1842 yılında, Almanya’nın Coswig kentinde doğan Hermann Cohen, bir hazanın oğludur. Bleslau’da ( şu anda Polonya’dadır) Yahudi Teoloji Okulunda okuduktan sonra haham olmamaya karar verir. O andan itibaren Breslau ve Berlin’deki üniversitelerde felsefe okur ve 1865 yılında Halle Üniversitesinde doktorasını tamamlar. 1873’te Marburg Üniversitesinde felsefe öğretmeni olarak göreve başlar ve üç sene içinde profesör olur. Hayatının son yılı, Hochscule für diie Wissenschaft des Judentums’da öğretmenlik yaptığı Berlin’de geçer. 1918 yılında ölür.
Kant idealizminin savunucusu olmasına rağmen Cohen, Kant siteminden bazı yönlerden ayrılır. İlk olarak, Cohen numenler dünyasını, bilinemeyen bir boyut olarak değil, insanoğlunun mantıksal düşünce ve deneysel araştırmalar üstüne kurduğu teorileri arayışının sembolü olarak açıklar. Kant’ın, duygusal algıların alınması ile kendiliğinden anlama eylemi arasında ayrımını kabul etmeyen Cohen, insan düşüncesini, aklın yaratıcı eylemi olarak tasavvur eder ( deneyimle ortaya çıkan organize bir süreç olduğu fikrine karşı) . İkinci olarak, etik alanında, Cohen, ölümsüzlük kavramının, içsel etik değerlerle bir uzlaşma yolu olduğunu iddia eder. Onun görüşüne göre, Tanrı fikrinin işlevi , etik düşüncelerin günlük hayatta gerçekleştirilmesini güvence altına almaktır. Ahlaki yükümlülüklerin gerçekleşebilmelerinin tek dayanağı budur.
Felsefi eserlerini yazarken Maimonides’in Şaşkınlar Kılavuzu’nu örnek alan Cohen , Yahudi Kaynaklarında Mantığın Dini adlı çalışmasında , Yahudi inancının esaslarını , insan mantığının ışığında yeniden tanımlamaya girişir. Eserinde, Cohen Yahudiliğin temel kavramlarının- Tanrı, yaradılış, vahiy, kefaret, mesih- aslında bilimsel ve etik bir dünya görüşünün merkezi kavramları olduklarını göstermeye çalışır. Tıpkı Kılavuz’da olduğu gibi, Mantığın Dini’nin de iki esas amacı vardır:
1. Felsefi bir sistemin temelini ortaya koymak
2. Yahudi kaynaklarının, mantığın dini ile uzlaştığını göstermek için yorumlanmak
Bu iki amaç Cohen’in , eleştirel idealizm ile mutlak tektanrıcılık arasında içsel bir bağ olduğuna dair inancı ile uyumludur.
Cohen’e göre, Tanrı’yı bir fikir olarak kavramak O’nun gücünü azaltmaz:
Etik bir gerçek olarak fikrin gerçekliğe ulaşabileceği en açık şekilde, Tanrı’nın insana duyduğu sevgide temellenen insanın Tanrı’ya olan sevgisinde görülür. Kendini gerçekleştirme fikrinin gücü hiçbir yerde, fikrin sevilmesinde olduğu kadar açıkça görünmez. Bir fikir nasıl sevilebilir? Bir insan , duygusal sevgide bile sadece idealize edilen insanı, insanın fikrini sevmez mi? (Cohen, 1972,160)
Cohen, Yahudiliğin merkezi özelliğinin Tanrı’nın tekliğinden çok, Tanrı’nın eşsizliği olduğunu söyler: Tanrı ile dünya arasındaki fark temelde nitelikseldir. Tanrı fenomen dünyasının kaynağıdır, dolayısıyla Tanrı fikri, bilimsel eylemlerin de önkoşuludur. Ayrıca,Cohen, kainatın sonsuz olduğuna inandığından, yaradılış fikrinin, Yahudi Dua kitabında da yer aldığı gibi, sürekli yenilendiğini öne sürer: ‘ Tanrı yaradılışı her gün yeniler’. Benzer şekilde, vahiy tıpkı yaradılış gibi, belirli tarihi olaylarla sınırlı değildir.
Cohen’e göre, vahiy insanoğlunun akıl sahibi olduklarını gösterir- bu yorum , kutsallık kavramını algılanışında da kendini gösterir. Kutsallık ruhu , Tanrı ve insanlığın paylaştığı ahlaki bir niteliktir: Tanrı , ahlaki eylemin arketipi olmakla kutsaldır, insandaki kutsallık ise İlahi olana öykünmelerinde ortaya çıkar. Cohen için, İlahi Olanla insanın aralarındaki ayrımı belirsizleştirmeden ilişkide olmaları hayati önem taşır. Baruh Spinoza’nın aksine Cohen, Tanrı ile dünyayı iç içe geçirmeye çalışan her türlü panteist görüşe karşıdır. İnsanlığın arayışı , sadece Tanrı’da varolan iyiyi var etmek üzerindendir.
Bu karşılıklı ilişkiyi temsil etmek için Cohen, ‘ilişkilendirmek’ ifadesini kullanır: Etik tektanrıcılık insan ile Tanrı’yı, dost-insan, birey ve insanlık kavramlarıyla ifade edilen üç kip ile ilişkilendirir. Cohen’e göre tektanrıcılık, öteki insan ( nebenmensch) kavramının karşısında dost kavramını ( mitmensch) ele alan ilk dini ideolojidir. Dost-insan doktrini , insanın kendisi ile ‘öteki’ arasındaki ortak bir bağın farkındalığını yaratır. Bu aynı zamanda, ahlaki ‘anlayışlı olma’ görevini de doğurur. Burada, “Komşunu kendin gibi sev’ emri , ‘Karşındaki dost insanı sev çünkü o sana benzer’ anlamına gelir. Peygambersel geleneğe dayanarak , bastırılanların ve öldürülenlerin acılarının , suçsuz acı çekme olduğunu açıklar. Bu durumun uyandırdığı acıma duyguları, günlük yaşamın geliştirilmesi için gereklidir. Bu bağlamda, din, felsefi ahlakın ortaya çıkaramadığı bir şeye ulaşabilir: Sosyal sevgi Tanrısı kavramına. Bu, insani ilgi, merhamet ve sosyal eylemin temelinin arketipidir.
Bunun dışında, Cohen, bireyi Tanrı ile ilişkilendirenin felsefeden çok, kefaret sürecini vurgulayan din olduğunu ileri sürer. Bir insanın Tanrı ile yakın ilişki kurması , günahların itiraf edilmesi ve pişmanlık sürecinde ortaya çıkar. Sömürülen kişilerin bireysel acılarının aksine, günah işlemiş birinin pişman olmasının olumlu etkileri vardır: Acı çekmeye değer biri olduğunu anlamak bile kendinin değişmesine bir adım yaklaşmaktır. Cohen’e göre, Yom Kipur (Kefaret/Af Günü) ile ilgili ritüeller , insanın Tanrı’nın bağışlaması için hazırlanırken kendi kendini arındırma süreci olarak yaşanır. Kilise’nin İsa’yı kurtarılmış insanın yaradılışında aracı olarak gören düşüncesini eleştiren Cohen, Tanrı’nın ahlaki arınma-mükemmelleşme sürecinde işbirliği yapmadığını vurgular. Aksine, Tanrı’nın buradaki rolü teleolojiktir (erekseldir). Pişmanlık affı amaç olarak alarak , insanın özgürlüğü için bir temel hazırlar.
İnsan ile İlahi Olan arasındaki başka bir ilişki de insanlığın peygambersel düşüncesidir. Cohen’in görüşüne göre, peygambersel mesihlik ,savaşın yok olacağı ve tüm insanlığın birlik olacağı bir gelecek tasarımıyla felsefi etiği aşar.Böyle bir amaç insan bilincini geçmiş ve şimdinin üstüne çıkartarak muhteşem bir gelecek tasavvur ettirir. Bunun ışığında, ölümsüzlük artık öteki dünyaya ait bir kavram olmaktan çıkar ve bireyin ulusun ve genel olarak insanlığın tarihi sürekliliğindeki devamını çağrıştırır. İyi eylemler için tek ödül genel refaha yapılan katkıdır. Bu çerçevede, Cohen, Yahudi halkının insanlığın nihai birliğinin sembolü olduğunu savunur. Yeşaya 53’ten alıntı yaparak , İsrael’i Tanrı’nın acı çeken hizmetkarları olarak betimler. Yahudiler bir yandan da, uluslar üstünde ışık olma misyonlarının bilinciyle kaderiyle barışıktır.
Cohen, İsrael’in bu mesihi görev için yasa ve ibadet yoluyla korunduğunu öne sürer. Yahudi yasasının içsel olarak etik olduğunu, ritüellerin ve törenlerin , manevi mükemmelliğin işaretleri ve hatırlatıcıları olduğunu vurgular. Ritüellerin uygulanmasının gerektirdiği sosyal içe kapalılık , ulusu bu tip bir misyon için güçlendirir. Buna bağlı olarak Cohen, Sionizmi politik veya manevi bir program olarak reddeder. Ona göre, Yahudiler yaşadıkları ülkelerin vatandaşı olarak kalmalıdırlar çünkü ancak böyle bir birliktelikte tektanrıcı ideallerin koruyucuları olarak kalabilirler. Bu anlamda dua etmek önemlidir çünkü dini değerlerin ulusun içinde kalmasını sağlayarak mesihi geleceği, İsrael toplumunda yaşattırır. Cohen’e göre, dua bireyi , ikiyüzlülük ve aldanmalara karşı güçlendirir ve umutsuzlukla baş etmesini sağlar.
Mantığın Dini, ahlaka giden yollar hakkındaki tartışmalarla son bulur: Dürüstlük, alçakgönüllük, adalet, cesaret, inançlı olma ve barış. Cohen’e göre barış, insan ırkının nihai mükemmelliği ve nefreti yenilenen ruhun huzurudur:
Barış, hem bireysel anlamda hem de tarihi süreç içindeki çağrısıyla, sonsuzluğun işareti ve insan hayatının parolasıdır. Bu tarihi sonsuzlukta mesihi insanlığın misyonu tamlanır. (462)
Cohen’in yazılarında tartıştığı diğer bir konu da Yahudilik ile Hıristiyanlık arasındaki ilişkidir. Jüdische Schriften adlı eserinde, Cohen Hıristiyanlığın Teslis ve Enkarnasyon doktrinlerini , Hıristiyan teolojisinin diğer yönleriyle beraber eleştirir. Ancak bu eleştirilerinin yanında, Cohen, Yahudi mirasındaki Hıristiyan etkilerini de araştırır. İbranice metinlerin çevirilerinde bunun hissedildiğini öne sürer. Yahudi öğretisi üstüne temellenmiş Hıristiyan geleneğin sürdürülüş biçiminde de Yahudi bilincinin içerildiğini iddia eder. Cohen’in gelecek tahminlerinde, Protestanlığın Yahudi kökenlerine yaklaşacağı belirtilir.
Protestanlıkla Yahudilik arasındaki böyle bir yakınlık, iki gelenek arasındaki ayrımların ortadan kalkacağı anlamına gelmez. Tam tersine, Protestan Hıristiyanlık ayrı bir inanç olarak kalmaya devam eder. Yine de Cohen, Yahudiler’in Protestanlar’ı en yüksek idealleri yükseltmeleri için cesaretlendiresi gerektiğini düşünür. “Biz Hıristiyanlığın ne yok olmasını ne de dağılmasını istiyoruz “ diye yazar, “Biz, tüm bu önemli öğretilerin ideal seviyelerine ulaşmasını diliyoruz” (Cohen, 1924, Vol.1, 64). Geleceği tasavvur ederken, Cohen iki inanç arasındaki ilişkilerin daha iyi olmasını umar. Bunun karşılığında Hıristiyanların Yahudi mirasına saygı göstermesini bekler. Bu karşılıklı hoşgörü , bütün insanlığın tektanrıcılığı kucakladığı daha iyi bir dünya yaratacaktır. Cohen’e göre, bütün uluslara gerçek Tek Tanrı bilgisini getirmeye dair ilahi görevlerinde Yahudilere, Hıristiyan inancının daha atı biçimleri yardımcı olabilir.
Referanslar / Hermann Cohen’in Önemli Eserleri
Hermann Cohen, Jüdische Schriften, Berlin, 1924
Hermann Cohen, Religion of Reason out of the Sources of Judaism (Çeviri S. Kaplan), New York, 1972