı otobüslere binmekte, lokanta ve benzeri yerlerde beyazlarla siyahların yerleri kalın çizgilerle ayrılmakta, beyazların girip çıktığı bazı yerlerin kapılarına: "Siyahlar ve köpekler giremez" levhâlârı asılmaktaydı. Bu haksız uygulamaların daha sonra kaldırılması da beyazların siyahlara bir ikramı değildi. Bilakis siyahlar uzun süren mücadelelerinin sonunda ancak bu tür haksız uygulamaların kısmen kaldırılmasını sağlayabildiler. İşte bu mücadelelerden bir örnek:
1 Aralık 1955 tarihinde Alabama eyaletindeki Montgomery'de Rosa Parks adlı siyah bir kadın bir beyaza yer vermediği gerekçesiyle tutuklanınca NAACP adında siyahların haklarını savunmak amacıyla kurulmuş olan bir örgüt harekete geçerek boykot yapma kararı aldı. Böylece Montgomery nüfusunun çoğunluğunu oluşturan siyahlar belediye otobüslerini boykot ederek bunlara binmemeye başladılar. Bu boykota katılım % 95 gibi yüksek bir oranda gerçekleşti ve 382 gün gibi uzun bir süre devam etti. En son 13 Kasım 1956 tarihinde yargıtay: "Alabama eyaletinde, siyahlarla beyazların farklı otobüslere binmeleri Amerikan anayasasına aykırıdır" diye karar almak zorunda kaldı. Montgomery boykotu Martin Luther King gibi etkili bir siyah önderin ortaya çıkmasını sağladı. Bu kişi sonraki yıllarda da, 4 Nisan 1968 tarihinde bir suikast sonucu öldürülünceye kadar, siyahların haklarını savunmak amacıyla mücadeleyi sürdürdü.
Montgomery boykotu dolayısıyla yargıtay, Alabama eyaletinde siyahlarla beyazların ayrı otobüslere binmelerinin Amerikan anayasasına aykırı olduğu yolunda karar çıkardıysa da Birmingham'da 1960'lı yıllarda hâlâ parklarda, lokantalarda, barlarda, dinlenme salonlarında siyahlarla beyazlar ayrı ayrı yerlere oturmak zorundaydılar. Yukarıda kendisinden söz ettiğimiz siyah lider Martin Luther King 1963 yılında Birmingham'a gittiğinde bu manzarayı görünce siyahları sessizce ve şiddetin kullanılmayacağı bir yürüyüş için organize etti. Polis, siyahların gösterilerini bastırmak için önce binlerce kişiyi tutuklattı. Ancak bu yolla bir sonuç elde edemeyeceğini anlayınca siyahların üzerlerine coplarla, köpeklerle ve göz yaşartıcı bombalarla saldırdı. Siyahlar ise polisin bu saldırılarına karşı herhangi bir mukavemette bulunmuyor gösterilerini sessiz bir şekilde sürdürüyorlardı. Bu manzaralar kamuoyunu etkiledi ve sonuçta Amerikan yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı.
Amerika'da "beyazların üstünlüğü" anlayışına dayanan ırkçılığa karşı zenci hareketlerinin incelenmesi durumunda bunların bir zenci ırkçılığı mahiyeti taşıdığı görülür. Siyah insanların böyle bir ırkçılığın içine itilmelerinin sebebi de elbette "beyaz adamın üstünlüğü" anlayışından doğan ırkçılıktı. Bu anlayış zencilerde de aşırı bir tepkiye yol açmış ve onların beyaz adamı "şeytan" olarak tanımlamalarına vesile olmuştu. Bu iki aşırılık arasında dengeyi ise ancak bir Müslümanın önderliğinde başlatılan zenci hareketi bulabildi. Bu harekete öncülük eden kişi Malcolm X diye bilinen Melik el-Şahbaz adlı Müslüman liderdi. Malcolm X, İslam inancı ile uyuşturucu ticaretinden soygunculuğa kadar bir dizi gayri meşru işe bulaştıktan sonra tanışmış ve bu inanç onu içinde bulunduğu toplumun bütün pisliklerinden çekip çıkararak tertemiz bir hayata kavuşturmuştu. Aslında onun bunca gayri meşru işten sonra İslam inancının göstermiş olduğu ışıkla tertemiz bir hayata kavuşması Batı insanının şu an içine düşmüş olduğu pisliklerden kurtulmasının ancak İslam inancını benimseyip hayatını bu inanca göre şekillendirmesiyle mümkün olabileceğini açıkça ortaya koyuyor. Malcolm X, bir konuşmasında Amerika'da yaşayan zencilerin kimlik meselelerini şu şekilde dile getirmişti:
"Amerika'da bulunuyor olman seni Amerikalı yapmaz. Burada Amerika'da doğmuş olman seni Amerikalı yapmaz. Eğer doğum seni Amerikalı yapmış olsaydı koruyucu kanunlara ihtiyacın olmazdı. Anayasada değişiklik talebiyle sokaklara dökülmek zorunda kalmazdın. Evet. Ben Amerikalı değilim. Ben demokrasi ve üstü kapalı iki yüzlülüğün kurbanı olan yirmi iki milyon zenciden biriyim. Amerika'ya bakışım da bu durumun bilincinde bir mağdurun gözüyledir. Amerikan rüyası filan görmüyorum. Gördüğüm tek şey Amerikan kabusudur".(6)
Malcolm X, Amerikan yönetiminin zencilerin geçmişlerine ve kültürlerine dair bilgileri yok etmesi konusunda da şunları söylüyordu:
"Benim ve senin mazimizi yok ettiler. Kültürümüzle ilgili bilgilerimizi yok ettiler. Bunlar yok edildiği için neler yaptık, neler başardık bunu bile bilmiyoruz. Geçmişte hiç bir şey yapmadığın kafana sokulursa asla bir şey yapman mümkün değildir".(7)
Görünüş itibariyle Amerika bugün ırk ayrımı politikasını benimsememektedir. Ama gelişmeler bu ülkede hâlâ ırk ayrımcılığının olduğunu ve yönetiminin de siyahlarla beyazları aynı statüde tutmadığını gösteriyor. Siyahlardan bazılarının üst kademede görevlendirilmeleri, siyahların içinden çıkan bazı artistlerin, müzikçilerin ve sporcuların özellikle meşhur edilmeleri ise siyahların aleyhindeki uygulamaları dünya kamuoyunun dikkatlerinden uzak tutmayı amaçlayan bir göz boyamadır. Şimdi Amerikan Adalet İstatistikleri Bürosu raporlarının verilerine bakarak bugünkü Amerika'da siyahların ne durumda olduklarını kısaca gözden geçirelim. Söz konusu büronun raporlarına göre, bugün Amerika'da en çok saldırıya uğrayanlar siyahlar. Nüfusunun 32 milyonu yani % 12'si fakirlik sınırının altında yaşayan Amerika'da zencilerin % 45'i fakirlik sınırının altında yaşıyor. 1980 rakamlarına göre Amerika'da 18-19 yaşlarındaki bir zenci kendisiyle aynı statüdeki bir beyazın aldığı ücretin % 95'ini alabilmektedir. Bu oran 62-64 yaşlarında % 67'ye düşmektedir. Ülke genelinde doğan zenci çocukların % 43'ü daha bir yaşını doldurmadan ölmektedir. 1990 rakamlarına göre zencilerde işsizlik oranı % 10,5'tir ki bu oran beyazlardaki işsizlik oranının iki katıdır.
1990 yılında, yılda 50.000 dolardan fazla kazanan zenciler arasında yapılan bir soruşturmanın ortaya koyduğuna göre Amerikan toplumu içinde ırkçı anlayış ve zenci aleyhtarlığı hâlâ canlılığını koruyor. Söz konusu insanların % 66'sı derilerinin renginden dolayı dükkanlarda ve mağazalarda bir suçlu gibi telakki edildiklerini söylediler. Bunların % 79'u alışveriş yapmak istediklerinde satıcının düşmanca önyargısıyla karşılaştıklarını belirttiler.
1992 Haziran'ında Amerika'nın Los Angeles kentinde bir zenciyi çok şiddetli bir şekilde döven dört beyaz polisin mahkemece serbest bırakılması üzerine çıkan olaylar da Amerika'da ırk ayrımı politikasının ve ırkçılığın hâlâ ciddi bir sorun olduğunu ortaya koydu. Suçlu olduklarının kesin olmasına rağmen mahkemenin söz konusu dört beyaz polisi serbest bırakması Amerika'daki yargı mekanizmasının hâlâ zencilere karşı işlenen suçları suç olarak değerlendirmemeye meyilli olduğunu gösteriyordu. Mahkeme kararının açıklanması ile birlikte binlerce zencinin kararı protesto etmek için sokaklara dökülmesi, önce yakaladıkları beyazları dövmekle işe başlayıp daha sonra beyazların işyerlerini ateşe vermekle ve dükkanlarını yağmalamakla protesto eylemlerini sürdürmeleri de zencilerin hâlâ beyazlara karşı kin ve nefret yüklü olduklarını gösteriyordu.
Batıda ırkçılık sadece siyah-beyaz ayrımı şeklinde tezahür etmiş değildir. Üstünlük ve hakimiyet davasından yola çıkan Batılılar kavmiyet, milliyet farklılığını da ırkçılık davasında bir malzeme olarak gördüler. Faşizm ve nazizm ideolojileri Batılıların bu üstün olma davalarının ve ırkçı anlayışlarının ürünüdür. Ne var ki, ırkçı düşünce Batılının sadece geçmişinde ortaya çıkmış ve tarihinde kalmış bir düşünce de değildir. Yirminci yüzyılın sonuna yaklaştığımız şu yıllarda Avrupa ülkelerinde ırkçılık hareketlerinin yeniden güçlenmeye başladığı dikkatleri çekmektedir. Bugün Almanya'da neonazizm denilen ırkçı hareket gün geçtikçe güçlenmekte ve sesini daha çok yükseltmektedir. Neonazi gençler Almanya'nın değişik şehirlerinde terör estirmekte özellikle ülkedeki yabancılara karşı insanlık dışı saldırılar düzenlemektedirler. Neonaziler yabancı gençler arasında gruplar halinde dolaşarak, yabancıların çoğunlukta bulunduğu bölgelerde özel gruplar oluşturarak etrafa korku salmaya çalışmaktadırlar. Dikkat çeken bir husus ise birbirlerinden farklı görüşlere sahip Alman gençlerinin çoğunu yabancı düşmanlığının bir araya getirebilmesi. Bu ülkede yabancılara yönelik saldırıların günden güne artması bir başka dikkat çekici husus. Almanya'nın Federal Emniyet Genel Müdürlüğü'nün yaptığı açıklamalara göre 1992 yılının ilk üç ayında yabancılara yönelik saldırılarda bir önceki yılın aynı süresinde gerçekleştirilmiş saldırılara nispetle % 400 oranında bir artış kaydedildi. Federal Emniyet Genel Müdürlüğü 1992 yılının ilk üç ayında yabancı düşmanlığı kapsamına giren 600 kadar suç işlendiğini açıkladı. Neonaziler zaman zaman yabancıların evlerini yakmaya da teşebbüs ediyorlar. Nitekim 1991 yılının ilk sekiz ayı içerisinde bu şekilde yabancıların kaldıkları evleri yakmayı amaçlayan 62 teşebbüste bulunuldu.
Resmi kuruluşların yabancıları hedef alan saldırılarda gevşek davranmaları da neonazi teröristlere cesaret kazandırıyor. Mesela yabancılara yönelik saldırıların yoğun olduğu Rostock bölgesinden bir bakan, bölgede yabancıların kaldığı bir yurdun yakılması sırasında polise karışma emri verildiği yolundaki iddiaları doğruladı. Rostock bölgesinden bir bakan, ırkçıların, yabancıların kaldığı bir yurdu ateşe vermeleri sırasında polise "kenarda dur" emrinin verildiğini doğruladı, ancak emrin kimin tarafından ve niye verildiği konusunda bir açıklama yapmadı. Frankfurt belediye meclisi üyesi Daniel Chon Bendit, sorumlu yöneticilerin Rostock'ta aşırı sağcıların yabancılara saldırması sonucu meydana gelen olaylarda yetkilerini kötüye kullandıklarını bildirdi. Bendit, eyalet İçişleri Bakanı Lothar Kupfer, Rostock Belediye Başkanı Wolfgang Zöllick, İçişleri senatörü Peter Magdanz ve Emniyet Müdürü Siegfried Kordus'un olaylara müdahaleyi kasıtlı olarak geciktiklerini bildirdi.(
Yabancı düşmanı Alman gençlerinin böyle terör estirmelerine rağmen bu ülkedeki ırkçı siyasi partilerin son zamanlarda oylarını bir hayli artırmaları Alman yönetimini bile endişeye soktu. 1992 Nisan'ının başlarında Almanya'nın iki eyaletinde gerçekleştirilen seçimlerde, aşırı sağcı ve yabancı aleyhtarı Cumhuriyetçiler Birliği % 11.4 oranında oy aldı. Cumhuriyetçiler Birliği'nin aldığı bu oy oranının Almanya'da son kırk yılda ırkçı bir partinin alabildiği en yüksek oy oranı olduğuna dikkat çekildi. Bir diğer ırkçı parti Alman Halk Birliği, Schlesking-Holstein eyaletinde gerçekleştirilen seçimlerde oylarını hayli artırarak konulan oy barajını aştı ve parlamentoya temsilci sokmayı başardı. Öte yandan Almanya'da kamuoyu yoklamaları konusunda uzman kuruluşların yaptıkları araştırmalar sonucunda Doğu Almanya'da yaşayan Almanların % 21-25'inin Batı Almanya'da yaşayanların ise % 38'inin neonazilerin yabancılara yönelik saldırılarını normal karşıladıkları tespit edildi. Yapılan araştırmalar siyasi partilerin yabancı düşmanlığı konusundaki tutumlarının da, yabancılara yönelik saldırıları normal karşılayanların oranlarının artmasına sebep olduğunu ortaya koyuyordu. Bazı yorumculara göre siyasi partiler yabancılara yönelik saldırıları normal göstermeye çalışmakla Almanya'dan siyasi iltica hakkı isteyenlerin sayılarını düşürmeyi amaçlıyorlar. Ancak yabancılara yönelik saldırılar sadece siyasi iltica hakkı isteyenleri değil bu ülkeye işçi olarak çalışmak üzere gelmiş olanlar da dahil olmak üzere bütün yabancıları hedef alıyor.(9)
Irkçıların Fransa'da da son yıllarda güçlerini artırdıkları dikkat çekmektedir. Fransa'nın Fransız olmayanlardan tamamen temizlenmeleri gerektiği görüşünü savunan Jean Mari Le Pen'in liderliğindeki aşırı sağcı Milli Cephe'yi destekleyenlerin sayılarının son yıllarda bir hayli arttığı gözden kaçmıyor. Jean Mari Le Pen ve taraftarları, Fransa'daki yabancıların bu ülkeyi terk edip kendi ülkelerine dönmelerini sağlamak için onlara baskı yapılmasını, iş ve ikamet konusunda karşılarına çeşitli engeller çıkarılmasını istiyorlar. Fransa'daki en büyük azınlığı Müslümanların oluşturmaları sebebiyle Jean Mari Le Pen'in taraftarları en fazla Müslümanlara saldırmakta, en çok onları rencide etmeye çalışmaktadırlar. Hatta bu ülkede zaman zaman ortaya çıkan İslam aleyhtarı kampanyalarda Le Pen'in partisinin önemli etkinliği olmaktadır.
Fransız ırkçıları Müslümanlara yönelik terör eylemlerinde de başı çekmektedirler. Fransa'daki ırkçıların Müslümanlara yönelik saldırılarını özellikle son yıllarda artırdıkları dikkat çekmektedir. Bu konuya "terör" ile ilgili kısımda temas ettik. Irkçı Fransızlar sadece böyle terörist eylemlerle kalmıyor Müslümanlara ait ticaret yerlerinden alışveriş yapılmasını da engellemeye çalışıyorlar. Bazı Fransızlar besledikleri köpeklerini özellikle Müslümanlara saldırtmak için eğitiyorlar.
İngiltere Emniyet teşkilatının tespitlerine göre bu ülkede ırkçı düşüncelerle Asya asıllı renklilere yönelik yılda ortalama 60 bin saldırıda bulunuluyor. Bu saldırılar genellikle büyük şehirlerin kenar mahallelerinde oturan fakir yabancıları hedef alıyor.(10)
Avrupa'nın aşırı sağcıları Avusturya, İsviçre ve Belçika'da da büyük ilerlemeler kaydettiler. Bu ülkelerde 1991 yılı içinde gerçekleştirilen seçimlerde aşırı sağcı partiler basite alınamayacak başarılar elde ettiler. Belçika'nın yabancı düşmanlığı ile ünlü olan aşırı sağcı Flaman Bloku Partisi, 1992 yılı içinde yürüttüğü yabancı aleyhtarı propaganda kampanyaları ile oylarını bir hayli artırdı. Bunun yanı sıra Belçika'nın Flaman Bloku, Fransa'nın ünlü ırkçısı Jean Mari Le Pen'in liderliğindeki Milli Cephe (Front National) ile işbirliğine girdi. Yani Avrupa'nın ırkçıları artık yabancı düşmanlığı ve ırkçılık konusunda birbirleri ile yardımlaşıyorlar.
İtalya'nın aşırı sağcı partisi Lombarda Birliği bütün ülke çapında hızlı bir şekilde örgütleniyor. Hollanda'da aşırı sağcı Merkez Demokrat Parti 1991'in sonlarına doğru gerçekleştirilen seçimlerde önemli bir atılım yaparak parlamentoya girmeyi başardı.
Bu arada şuna da dikkat çekelim ki; Avrupa ülkelerinin mevcut yönetimleri ayıplarını dışarıya vurmamak için sözünü ettiğimiz partileri "aşırı sağcı" olarak adlandırmaktadırlar. Biz de onların kullandığı bu tabirleri aynen kullandık. İşin gerçeğinde bu partiler tamı tamına "ırkçı" partilerdir. Bu partiler ırkçılıklarını seçim propagandalarında ve daha değişik vesilelerle açığa vurmaktan çekinmemektedirler. Sözünü ettiğimiz partilerin her biri kendi ülkelerindeki yabancıların tümünün sınır dışı edilmesini, ülkelerine yerleşmiş olan göçmenlerin tümünden vatandaşlık haklarının alınmasını istemektedirler.
Dipnotlar:
1.M. Ahmet Varol, İslam Dünyasından Kesitler, C.II, sh.106, Seha Neşriyat, İstanbul, 1991
2.ABD'nin Kara Lekesi: Zencilerin Çilesi, Zaman Araştırma Grubu, Zaman, 27 Şubat 1992
3.M. Hilmi Gül, Afrika - Batı ve İslam, İslam, Nisan 1985, sh.22
4.Management Review, Mayıs, 1990; Zaman, aynı yazı.
5.Zaman, aynı yazı, 28 Şubat 1992
6.The Wisdom of Haji Malik Shahbaz, Kaset III; Malcolm X ve Cihadı, İslam, Ağustos 1984, sh.17-18
7.İslam, aynı yazı.
8.Milliyet, 2 Eylül 1992
9.Nebil Şebib, Almanya'daki Yabancılara Yönelik Terörist Saldırılar ve Meselenin Avrupa ve Uluslararası Boyutu, Filistin el-Muslime, Kasım 1991, sh.45
10.Nebil Şebib, Filistin el-Muslime, aynı yaz