"Kur'an anlamdır, lafız değil."
Devam edelim;
"Hutbeden ne anlıyorsun Hacı... Doğru söyle!"
"Ne anlayayım oğlum. Okuyorlar, biz de dinliyoruz. Ben cahil adamım, tabii anlayan anlar. Sizler anlarsınız."
"Ben de anlamıyorum."
İşte bu diyalog, M. Kemal'le Hüseyin Ağa arasındaki konuşmanın bir kesitidir. Artık M. Kemal, ne yapılması gerektiğine karar vermiştir.
Kazım Karabekir'e dediği gibi Kur'an tercüme edilecektir.
Ortalıkta düzgün bir çeviri yoktur. Çünkü Temmuz Devrimi'nden sonraki tercümeler Şeyhülislam tarafından toplatılmıştır. İttihat ve Terakki'nin başta olduğu dönemlerde bazı çalışmalar da yapılmamış değildir. Fakat yetersizdir. İstenileni vermemiştir.
Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi ve elli kadar arkadaşının Diyanet İşleri bütçesine "Kur'anı-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerin Türkçe tercüme ve tefsir heyeti için ücret ve masraf olarak yirmi bin lira ödenek eklenmesi"ni istemişlerdir. Meclis de bunu onaylamıştır.
Cumhuriyet döneminin gazetesi Cumhuriyet Gazetesi 23 Şubat 1341 tarihli sayısının manşetine "Meclis, Kur'an-ı Kerim'in tercümesini kabul etti." cümlesini taşımıştır.
Cumhuriyet'in ilk önemli tefsiri, Hamdilili Mehmet Vehbi Efendi'nin "Hülasatü'l Beyan Fi Tefsiri Kur'an"ıdır.
Bu tefsir önemliydi fakat yeterli değildi. Daha kapsamlı ve geniş bir tefsir gerekiyordu. M. Kemal bunun için gereken parayı cebinden vermiştir.
Ve işte tarihin dönüm noktası ortaya çıktı. Henüz eline su dökülememiş tefsirci olarak tanınan Elmalılı Hamdi Yazır bu işi üstlendi.
1924 tarihli meclis kararından sonra Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsire başlamıştır. 1935 yılında tefsir tamamlanmış, 1936 yılında ise basılmaya başlamıştır. 1936-1939 yılları arasında 10.000 takım olarak bastırılmış ve dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkiye'nin her köşesine ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Elbette 10.000 takımın ücretsiz dağıtılması her eve girmesi demek değildir. Ama "Hak Dini Kur'an Dili" tefsirinin 9 cilt ve 6433 sayfadan oluşması işin ciddiyetini biraz daha gözler önüne serecektir.
Bu eserin önsözünün de M. Kemal'e ait olduğu bilinmektedir. M. Kemal'in hazırlanacak tefsir için ortaya koyduğu 7 şartından biri şöyledir:
"Eserin başına Kur'an hakikatini açıklayan ve Kur'an'la ilgili bazı önemli konuları izah eden bir mukaddime yazılacaktır."
Günümüzdeki "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsirin bir önsözünün bulunmaması, M. Kemal'in kaleme aldığı önsözün ortalarda gözükmemesi şaşılacak bir vaziyettir. Akla birçok soru işaretini getirmektedir. Ama cevap açık ve nettir.
M. Kemal'in mukaddimesi bazı kişiler ve düşünceler tarafından yok edilmiştir!
Atatürk dönemi olarak nitelendirdiğimiz 1923-1938 yılları arasında toplam basılmış tefsir sayısı 100.000'e yakındır.
Kur'an'ın bir de tercüme meselesi vardır ki akıllara zarar. Hala tartışılmakta olan bir konudur. Başrol İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy'dur. (Elbette bu tartışmaya şu an girecek değilim.)
İlk başta bu iş için Akif görevlendirilmiştir. Fakat 27/12/1936 tarihinde sirozdan ölen M. Akif, bu işi -şöyle ya da böyle- yarım bırakmıştır. Daha sonra bu işi de üstlenen Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, henüz daha iyisi yapılamamış olan Kur'an mealini de yazmıştır. Bu konuda Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın katkısı gerçekten çok büyüktür.
Başka bir adım daha atmanın sırası gelmişti. Birinci meclisin reddettiği Türkçe hutbe artık resmi olarak dine girmeliydi. Aslında Türkçe hutbe tarihte ilk olarak Anadolu topraklarında bile verilmemişti. Osmanlı'nın hakimiyeti dışındaki bir toprakta verilmişti bu hutbe. Ama Osmanlı topraklarında da verilmiyor değildi. Saltanatın kaldırılmasından sonra bazı çevrelerde bu "Türkçe Hutbe" meselesi artış göstermiştir. Fakat daha sonra Şeyhülislamlık tarafından yasaklanmıştır.
Tarih: 5/02/1932, Yer: Süleymaniye Camii, Vakit: Cuma namazı
İşte tam bu sırada Hafız Saadettin Kaynak hutbesine başlamıştır. Fakat bu hutbe bugüne kadar olanlardan çok daha farklıdır. Bu hutbeyi insanlar anlamaktadır. Bu hutbeyi insanlar dinlemektedir. İlk defa bilinci açık bir şekilde dinlemektedir insanlar hutbeyi. Aslında değişen insanlar değildir. Değişen hutbenin şeklidir. Çünkü bu hutbenin dili Türkçe'dir. Ana dilde verilmiştir bu hutbe. İlk resmi Türkçe hutbedir.
Bundan önce de hutbeler de Türkçe kullanılmıştır. Fakat Saadettin Kaynak'ın hutbesinin resmi dili Türkçe'dir. 1928-1932 yılları arasında olduğu gibi Türkçe burada "Arapçanın tecümanı" değildir. Burada Türkçe başroldedir. Elbette M. Kemal'in emriyle olmuştur tüm bunlar.
(Bu arada Türkiye'deki ilk Türkçe hutbe, Abdülmecid'in halife seçilmesinden sonra İstanbul Fatih Camii'nde Müfit Efendi tarafından okunmuştur.)
Hafız Saadettin Kaynak'ın anlattığına göre Süleymaniye Camii hıncahınç doluydu. Minbere çıkan Saadettin Kaynak'ın başında sarık yoktu. Başı açıktı. Kalabalığın başında da fötr şarpka vardır. Bu manzara her şeyiyle "Yeni Bir Türkiye" tasviriydi. Ve bu muhteşem kalabalığın içerisine de 150 de sivil polis karışmıştı.
Saadettin Kaynak'a kulak verelim:
"Ben Türkçe hutbeyi okur okumaz, kalabalık arasından bilahare Arap olduğu anlaşılan biri, sesini yükselterek, 'Bu namaz olmadı...' diye bağırdı. Fakat çok şükür itiraz eden yalnız bir Arap'tı."
Görüldüğü üzere Arap emperyalizmi burada da kendini göstermiş, binlerce Türk hutbeye canı gönülden kulak verirken sadece bir Arap duruma itiraz etmiştir.
M. Kemal, cuma hutbesi için Rıfat Börekçi'yle 50 maddelik bir "Konular" listesi çıkarmıştır.
Şöyle bir bakıyorum, ilk gözüme çarpanlar şunlar:
-Sanat -Ziraat -Namazın Hikmeti -Namaz ve Hikmeti -İçkinin Kötülüğü (İki kere tekrarlanmış)
-Eksik Ölçenler, Yanlış Tartanlar -Ticaret (İki kere tekrarlanmış) (...)
Türkçe hutbe meselesi de hallolmuştu artık...
Saygılarımla...
MMT