(Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Dergisi Haziran 2008, Sayı: 117)
Birbiriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünen bu iki kavram aslında birçok yönden yakın bir ilişki ve bağlantı içindedir. Türkiye ile İsrail devletlerinin aynı bölgede iki yakın komşu olarak yer almaları nedeniyle bu iki kavramın gerçek yönlerinin olduğu gibi kamuoyuna yansımasını engellemiş ve bu nedenle Türk kamuoyunda bir bilgi eksikliği ortaya çıkmıştır. Soğuk savaş döneminde, dünya dengeleri farklı bir çizgide olduğu için bu bölgenin gerçek durumu belirginlik kazanamamış, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ortaya çıkan şaşkınlık ortamında gerçekçi bir değerlendirme yapılamamış, aradan yıllar geçtikten sonra geleceğe dönük gerçekler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmağa başlamıştır. Birbiri ardı sıra gündeme gelen olaylar, bunların yansımaları ve birbirini etkilemeleri karşısında dünya kamuoyu ile birlikte, Türk dünyası da işin görünmeyen yönlerini görmeğe başlamış ve bu doğrultuda geleceğe yönelik olarak daha gerçekçi değerlendirmeler yapılabilme aşamasına gelinmiştir. Bu yazı; yeni dönemin verileri ışığında hazırlanmış olan bir reel politik değerlendirme olarak hazırlanmıştır.
**
"Kemalizm", Türk ulusunun var olma ideolojisinin adıdır. Türkler on bin yıllık bir halk topluluğudur. Fransız Devrimi sonrasında başlayan uluslaşma sürecinde, çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu'nun, Birinci Dünya Savaşı sonrasında yıkılışını izleyen Ulusal Kurtuluş Savaşı sayesinde Türkler, çağdaş anlamıyla bir ulus olarak ve ulus devlet bütünlüğü içinde tarih sahnesine çıkabilmişlerdir. Batının önde gelen emperyalist devletlerinin Anadolu işgaline karşı Mustafa Kemal Paşa'nın öncülüğünde bir ulusal direniş sergileyen Türkler, savaş sürecinde çağdaş anlamda bir ulusal varlık ortaya koyabildikten sonra, devletlerini kurmuşlar ve günümüze kadar bu Türk ulus devleti Türkiye Cumhuriyeti olarak varlığını sürdürmüştür. Üç kıtanın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk asıllı kavimler ve topluluklar yaşamlarını sürdürürlerken, dünyanın jeopolitik merkezindeki çok uluslu Türk imparatorluğunun yıkılması üzerine, Anadolu ve Rumeli halkı çağdaş anlamda ulus devletlerini, Osmanlının merkez ülkesi olan Anadolu'da, "Misak-ı Milli" sınırları içerisinde tarih sahnesine çıkarabilmişlerdir. Ulus devletler çağı Avrupa'dan başlayarak bütün dünyaya yayıldığı süreçte, Türkler Orta Asya gibi tarih sahnesine çıktıkları bölgede değil ama daha sonraki gelişmeler çerçevesinde dünyanın merkezi bölgesi olan Ön Asya'da kendi ulus devletlerini oluşturarak, modernizemin insanlığa armağanı olan uluslaşma sürecini tamamlamışlardır. Kemalizm, bu süreçte Türklerin uluslaşması ve ulus devlet kurma olgusunun düşünce yapısıdır. Türkiye'de; Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm üzerine fazlasıyla kitap yayınlandığı için, emperyalizmin güdümünde, dış güçlerin yönlendirmesi altında olmayan, ulusal eğitim süzgecinden geçerek ulusal olma onurun taşıyan, özgür düşünce ortamında yaşama olanağı bulan Türkler, hem ulusal önderleri Atatürk'ü çok iyi bilmektedirler hem de Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm'i yakından tanımaktadırlar. Ne var ki, aynı durum İsrail ve Siyonizm'i için Türkiye'de söz konusu olmamıştır. Çünkü bu yeni küçük devlet ile onu yaratan tarihsel ideoloji üzerinde yayın yapılması, bu düşünceyi savunan kesimler tarafından engellenmiştir. Buna rağmen, günümüze kadar Türk dilinde yüzlerce kitap, İsrail Siyonizm ve Yahudiler üzerine yayınlanmıştır. Bugün gelinen aşamadan bu konuları din ve ırk düşmanlığının dışında ele alarak inceleyebilecek derecede yayın, Türkçeye kazandırılmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca İsrail, Siyonizm ve Yahudiler ile ilgili olarak Türkçede bin den fazla kitap yayınlanmıştır. Ayrıca dergi ve gazetelerde sürekli olarak bu konularda yayınlar yapıldığı için konu, Türk kamuoyunda da açıklığa kavuşmuş ve bu doğrultudan, bilimsel araştırmalar ve yayınlar, tıpkı diğer konularda olduğu gibi bir normalleşme süreci içerisinde birbiri ardı sıra yapılabilmiştir. Bugün gerek Internet üzerinden, gerekse kütüphane kataloglarına dayanarak, İsrail Siyonizm ve Yahudilik konuları artık bilimsel araştırma alanında normal bir çizgide ele alınarak çeşitli çalışmalara konu yapılabilmektedir. Ben de bir bilim adamı olarak, vatandaşı olduğum Türk Devletinin ortaya çıkış ve varlık düşüncesini yansıtan Kemalizm ile bu coğrafyada bir ırk ve din devleti olarak ortaya çıkan İsrail Devletinin var oluş ve yaşam düşüncesini yansıtan Siyonizm'i, karşılaştırmalı metodoloji çerçevesinde ele alarak bir değerlendirme yapmayı denemeye çalışacağım.
** Çok uluslu imparatorluklardan ulus devletlere geçilirken, Avrupa kıtasında Hıristiyanlarla birlikte yüzyıllarca çeşitli ülkelerde yaşamlarını sürdüren Yahudiler, dışlanmağa başlanmış ve Yahudiler de, bir ulus devlete sahip olma arayışı içine girmişlerdir. Roma İmparatorluğu döneminde başlayan ortak yaşam, Orta Çağ'da çekişmeye dönüşünce, karanlık çağlarda birbirini yok etme girişimleri yaşanmış, bu girişimlerden sonuç alınamayınca, Rönesans ve Reform ile dünyaya açılma başlamış ve Avrupa merkezli sömürge imparatorlukları sayesinde insanlık bütün dünyaya yayılmış, Fransız Devrimi sonrasında Avrupa'da ulus devlet modeline geçilmesiyle birlikte, Avrupa kıtasında Hıristiyan devletler birbiri ardı sıra uluslaşma sürecine girmişlilerdir. Bu aşamadan, Yahudiler yine dışlanmağa başlanmış, Rus milliyetçiliğinin katı tutumu Yahudileri hedef alınca istenmeyen olaylar yaşanmıştır. Rusya'da hızla gelişen Yahudi karşıtlığı yeniden Avrupa ülkelerine sıçrayınca, Batıdan yaşayan Yahudiler, yıkılmakta olan Osmanlı İmparatorluğuna gelerek, kendileri için kutsal ilân edilen topraklarda bir Yahudi devleti kurmak istemişler, ancak II. Abdülhamit'in buna izin vermemesi üzerine, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasına giden sürece katkıda bulunmuşlardır.
Çanakkale ve Suriye bölgelerinde Osmanlı ordularına karşı Yahudi birliklerinin savaştığını ve imparatorluğun yıkılmasından sonra Nil ve Fırat nehirleri arasındaki kutsal bölgede bir Yahudi devleti kurmak için mücadele ettikleri tarihsel kaynaklarla kanıtlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere ve Fransa devletleri İsrail devletinin, kurulmasına sıcak bakmayınca, Batı ülkelerinde yaşayan zengin Yahudi lobileri, Amerika Birleşik Devletlerine göç etmişler ve ABD'nin gücünü kullanarak, Siyonist ideolojinin temel noktası olan İsrail'in kurulması için çaba göstermişlerdir. Bu aşamada savaş sırasında Rusya'da meydana gelen sosyalist devrim dünyayı iki ayrı kutba bölmüş, Yahudiler bu durumdan yararlanarak göçe devam etmişler, hızla Filistin'deki Yahudi nüfusu artırmağa çalışmışlardır. Rusya'daki sosyalist devrime tepki olarak Avrupa ülkelerinde faşizm tırmanışa geçmiş, Mussolini ile başlayan süreç daha sonraları Siyonist örgütlerin desteği ile Hitler sayesinde Yahudi karşıtlığına dönüştürülmüştür. Bu süreçte Balkanlar'daki yoksul Yahudi kitleleri, Avrupa'dan kovularak Filistin'e zorunlu göçe yönlendirilmişlerdir. Hitler, bir anlamda Yahudileri Avrupa'dan kovarak, Orta Doğu'da Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasına yardımcı olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde, Hitler ve İkinci Dünya Savaşı olmasaydı, Yahudilerin Filistin'de devlet kuracak güce ve potansiyele erişmeleri mümkün olmayabilirdi. Savaş sonrasında dünya barışı için kurulan Birleşmiş Milletler örgütünün ilk kararı ile Filistin'de halkoylaması yapılmadan, dünya tarihinde ilk kez bir uluslararası kuruluş kararı yeni bir devlet kurulmuştur. Bu özel durumu yaratan güç, Siyonist lobilerin dünya ekonomisi ve siyasetindeki son derece etkili konumunun bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
**
Takvime göre dünya bugün iki binli yılların başlarını yaşamaktadır. Yahudi takvimini göre ise beş binli yılların ikinci yarısı yaşanmaktadır. Kendi takvimlerini, dünya takviminden daha eskilere götüren bu tutum, altı bin yıla yakın bir süredir bir ayrı varlık olarak dünya tarihinde yer aldıkları inancını göstermektedir. Mezopotamya döneminde dünya tarihine yerleşen bu var oluş olgusu, daha sonraki dönemlerde de devam etmiş ve gerek dinler arası çekişmelerde gerekse daha sonra da uluslararası gelişmelerde her dönemde etkin bir unsur olarak dünya tarihinde belirleyici olmuştur. Roma İmparatorluğu sonrası dönemde, tarihsel olayların doğuşu ve gelişmesinde her zaman Yahudi toplumları ayrı bir unsur olarak devrede olmuşlar ve dünya tarihinin belirlenmesinde etkili güçlerden birisi olarak yönlendirici bir etkiyi her zaman için devrede tutmuşlardır. Bugün de dünyanın en büyük ülkesi olan Amerika Birleşik Devletleri'nde en etkili lobinin Yahudi lobisi olduğu görülmektedir. Ne var ki, örgütlenme düzeyinde bu derece güçlü olmalarına rağmen kendi aralarında çıkan ihtilaflar nedeniyle farklı Yahudi lobileri arasında gündeme gelen ayrılıklar da Yahudilerin gücünü kırmıştır. Orta çağ Avrupa'sında Hıristiyanlar, Yahudileri ezmeğe çalışırken, Müslüman yönetimindeki Endülüs devletinde Yahudiler, varlıklarını sürdürmüşler hem uygarlığa katkıda bulunmuşlar hem de dünyanın merkez denizi olan Akdeniz üzerinden ticaret ve ekonomideki etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Hıristiyanların birliği tarafından 1492'de Endülüs'ün yıkılmasından sonra, Endülüs döneminde İspanya'da yaşayan Yahudiler ikiye ayrılmışlardır. Bir kısmı gemilerle Osmanlı İmparatorluğuna gelerek yerleşmiş, diğer kısmı da dünya kıtalarını keşfeden kâşiflerin ardından okyanuslara açılarak yeni kıtalara yerleşmişlerdir. Böylece dünyanın hem merkezine gelmişler ve Osmanlı ülkesinde yaşam düzeni kurmuşlar hem de, Batı Avrupa'nın sömürge imparatorluklarının çatısı altında bütün dünyaya yayılarak, dünya ticaretini ve ekonomiyi ele geçirmişlerdir. 0 dönemin merkezi devleti Osmanlı imparatorluğu olduğu için, İspanya dönemi sonrasında Yahudiler, bu devletin vatandaşı olarak merkezi coğrafyanın geleceğinde etkinlik sağlamağa çalışmışlardır. Sömürge imparatorlukları ile dünyaya açılan Yahudiler ise ekonomi ve ticareti ele geçirince, güçlü lobiler oluşturmuşlar ve dünyanın gidişini para gücü ile kendi çıkarları doğrultusunda etkilemişlerdir.
Vestfalya Antlaşması (1648) ile birlikte Avrupa kıtasındaki krallıkların giderek ulusal sınırlar içinde ulus devletlere dönüşme süreci başlayınca, Batıda Yahudi kimliği, yeniden sorun olmaya başlamıştır. Avrupa'daki gelişmeler, Rusya'da pogromlara (kıyımlara) dönüşünce, Yahudi göçleri hızlanmış ve yavaş yavaş kutsal topraklar olarak kabul edilen Filistin bölgesinde bir Yahudi devleti kurma düşü gelişmeğe başlamıştır. Bu bölgenin önemli yerlerinde olan Sion Tepesi bu düşüncenin simgesi haline gelmiş ve daha sonraki dönemlerde bu düşünce "Siyonizm" olarak hızla yayılmış ve bütün Yahudi kitlelerini etkilemiştir. Sion Tepesini dünyanın merkezi yapma düşüncesi ve bu tepenin üzerinde kurulacak bir dünya krallığı düzeni, yeryüzünün çeşitli ülkelerinde baskı ve tepkilerle karşılaşan Yahudi topluluklarının bir yaşam umudu olmuştur. On yedinci yüzyılın Pogromları bu düşüncenin hızla gelişmesine, bütün Yahudi toplumlarını etkisi altına almasına yol açmıştır. Sömürge imparatorluklarında zenginleşen Yahudi lobileri daha sonraları üst düzeyde Siyonist bir örgütlenmeye giderek, dağılmakta olan Osmanlı İmparatorluğundan iki kez resmi heyetler aracılığı ile Filistin bölgesini İsrail devletini kurmak için talep etmişlerdir. Osmanlı döneminde dünyaya yayılmış olan dış Yahudiler bir gün kutsal topraklarda bir araya gelme umudu doğrultusunda Siyonizm'e kayarken, Endülüs'ün yıkılması üzerine Osmanlı ülkesine gelen üçyüz bin Yahudi nüfus da, Osmanlı toprakları üzerinde Seferad topluluğunu kurarak, bu merkezi devletin geleceği ile yakından ilgilenmeğe başlamışlardır.
** Bu dönemde dış Yahudiler Siyonizm'e yönelirken, Pogromların Polonya ve benzeri Doğu Avrupa bölgelerinde yayılmasından korkan Osmanlı Yahudileri, bir kurtarıcı Mesih beklemeğe başlamışlar ve bunun sonucu da Osmanlı'nın Ege bölgesinden bir Hahambaşı kendisini kurtarıcı Mesih olarak ilân etmiştir. Bu din adamını önder kabul eden Osmanlı Yahudileri, bir anlamda iç Yahudiler olarak bu kişinin isminden gelen bir çizgide Sabetayizm'i kendileri için bir yaşam felsefesi olarak seçmişlerdir. Pogromlara tepki olarak dış Yahudilerde Siyonizm bir ideoloji olarak öne çıkarken, Osmanlı İmparatorluğunun merkezi topraklarında yaşayan Yahudiler içeride Sabeayizm'i hem bir din hem de bir var oluş ideolojisi olarak benimsemişlerdir. Osmanlı'nın Ege bölgesinde başlayan bu akım daha sonraları hızla Balkan bölgelerinde yayılmış ve Doğu Avrupa ülkelerini de etkilemiştir. Böylece Osmanlı İmparatorluğu döneminde Musevi toplulukları; iç ve dış Yahudiler olarak ikiye ayrılmış, dışarıdakiler Siyonizm'i bir ideoloji ve inanç sistemi olarak benimserken, Osmanlı İmparatorluğunun topraklarında yaşayan iç Yahudiler de Sabetayizmi, bir inanç ve düşünce sistemi olarak kabul etmişlerdir. On yedinci yüzyılda ortaya çıkan bu durum daha sonraki yüzyıllarda gelişerek bir kemikleşmeğe neden olmuş ve Yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki dünya yapılanmasında ciddi bir Siyonist ve Sabetayist çekişme gündeme gelmiştir. Siyonistler, Osmanlı sonrası dönemde, İngiltere ve Fransa gibi sömürge İmparatorluklar aracılığı ile Osmanlı ülkesine girmeğe çalışırlarken, Osmanlı vatandaşı olan Sabetayistler ise önce Balkan Savaşında kurdukları çetelerle, Balkan bölgesini anayurtları olarak kurtarmak istemişler, ama bunda başarılı olamamışlardır. Vatikan'ın öncülüğünde Avrupa'nın Hıristiyan ülkeleri Osmanlı devletini, Avrupa kıtasından kovmak üzere, Balkan Savaşlarını kışkırtmış ve bunun sonucundan da Sabatay kitleler, Osmanlı'nın ana ülkesi olan Balkanlar'dan kovularak, arka ülkesi olan Anadolu'ya gelmişler ve Balkanlar'da başaramadıkları kurtuluş savaşını Anadolu'daki Türk Ulusal kurtuluş Savaşı'na katkı sağlayarak tamamlamak istemişlerdir. Osmanlı sonrası dönemde Siyonizm, İngiltere ve Fransa aracılığı ile Orta Doğu'ya dış Yahudilerin gelişini örgütlemeğe çalışırken, iç Yahudiler olan Sabetaylar ise Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı içinde yer alarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş bir ulus devlet olmasına katkıda bulunmağa çalışmışlardır. Siyonizm ve Sabetayizm, Osmanlı sonrasında merkezi coğrafyada yeni bir düzen kurulması konusunda anlaşamamışlardır. İngiltere, Siyonistlerin projesine karşı çıkarken, Sabetaylarla işbirliği yapmağa çalışmış Siyonistler ise göçler yoluyla gittikleri Amerika Birleşik Devletlerini kullanarak, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hitlerin de katkıları ile bir Yahudi devleti olarak İsrail'i, Orta Doğu'da Birleşmiş Milletler kararı ile kurmuşlardır. Böylece Siyonizm esas hedefine ulaşmıştır ama karşısında Kemalizm'in yarattığı bir Türkiye Cumhuriyeti olgusu ile karşılaşmışlardır. Siyonistler ile Sabetayistler arasındaki çekişme nedeniyle, Osmanlı sonrasında bir Büyük İsrail devleti Orta Doğu'da kurulamamıştır.
Siyonizm; bir ideoloji olarak Yahudilerin kutsal topraklarına dönmelerini Nil'den Fırat'a kadar olan merkezi ülkede bir Yahudi devletinin kurulmasını, Kudüs'ün önce İsrail'in, sonra Büyük İsrail Devleti aracılığı ile merkezi coğrafyanın daha sonra da, Yahudilerin ekonomik üstünlükleri aracılığı ile bütün dünyanın, başkenti olmasını, Siyon tepisinde de bir Yahudi krallığının tahtının oluşturulmasını böylece, Siyon tepesinin dünyanın merkezi olarak bütün dünyaya kabul ettirilmesini savunmaktır. Bir ulusal ve ırksal hedef koyan Yahudilik, Musevi dini aracılığı ile doğuştan Yahudi olmayan kesimlerden de taraftar bulabilmektedir. Hazar döneminden kalan Musevi Tatarlar ile ABD'de hızla yayılan Siyonizm'in ideallerine inanan Hıristiyan kitleleri çatısı altında toplayan Evanjelik tarikatın da, Siyonizm doğrultusunda kati Yahudi lobilerine yardımcı oldukları görülmektedir.
Özelilikle, Türkiye'ye gelen Kırım asıllı Karaimlerin içinde de Siyonizm'in genel hedefleri doğrultusunda hareket eden kesimlere rastlanılmaktadır. Musevi dinini kabul etmiş olan Hazar devletinden kalma Tatarlara ek olarak, günümüzde bir de, Barzani önderliğinde kurulmak istenen Kürdistan devleti nedeniyle Yahudi Kürtler olgusu da gündeme gelmiştir.
Tıpkı, Evanjelikler ya da Karaimler gibi Yahudi Kürtlerin de Siyonizm doğrultusunda hareket ettikleri görülmektedir. İsrail devleti'nin bütün Orta Doğu'nun merkezi olması doğrultusunda, Kürdistan ikinci bir İsrail olarak kurulmakta ve İsrail'in Hazar bölgesine ulaşan kolu olarak Yahudi kimliği içinde Kürt Yahudileri aracılığı ile yer almaktadır. Bir anlamda, Yahudi örgütü olan Siyonizm'in ürünü olarak ortaya çıkan Kürdistan, Yahudi dönmesi olan Sabetaycıların desteklediği Kemalizm'in kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni, yıkılışa götürecek bir tehdit olarak gündeme getirilmektedir. Yirminci yüzyılın ortalarında Üçüncü Dünya Savaşı'nın çıkacağı, bölge olarak ilân edilen Kuzey Irak'ta bugün Sabetayların desteklediği, Kemalizm'in ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti ile Siyonistlerin desteklediği Yahudi Kürdistan Projesi karşı karşıya gelmiştir. On yedinci yüzyılda başlamış olan ve yirminci yüzyılda Osmanlı sonrasında iyice yolları ayrılan Siyonizm ve Sabetayizm çekişmesinin günümüzde Kuzey Irak üzerinde düğümlendiği anlaşılmaktadır. İç Yahudilerin destelediği Kemalist Türkiye Cumhuriyeti, günümüzde dış Yahudilerin desteklediği Siyonist Projenin ikinci adımı olan; Yahudi Kürdistan Projesi ile ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Bir anlamda; iç ve dış Yahudiler arasında bu çekişme nedeniyle, Türkler ve Kürtler karşı karşıya gelmekte ve bir Türk-Kürt savaşı ile üçüncü dünya savaşı başlatılmak istenmektedir. Aklı başındaki, Türk ve Kürt kesimlerinin uzak durduğu bu çekişme; günümüzde Siyonizm'in dünya imparatorluğu hedefi doğrultusunda kışkırtılmaktadır. Türkler bu yüzden dünyanın merkezindeki ulus devletlerini yitirme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Kürtler ise; yeniden bir savaş sürecinde ezilme tehdidiyle yüz yüzedirler. ABD öncülüğünde yeni bir dünya düzeni oluşturma projesi, Kuzey Irak topraklarında ikinci bir İsrail olarak Yahudi Kürdistan devletinin kurulmasını gündeme getirmiştir, Tevrat ve diğer kutsal kitaplardaki ilkeler doğrultusunda sürdürülen küreselleşme ve bunun uzantısı olan Büyük Orta Doğu Projesi, dünyanın merkezi alanında yer alan bütün İslam coğrafya sının yeniden düzenlenmesini istemekte ve bu doğrultudaki yenilikleri bölge ülkelerine zorla dayatmaktadır. Irak ve Afganistan gibi batı sistemine uzak olan ülkelere asker ve ordu zoru ile değişim dayatılmakta, Türkiye gibi batıya yakın ülkelere ise bu değişim Avrupa Birliği üzerinden demokrasi ve insan hakları gibi kutsal kavramların emperyalist amaçlı kullanımıyla baskıyla yaptırılmağa çalıştırılmaktadır.