"Dinde Öze Dönüş Projesi"
Bu konuyu araştırmıştım ama bu "Dinde Öze Dönüş Projesi" terimini nerede okudum bilmiyorum. Aklımda öyle kalmış. Başlığı da o şekilde attım.
Bir konuda fikri olan herkesin o konuya girebileceğini savunurum. Ama nereden girer bilmem. Çıkabilir mi onu da bilemem. Uzun zamandır düşünüyordum bu konuya "Nereden girsem, nereden çıksam?" Hala pek aklımda şekillenmedi ama yazdıkça gelir diye düşünüyorum.
Kiminiz iyi bir noktaya değindiğimi düşünüyor, kiminiz "Bunun M. Kemal'le ne alakası var?" diyor. Belki kiminiz de "Bu da nesi?" diyorsunuz.
Tamamen M. Kemal'e ait bir proje. Hissettirilmeden, isim verilmeden yürütülmüş, ama ne yazık ki karşı devrime direnememiş bir proje.
Neyse başlayayım. Ama baştan söyleyim ben anlatmayacağım. Tarihi belgeleri sererek yapacağım bu işi. Yani kelimelerin çoğu bana ait olmacak.
Bismillahirrahmanirrahim...
Dersem ne olur?
Baştan kaybederim konuyu. Tekrar başlamayı deniyorum o halde;
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adı ile...
Öncelikle bu projeyi biraz tanıtayım. Dinde "Öze" dönüş
Nedir bu "Öz"? Veya hangi "Öz"?
Burada iki tane "Öz" anlayışından bahsetmek mümkün.
1-) Asrı Saadet dönemindeki öz ve saf dine dönüş. Yani Hz. Muhammed dönemindeki dine, dinin özüne dönüştür.
2-)Dini özümsemektir. Milletin diniyle özdeşleşmesidir. Dini kendine çevirmektir. (Dikkat! Dini kendine alet etmek değil, kendine çevirmek.)
Ve bu konu bildiğiniz üzere İslam dinini kapsar. Ve İslam dininde reform yoktur. Ancak öze dönüş vardır. (Tartışılabilir tabii ki ama bu başka bir konu)
Öncelikle çok önemli bir olayı aktaracağım. Bu projenin M. Kemal'in aklında yeşermesine sebep olan çok ama çok önemli bir olay.
"Şam'daki garnizonda basit bir nedenle kavga eden biri Türk, diğeri Arap kökenli iki eri karşısına alan nöbetçi subayın, kimin haksız olduğunu bile araştırmadan, 'Sen kim oluyorsun da Kavm-i Necib'ten birine hakaret ediyorsun?' diye Türk erini suçlaması ve aşağılaması, M. Kemal'de imparatorluk içindeki üstün kavim anlayışına karşı büyük bir tepki doğurmuş, Türklük duygularını kamçılamıştır."
İşte bu gibi olaylar (bazı insanların Arapları Kavm-i Necib olarak görüp onları üstün tutması -Arap fanatikliği-) M. Kemal'in düşünce dünyasında derin bir etki bırakmıştır. Bana kalırsa M. Kemal Araplara karşı ister istemez bir tepki beslemiştir demek de hatalı olmaz.
Elbette bu proje, harf devrimiyle ilişiktir. M. Kemal harf devriminden sonra yurt gezisi sırasında Tekirdağ'dadır. Atatürk, Tekirdağ'da Eskicami İmamı Mevlana Mustafa Özveren'e söyler.
"Hoca Efendi yaz bakalım: 'Vettini vezzeytuni ve Turi Sinin ve haze'l-Beledi'l-Emin..."
(Anlamı: İncire, zeytine, Sina dağına, Bir de şu emin beldeye yemin ederim ki...)
Hoca bu ayetleri doğal olarak Arap harfleriyle yazmıştır. M. Kemal, hocanın gözlerine bakar. "Hocam ben bu yazdıklarını 'valtin vaiziton' diye okuyorum. Ne dersin?
Mustafa Özveren Hoca; "Efendim, bunun üstünü var, esresi var, şeddesi var. Bakınız bunları koyduğunuz zaman aslı gibi okunur." şeklinde cevaplandırdı.
M. Kemal, hocanın yazdığı ayeti çevresindekilere de okutmuştur. Fakat herkes farklı şekillerde okumuştur. Ve Başöğretmen kalemi eline alır. Türkçe harflerle yazmaya başlar ayeti.
"Görüyorsun ya hoca efendi, bu harflerin şeddesi yok. Hem bak bu harflerle ne kadar kolay ve yanlışsız okunuyor. Biz işte bunu düşünürsek ve Batı eserlerini de kolayca öğrenebilmek için bütün dünyaya lisanımızı kolaylıkla öğretebilmek için Latin harflerini kabul ediyoruz..."
Hoca "Çok güzel efendim. çok güzel, diyecek bir şey yok. Allah muvaffak etsin." demiştir.
M. Kemal kağıdı Mevlana Mustafa Özveren Hoca'ya uzatır. "Bu kağıt sende kalsın, bir hatıram olsun. Yeni herfleri öğren ve herkesi öğrenmeye teşvik et, bir daha gelişimde seni böyle göreyim."
Bir başka diyalog;
Karabekir: "Kur'an'ın Türkçeye çevrilmesini emretmişsiniz."
M. Kemal: "Evet"
Karabekir: "Peki o zaman elif, lam mim ne olacak?"
M. Kemal: "Ne olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim şeklinde kalacak."
Bu konuşmayı biraz daha açıyım. Bir başka kaynağa göre M. Kemal burada sadece "Evet!" dememiştir.
"Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” demiştir. Bu sözü başka bir kaynaktan herhangi bir diyaloğa bağımsız olarak buldum. Muhtemelen burada söylenmiştir diyerek aktarıyorum. Burada söylenmemişse de değişen pek bir şey olacağını düşünmüyorum.
Bu söz biraz ağır gelebilir. Hatta kimilerine çok ağır bile gelebilir. Yazının devamında M. Kemal'in bunu neden böyle söylediğini (Kesinliği yok tabii. Söylememiş de olabilir.) daha rahat bir şekilde anlayacağız. Henüz bu noktada sadece "yave" kelimesini açıklamak isterim.
Yave: Saçma, saçma sapan söz.
M. Kemal, bu tarihte Karabekir'i çoktan silmiştir. Cümle baştan aşağı tezatlık kokmaktadır zaten. Karabekir'in zıttına gitmek amacıyla söylenmiş bir sözdür. Arapoğlu ve Türkoğlu tabirlerinden de anlaşılmaktadır bu durum. (Tekrar belirtiyorum. Eğer söylendiyse...)
Bu bölümü vaktimin darlığı yüzünden kapatmak zorundayım. Son olarak Kur'an'dan birkaç ayet vereceğim ki kimse bu yapılanların İslam'a aykırı olduğunu düşünmesin.
"Biz her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın." (İbrahim 14/4)
"Biz onu Arapça bir Kur'an indirdik ki anlayasınız." (Yusuf 12/2)
"Onu Ruh'ul emin, uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine açık Arabça bir dil ile indirmiştir." (Şuara 26/196-193)
"Eğer biz onu yabancı bir Kur'an yapsaydık derlerdi ki: "Açıklamalı değil miydin? Araba yabancı söz mü geliyor? (Fussilat, 41/44)
Buraya 1. bölüm diyelim. Üzgünüm vaktim dar. Devam edeceğim.
Ayrıca site yöneticilerinden rica ediyorum. Konuyu "İnançlar" bölümüne lütfen ama lütfen taşımayın. Bu M. Kemal Atatürk'ün konusudur.
Ve kimseyi dindar göstermek gibi bir niyetim yok. Tek derdim tarihi gerçekleri paylaşmak.
Saygılarımla...
MMT