ÖNSÖZ
Saygınlığımız tümüyle düşünceye dayanır. İyi düşünmeye çabalayalım öyleyse: etiğin ilkesi budur.
Blaise Pascal, Düşünceler, II, 1670
Caltech'ten Nobel Ödüllü fizikçi Richard Feynman'ın dediği gibi, “Kuşkuyla, belirsizlikle ve bilmeden yaşayabilirim. Yanlış olabilecek yanıtlar bulmaktansa bilmeden yaşamanın çok daha ilginç olduğunu düşünüyorum. Buna izin verirsek, ilerledikçe kararsızlığımızı korursak, alternatiflere yer bırakmış olacağız. Gerçeğin, bilginin, günün mutlak doğrusunun coşkusuna kapılmayacak, hep kararsız kalacağız. (...) İlerlemek için, bilinmeyene açılan kapının aralık bırakılması gerekir.”
Bu görüşün, ahlâk ilkelerinin kendileri kadar, ahlâki ilke ve davranışların nasılını ve nedenini açıklama amaçlı herhangi bir kuram için de geçerli olduğunu düşünüyorum.
Kuşkuyla kesinlik, açık fikirlilikle dar fikirlilik arasındaki bu dengeye ben kuşkuculuk adını veriyorum. “Mütevazı kuşku bilgenin feneridir,” der William Shakespeare.
Sahte bilimi ve batıl inançları araştırıp açıklayan ve zaman zaman yanlışlarını ortaya çıkaran bu kitap, sağlam bir bilimin temellerini atıyor ve düşünüşün nasıl yanlış yola saptığını gösterirken, ima yoluyla, nasıl doğru yola girdiğine işaret ediyordu. Dinle rahatsız edecek kadar birbirine yakın ve iç içe olan bazı konuları ele aldığından, Tanrı'nın doğası ve varlığı, ölüm sonrası bir yaşamın olasılığı ve bilimle dinin ilişkisi hakkındaki görüşlerimi belirtmem istendi kaçınılmaz olarak. İlk başlarda yanıtlarım küstahçaydı. “Ölümden sonraki yaşam konusundaki görüşleriniz nedir?” diye soruluyordu örneğin. “Destekliyorum,” diye dalga geçiyordum göz kırparak. Ama yıllar geçtikçe, yüzlerce konferanstan ve binlerce mektuptan sonra, çoğu insan için yaşamın temel sorunlarının dalga geçilecek bir konu olmadığını anladım.
Tanrıcılık, “bir tanrıya ya da tanrılara duyulan inanç” ve “evrenin yaratıcısı, yüce hakimi olan tek bir Tanrı'ya inanmak” dır.
Ateistlik, “bir Tanrı'nın varlığına inanmamak ya da inkar etmek” tir.
Agnostiklik ise, “bilmemek, bilinmez, bilinemez” dir.
Agnostik sözcüğü (türevi olan agnostiklik ile birlikte), 1869'da İngiliz evrim biyoloğu Thomas Henry Huxley tarafından şu anlamda kullanılmıştır: “Maddi olguların ardında ve ötesindeki hiçbir şeyin varlığının bilinmediğine, şimdilik bilinemez sayılabileceğine ve özellikle de her şeyin yaratıcısı olan Tanrı'nın ve görünmeyen bir dünyanın, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz konular olduğuna inanan kişi”
Evren hakkındaki bir yorum olarak agnostiklik, bence Tanrı meselesinde benimsenebilecek en akılcı konumdur, çünkü bilim ve akıl kıstaslarına göre Tanrı bilinemez bir kavramdır. Tanrı'nın varlığını ampirik kanıtlar ya da akılcı analiz yoluyla ne kanıtlayabilir ne de çürütebiliriz. (gerçi bence ateistlerin Tanrı'nın yokluğuna dair savları, tanrıcıların ilahi gücün gerçekliğine dair savlarından biraz daha güçlüdür) Bu nedenle, bilimsel bir açıdan, hem tanrıcılık hem de ateistlik evrenle ilgili yorumlar olarak savunulamaz konumlardır. Tanrı'nın varlığı ya da yokluğu konusunda bahse girmek zorunda kalsam, yokluğu üzerine bahse girer ve hayatımı buna göre yaşarım. Yanılıyor olabilirim elbette ve kanıtlar birdenbire ortaya çıkabilir, ama o güne dek bir Tanrı olmadığını ve Tanrı meselesinin çözülemez olduğunu varsayacağım. Bir Tanrı var mı? sorusu, bunu sormanın uygun yolu bile değildir. Daha iyi bir soru şudur: Bir Tanrı'nın olup olmadığını bilmek mümkün mü? Benim yanıtım kesinlikle olumsuzdur.
Bilimin kazandığı zafere ve bilimciliğin kültürel nüfuzuna rağmen din, daha önce hiç olmadığı kadar güçlenip büyümektedir. Özellikle Amerika'da, ama başka ülkelerde de, bir ilahi güce inandığını itiraf edenlerin sayısı -ve nüfus içerisindeki oranı- hiç bu kadar yüksek olmamıştır. Bilim Devrimi'nden ve Aydınlanma Çağı'ndan bu yana din, dünyayı açıklama işinden yavaş yavaş ama geri dönülmez bir şekilde uzaklaşıp, en iyi yaptığı şeye -toplumsal düzen ve ahlâki gelişim için bir temel oluşturmaya- odaklanmıştır.
İnsanların çoğu kiliseye evrenin ve yaşamın başlangıcı konusunda bir açıklama duymak için gitmez (ve bunun için gitseler bile, modern bilimin bulguları hakkında biraz bilgileri varsa, her şeyin on bin yıldan kısa bir süre önce altı gün içinde yaratıldığını öne süren Yaratılış mitini sözcüğü sözcüğüne kabul etmeleri gerektiği söylendiğinde dehşete düşeceklerdir.) Din dünyanın gerçek yapısı konusunda sözde bilimsel iddialarda bulunmadığı sürece, bilimle din arasında hiçbir çelişki yoktur.
Ahlâk ve etik derken neyi kastederiz?
Ben ahlâkı, toplumsal bir grubun kuralları bağlamında doğru ve yanlış düşüncelerle davranışlar olarak tanımlıyorum.
Etiği, toplumsal bir grubun kuralları bağlamında ahlâki düşüncelerle davranışlar hakkındaki bilimsel inceleme ve kuramlar olarak tanımlıyorum.
Diğer bir deyişle;
Ahlâk, doğru ve yanlış düşünce ve davranış meseleleriyle,
Etik ise, doğru ve yanlış düşünceyle davranışın incelenmesiyle ilgilidir.
Berkeley'deki California Üniversitesi'nden sosyal bilimci Frank Sulloway'le birlikte yürüttüğüm (sonuçları Nasıl İnanırız'da verilmiş olan) bir çalışmada, insanların Tanrı'ya inanmaları konusunda en sık gösterdikleri nedenlerden biri, ilahi bir güç olmadan ahlâkın nihai bir temelinin olmayacağıydı. Bu inancın kaynağı, söz konusu üç unsur -ahlâk, Tanrı ve din- çok uzun zamandır iç içe geçtiği için, bu üç kültürel varlık arasındaki bağlantının altında evrimsel bir temelin bulunması olabilir.
Kitap iki derin ve temel sorunu ele alıyor:
1. Ahlâkın kökenleri,
2. Etiğin temelleri. Yani ahlâkın nedeni ve nasılı.
Bunların içerisinde, insanlık tarihinin en mükemmel beyinlerini meşgul etmiş olan sorular yatıyor:
• Ahlâklı ya da ahlâksız olmak doğamıza mı bağlı?
• Doğal kuvvetlerin etkisiyle evrildiysek, ahlâkın doğal amacı neydi?
• Önceden belirlenmiş bir evrende yaşıyorsak, nasıl özgürce ahlâki seçimler yapabiliriz?
• İyi ve kötü var mı, eğer varsa kökenleri nedir?
• Tanrı olmadan da iyi olabilir miyiz? Doğruyla yanlış arasındaki farkı nasıl anlayabiliriz?
• Tanrı kadiri mutlak ve iyiyse, kötülük neden var?
Yirminci yüzyıl mimarı Ludwig Mies var der Rohe'nin akıllıca (ve mesleğine uygun bir biçimde) yinelenmiş olduğu gibi, “Tanrı ayrıntıdadır”. Elinizdeki kitabın toplamını ve özünü bu ayrıntılar oluşturuyor.