Gümüşlük’te Bir Konser
ÜÇÜNCÜ AŞAMADAN BİR BÖLÜM
Bir süre sonra, geçirdiğim şoku atlattım. Artık ben, benlikten çıkmış, kozmik âlemin içinde tüm evrenle bütünleşerek vardım. Bu belki binlerce sonlu yaşama bedeldi. Sonlu yaşamın sınavlarından geçtikten sonra erişilmiş bir aşamaydı.
«Kimseniz, neyseniz ve nasıl oluyorsa, yalvarırım lütfen aydınlatın beni saygıdeğer bilge ruh!» dedim.
Aktardığım düşüncelerimde ister istemez “Bilge Ruh” diye bir kavram çıkmıştı. O buna izin vermişti; ben de ona bu adı takmıştım.
Ona böyle deyişime herhangi bir karşılık vermedi; ne onayladı ne de ters bir tepki gösterdi.
«Sana ilk anda birkaç mesaj vereceğim.» diye devam etti. «Aslında bunların çoğu insanların bilip de üzerinde düşünmeye gerek görmedikleri şeylerdir. Ancak derin anlamları vardır. Bunları iyi düşün ve anlamlandırmaya çalış. Aradan bir süre geçtikten sonra hatırla ve tekrar değerlendirmeye bak. Eğer arada fark bulursan sevin. Çünkü bu sana evrim geçirdiğini gösterir... Devam et... Yılma... Çalış, öğren ve düşün... En sonunda yaşamın sırrını bulacaksın.»
Yaşamın sırrını bulmak!...
Bu müthiş bir şeydi. Bu bir sözcük, bir cümle, bir kitabe, bir kutsal kitap, bir madde, ne olabilirdi ki!...
Geçmiş ve şimdiki yaşamları bütünüyle görmek, başka ruhlarla bağlantı kurmak!...
Bunlar daha da müthiş şeylerdi. Anlayana...
Bunlara inanmak olanaksızdı ama ben inansam da inanmasam da o âlemin içindeydim işte!... Ne yazık ki başka türlü anlatma olanağından ve kanıtlamaktan yoksunum.
Çok heyecanlanmıştım. Bu heyecanı aşağıdaki somut bedenimde de hissediyor, ruhumda ise bu bir genişleme ve algılama biçiminde gerçekleşiyordu.
Bana bir de bu önemli ve değerli sözleri topluma iletme görevi verilmişti. Öyle demişti Bilge Ruh. Yoksa ben mi yanlış anlamıştım! Yanlış anlamamışsam, bu pek önemli hatta kutsal bir sorumluluktu.
Ben bunları düşünürken o da tüm bu düşündüklerimi algılıyordu kuşkusuz.
Mesajlarını iletmeyi sürdürdü.
Ancak iletişim sık sık kesiliyordu; hani radyo dinlerken ya da cep telefonuyla konuşurken oluşan kesintiler gibi...
İlk anda anladığım kadarıyla belli bir konu yoktu. Daha doğrusu konuların belli bir sırası yoktu. İletiler serpiştirme halinde geliyordu. Belki de bunların hepsi birbirine bağlıydı.
Bazı cümleleri ise üstünde durarak, birkaç kez tekrarlıyordu.
«Adı olmayanın adına, hangi adla çağırırsanız o adla karşınızda olanın!... Yarattıklarına, kendini bilmeden başka bir şey bilme olanağı bağışlamayan Tanrı vardır, gereklidir, görkemlidir ve düzenlidir. Her şey ondan gelir; hiç şüpheniz olmasın... Şimdi aklınız ermediğinden, henüz varmadığınızdan, birçok şeyi yanlış bilir, peşin kararla yanlışa varırsınız.»
Tanrı!... Bu kavram üzerinde oldum olası çok düşünürdüm.
O güne dek hiç kimseden böyle sözler duymamıştım; ne de bir yerde okumuştum. Söyledikleri bir kutsal kitapta yazılanlar gibiydi ama bildiğim kadarıyla değildi.
Bir şey demeden bekledim. Zaten bir şey dememe gerek yoktu ki! Öyle düşünmem yeterdi.
«Tüm evren senin içindedir ve sende olan her şey evrende de vardır. Seninle çok yakında olan bir nesne arasında hiçbir sınır yoktur; tıpkı seninle çok uzaklardaki nesneler arasında hiçbir mesafe olmadığı gibi. Her şey, en küçüğünden en büyüğüne, en alttakinden en üsttekine kadar seninle aynı değerde, senin içinde vardır. Tek bir atom, yeryüzündeki tüm elementleri içerir. Aklın tek bir hareketi, yaşamın tüm yasalarını kapsar. İnsan tek bir su damlasında sonsuz okyanusun sırrını bulur. Senin tek bir görüntün, yaşamın tüm görüntülerini içinde taşır. En küçükteki güç, en büyük olanın özüdür.»
Vay canına!... Bunların her biri, binlerce sayfa dolusu bir kitaba konu olacak kadar düşünce ve hakikat âlemiyle ilgili açıklamalardı. Bunları anlamak için filozof ve bilim adamı mı olmak gerekirdi? Zaten yüz-
yıllardır kimileri bunları düşünüp kendilerine göre değişik açılımlar getirmemiş miydi?
Ancak bunlar sadece düşünmeyle değil, hem doğaya ilişkin bilimsel bilgi hem mistik düşünü ve hissetmeyle aşama aşama anlaşılacak şeylerdi. Biz, evrenin içimizde olup, ondaki en ufak parçada bile tümünün bulunduğunu düşünemiyorduk. Bunu havsalamız almıyordu. Çoğu zaman da bunu hiç düşünmüyor, sadece sonlu bedenimizin esiri oluyor, ruhsal gelişmemizi ihmal ediyorduk.
Yaşam sonluydu; tamam, sonunda ölüm vardı. Ancak ruhun ölümsüz olup olmadığını da düşünmek gerekiyordu.
Ruhun ölümsüz olduğunu kabul edersek, bunun ne anlama geldiğini düşünmek de gerekiyordu; öyle bazı din ya da inanışlardaki gibi “Beden sonludur, ruh ölümsüzdür.” tarzında kuru kuruya değil!... Bu iş öyle o kadar basit değil. Basitleştirilmiş belki, düşünmek istemeyen ve anlama yeteneği de yetersiz olanlar için ama öyle değil işte!
Biz, her birimiz, evrenin bütünlüğünün bir parçasıyız. Belki ölümsüzlüğü getiren de bu…
Bir başka açıdan düşününce, Bilge Ruh, belki de benim kanalımla ileteceği mesajlarda çok ince bir telkin yoluyla benim çevremdeki, ulaşabileceğim insanları dünyevi isteklerden kurtarmak ve ruhen geliştirmek istiyordu. Böylece, daha yüksek ve aydınlanmış ortamların ışığı altına girebilirlerdi.
Sözüne devam etti:
«Sessiz olun ve çevrenizdeki müziği dinleyin. O müzikte var olmanın uçsuz bucaksız boyutları gizlidir. Buna izin verin.»
Peki!
«Sahip olmadığınız şeyleri kaybedemez, dokunmadığınız şeylerin yerini değiştiremezsiniz. Gözlemleyin; yetenek edinmeye çalışın.»
Bu deyişte sanırım şu “dokunmak” kavramı üzerinde düşünmek gerek!... Yoksa birtakım okült yöntemlerle böyle şeylerin yapılabileceği biliniyor. Onun dediği ise başka…
«Hiç ulaşamayacağını sansan bile sen bilge olmaya çalış... Ulaşabildiğin kadarınca bilgeler hem arıdır, hem arıtıcı!»
İşte bundan çok hoşlanmıştım.
«Dünyayı yönlendiren yüksek hakikatler, derin ve felsefi anlamlar içerir. Söz insanlara onu ancak iç âlemlerinde hissedip dinleyebildikleri zaman anlamlı gelir; insan ancak bu suretle evren ve onun gerçekleriyle uyumlu olur. Bu şekilde insanlar hep gerçeği arar ve kendilerini yalnız hissetmezler. Peygamberler buna aracılık eder.»
Bu aşamada konu, bildiğimiz göksel dinlerle bağlantılı olmuştu.
«Siz, yüksek bir çınarın üstüne alttan gelen suyun nasıl vardığını aslında bilmiyorsunuz. O düzeni kurana şükredin.»
Botanik ya da fizik bilgisi, dar kaplarda suyun yüzey gerilimi olayı tamam... O ise böyle bir olgunun tasarımından söz ediyordu.
Bilim, doğanın yasalı bağlantılarını bulmaya çalışır. Bulunca da bunun adı “bilimsel bilgi” olur.
Ya o yasanın oluşturulması?...
«Hiçbir şeyin yıkamayacağı, hiçbir şeyin yok edemeyeceği, size istediğiniz her şeyi yaptıracak güç, arınmış gönlünüzdeki gerçek inancı-
nızdır. Gerçekten inanıyor ve inandığınız gerçeği biliyorsanız, her dilediğiniz olur.»
Okültün özünden söz ediyordu şimdi de; öyle sıradan, bilir bilmez büyücülükten değil.
«Ey yorgun ve yürekleri acıyla dolu insanlar... Bana gelin, sizi rahat ettireyim. Bu dünyanın ötesinde bir ruhlar âlemi ve orada çok mükemmel bir hayat vardır. Çünkü ben oradan geliyorum ve sizi de oraya götüreceğim. Fakat oraya ulaşmak için, inanın, sevin, benliğinizi merhametle doldurun. İnsanları kendinizi sevdiğiniz kadar sevin.»
İşte bu benim iletmem gereken önemli mesajlardan biri olsa gerekti.