AHLÂKIN KÖKENLERİ
İnsanla daha alt düzeydeki hayvanlar arasındaki tüm farklılıklardan en önemlisinin ahlâk anlayışı ya da vicdan olduğunu savunan yazarların düşüncelerine tümüyle katılıyorum.
Charles Darwin, İnsanın Kökeni, 1871
Aşkın Ahlâk: Evrim, Etiği Nasıl Yüceltir
Yunan filozof Platon, Euthyphron adlı diyaloğunda, günümüzde “Euthyphron İkilemi” diye bilinen şeyi ortaya koymuştur; Euthyphron adlı genç bir adama şu soruyu sorar: “Benim ilk olarak anlamak istediğim nokta şudur; tanrıların sofu ya da kutsal olanı sevmelerinin nedeni onun kutsal olması mıdır, yoksa tanrılar tarafından sevildiği için mi kutsaldır?” O zamandan bu yana çoğu felsefeci ve teolog için olduğu gibi, Platon için de temel varsayım, ahlâk ilkelerinin mutlak, ebedi ve anlamlı sayılabilmeleri için bir Tanrı ya da tanrılarla bağlantılı olmaları gerektiğidir.
On üçüncü yüzyılda yaşamış Katolik bilgin Aquinolu Tommaso, Tanrı'nın doğal olarak oluşan ahlâk ilkelerini desteklediğini, bize aşıladığını, sonra da akılcı analiz, dualar ve Tanrı vergisi sezgisel ahlâki muhakeme melekesi yoluyla bu ilkeleri keşfettiğimizi savunarak, ahlâki gelişim konusunda bir doğa yasası kuramının temellerini attı.
Euthyphron İkilemi'nde bir başka sorunla da karşılaşıyoruz: Tanrı'yla ahlâk ilkeleri arasında bir bağ varsa doğru ve yanlışa dair her ahlâki beyan ilahi bir esin mi içerir? Peki ya Usame bin Ladin'in, Adolf Hitler'in, Josef Stalin'in, Tomas de Torquemada'nın benimsedikleri ahlâk ilkeleri? Yoksa onların “doğru” ahlâki eylemleri Tanrı'nın iradesine dair doğru bir anlayıştan, “yanlış” ahlâki eylemleri de ilahi sürece dair anlayışlarındaki bir bozulmadan mı kaynaklıyordu?
Ahlâk kurallarının kökeni doğaüstü değil de doğalsa, bunları mutlak standartlarla nesnelleştirecek aşkın bir varlık ya da güç olamaz. Mutlak standartlar yoksa, ahlâk göreli olmalıdır. Harvard'dan evrim biyoloğu Edward O. Wilson bu ikilemi şöyle ortaya koymuştur: “Adalet ya da insan hakları gibi, etik kuralları da insan deneyiminden ya bağımsızdır ya da insan icadıdır.” Wilson'a göre, bir tarafta “ahlâki kılavuzların insan zihninin dışında var olduğunu düşünen” aşkıncılar; diğer taraftaysa, “bunları aklın buluşları olarak gören ampiristler vardır.” Wilson ampiristtir: “İster Tanrı'dan gelsin ister başka bir şeyden, ahlâki değerlerin bağımsızlığına ve Tanrı var olsun ya da olmasın, ahlâki değerlerin yalnızca insanlardan kaynaklandığına inanıyorum.” Wilson için bundan daha önemli bir tartışma yoktur. “Aşkıncılıkla ampiristlik arasında yapılacak seçim, önümüzdeki yüzyılın insan ruhu için verilen mücadelesi olacak.
Yüceltici Evrim Etiği: Bir Ahlâki İkilem Çözülüyor
Benim tezime göre ahlâk, insanların yalnızca bireysel olarak bir özelliği değil de, insani bir özellik, yani bir insan evrenseli olması bakımından, insan aklının dışında var olur. Bunu şöyle düşünün: Evrim ahlâki duyarlılıkları ve bunlara eşlik eden davranışları yüz binlerce yıl içerisinde yarattığına göre, günümüzde ahlâkı ve etiği insanların yarattığını kabul etsek bile, ahlâki duyarlılık ve davranışları yaratan bizler değil, binlerce yıl önce Paleolitik çağda yaşamış atalarımızdır. Biz bunları yalnızca miras alır, kültürel tercihlerimize göre ince ayar yaparak düzeltir ve kendi benzersiz tarihsel şartlarımız içerisinde uygularız. Bu anlamda ahlâki duyarlılık ve davranışlar, evrim denilen gayri şahsi bir gücün ürünleri olarak bizim dışımızda var olurlar.
Koşullu ahlâkta doğruyla yanlış arasındaki farkı üç ilke sayesinde ayırt edebiliriz:
1. Önce-sor ilkesi,
2. Mutluluk ilkesi ve,
3. Özgürlük ilkesi.
Önce sor ilkesi şöyle der: bir eylemin doğru mu yanlış mı olduğunu anlamak için önce sor.
Mutluluk ilkesi şöyle der: Mutluluğu her zaman başka birisinin mutluluğunu akılda tutarak aramak ve başka birisinin mutsuzluğuna yol açacaksa mutluluğu asla aramamak daha yüce bir ahlâk ilkesidir.
Özgürlük ilkesi şöyle der: Özgürlüğü her zaman başka birisinin özgürlüğünü akılda tutarak aramak ve başka birisinin özgürlüğünü kaybetmesine yol açacaksa özgürlüğü asla aramamak daha yüce bir ahlâk ilkesidir.