Masonluk ile ilgili araştırma ve incelemelerime başlamadan çok önce, kimileriyle yaptığım söyleşiler sırasında masonlardan söz edildiği olurdu. Bu söyleşilerde kimi bildik ya da tanıdık kişilerin “mason” olduğuna değinilmesi de söz konusuydu.
İşte bu söyleşilerden birinde, görüşmekte olduğum kişi bana bir başka “mason” olan kişiden söz etmiş ve onun Masonluk ile bağlantısını şöyle yüceltmişti:
«O, öyle büyük bir masondur ki…. Kendine ait bir locası bile var?»
O tarihte bunun üzerinde durmamıştım. Demek masonlardan kimilerinin kendine ait locası olabiliyordu.
Sonraları, pek sonraları, Masonluk ile bağlantılı ayrıntılı bilgiler edinmeye başladığımda, bu deyişin aslında pek yanlış, yetersiz bir bilgiye dayanarak söylenmiş olduğunu fark ettim. Hiçbir yerde hiçbir kimsenin kendine ait bir locası olduğundan söz edilmiyordu. Üstelik bir masonun tek başına bir locaya sahip olabilmesi, Masonluğun dünyanın her yerindeki genel geçerli örgütlenme tarzına aykırıydı.
Peki, yanlış söylenmiş bile olsa, adı belirtilmiş olan o “kişi”nin niçin kendine ait bir locası olduğundan söz edilebilirdi?
Belki o kişi bir “büyük üstat” idi. Bu nedenle, o üstün görevinden ötürü locanın (büyük loca ve loca arasında ayırım yapmaksızın) ona ait olduğu söyleniyordu.
Bu söyleşinin geçtiği yer Ankara. Türkiye’deki Masonluğun tarihinden bildiğimiz üzere, Ankara’daki masonik çalışmalar uzun süre tek bir loca çatısı altında yapılmış. O locanın üye sayısı 300’ü geçmiş ama her nedense ikinci bir loca kurulmamış.
Yanıt bu olabilir miydi?
Hayır çünkü bu söyleşi çok daha sonraki bir tarihte Ankara’da artık birçok locanın bulunması gereken bir dönemde yapılmıştı.
O halde?
Bu konunun yanıtı ancak bir yorum olabiliyor. Bir locadan “falanca kişinin locası” diye ancak şöyle bir durumda söz edilmekte olabilir:
O kişi zaten bulunduğu mason kuruluşunda üst düzeyde bulunan, tanınan, güçlü, etkili bir masondur. Sonra yeni bir loca kurulur. O kişi bu yeni locanın kuruluşunda yer alır hatta önderliğini yürütür. Kim bilir belki bir süre locanın üstad-ı muhteremliğini yapmıştır; üstelik bu görevin süresi kısıtlanmış olsa bile, kısa bir aradan sonra yine üstad-ı muhterem olmuştur. O locanın girdisi çıktısı ondan sorulur. Loca, kurallarına uygun olarak kendi içinde demokratik bir tarzda işlemekte olsa bile, ona olağanüstü düzeyde saygı ve sevgi gösterilmekte, öncelikle onun dediği gönüllüce yapılmakta, loca öncelikle onun yönlendirdiği tarzda çalışmaktadır.
Localarda böyle masonlar görülmüştür ve günümüzde de görülmekte olmaması için bir neden yoktur. Buna karşın hiçbir loca tek bir kişiye ait değildir ve ne kadar üst düzeyde bir kişi olursa olsun o da locanın sadece bir üyesi olup, kararlarına uymakla yükümlüdür.
Bütün bunları niçin yazdım?
Şayet bu satırlarımı okuyanlar herhangi bir yerde böyle bir söz edildiğini duyacak olursa, aslında bunun yanlış olduğunu, asıl neden söz edilmek istendiğini bilsin diye.
Masonluğun tarihinde hiçbir yerde tek bir kişinin gerçekten de sahip olduğu loca yok muydu? Böyle bir durum hiç olmamış mıdır?
Vardır. Olmuştur. Nitekim olduğunu 1980’li yılların başlarında İtalya’da patlak vermiş olan P2 (Propaganda Due) adlı loca skandalından biliyoruz. O dünyayı sarsan bir skandaldı. Masonluk ile bağlantısı ise aslında pek zayıftı; sadece kuruluşunda. Buna benzer bir diğer loca olmuşsa, o da mutlaka ilgili büyük locanın indinde büyük bir baş ağrısı yaratmıştır.
Çünkü Masonlukta monarşinin yeri yoktur.