Orta Çağın ileri dönemlerinde Avrupa’nın sivil yöneticileri, Yahudilerden düzenli bir şekilde vergi alabilmek için Hıristiyanlara borç vermelerini yani tefecilik etmelerini göz ardı ederek destekledi. Ancak bir sorun vardı: Hıristiyanların borçlarını ödemesi. Bunu sağlamak için de, Hıristiyan mahkemelerini kullandılar. Bu da elbette yöneticilere karşı değil, Yahudilere karşı beslenen nefreti artırdı.
Hıristiyan yoksullar, borçlarını zamanında ödeyememeleri durumunda buna karşılık bir malı rehin verirdi. Arazileri falan yoktu elbette; genellikle bu rehin giyecek olurdu. Onlar da bağımlı duruma geldikleri Yahudileri hiç ama hiç sevmiyordu; Polonya asıllı İsviçreli yazar Guido Kisch’e göre, tefecilik, halkın nefretini kazanma pahasına Yahudilere resmi bir koruma sağlamaktaydı.
Bu Hıristiyan bağımlılığı, Orta Çağ sonlarında Yahudi-Hıristiyan ilişkilerindeki başlıca sürtüşme noktasını oluşturdu. Hıristiyan öğretisi uyarınca hiçbir Yahudi bir Hıristiyan üzerinde üstün güce sahip olamazdı. Ancak oluyordu işte. Hele Yahudilerin tüm yasalara karşı Hıristiyan kölelere sahip olması ötekileri çileden çıkarıyordu.
Yahudi tefecilere bağımlılık, Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki hiyerarşik ilişkinin uygunsuz bir biçimini yarattı. Daha geçenlerde hayata gözlerini yuman William C. Jordan, 13. yüzyılda Kuzey Fransa’nın Picardy bölgesindeki Yahudi tefeciliğiyle ilgili incelemesinde, bu uygunsuzluğun popüler kültür düzeydeki etkisini değerlendirir. Ahlâka aykırı bir kredi kaynağı olarak görülen şeye olan bu bağımlılığın, aşağı sınıflar arasında Yahudi karşıtı düşmanlığı beslediğine ilişkin bir kurgu oluşturur. Gösterdiği delil, Hıristiyan borçluların yüksek oranda kadını da kapsadığını gösterir. Ona göre bu kadınlar, kentin Hıristiyan kesimindeki evlerinden çıkıp, borç almak ya da borç ödemek için yasak Yahudi bölgesine gitmek zorundaydı. Şunu varsayar: “Çocukları varsa, birlikte götürürlerdi. Bu türden bir davranış, -Hıristiyan-Yahudi ilişkilerinin genel bağlamı ve bir Yahudiden borç alma eylemine rengini veren bağımlılığın doğal olmayan yanı dikkate alındığında- iki toplum ya da toplumların belli öğeleri arasındaki düşmanlığın kalıcı olmasında, belki de yoğunlaşmasında önemli bir etkendi.”
Şöyle bir tez var: “Faizcilik nefretin babasıdır.” Bunu kanıtlamak için, Yahudi tefeciliği ile kovuşturma arasındaki ilişkiyle ilgili daha ayrıntılı araştırmalar yapmak gerekir.
Orta Çağ tarihi uzmanlarından Prof. Stuart Jenks, Yahudi karşıtı şiddetli kovuşturmaların yapıldığı yıllarda Kutsal Roma İmparatorluğu’unda Franconia kentinde (bugünkü Würzburg) Hıristiyan borçlular ile Yahudi tefecilere ilişkin yakınma belgelerini inceleyerek bu tezi istatistiksel çözümleme yöntemi ile sınadı. Kredi işlemleri ile Yahudi nefreti patlamaları arasında hiçbir bağlantı kuramadı. İncelediği kişiler, çoğunlukla sıkıntıya düştüğü için borç alan üst sınıf kırsal kesim insanları ve toprak sahibi Hıristiyanlardı. Oysa kaynaklar, Yahudileri kovuşturanları kentliler ve yoksullar olarak gösterir. Bu kişiler borçlarını ödeyemedikleri için, Yahudilere bıraktıklarını rehinlere el konulmuş, bunun üzerine mahkemelik olmuşlardı.
Yahudiler için tefecilik iyi güzeldi ama çok da riskliydi. 13. yüzyıldan başlamak üzere, Avrupa’nın ekonomik gelişimi Hıristiyan tefecileri de işin içine çekti. Faizle borç vermeyi yasaklayan dinsel buyruğu çiğnediklerinden ötürü Kilise tarafından lanetlendiler ama Hıristiyanlar Yahudilerdense onlardan borç almayı yeğledi. Böylece geliştiler ve Orta Çağ sonlarına gelindiğinde Yahudilerin elinde kalan tek gelir kaynağını kuruttular. İşin ilginç yanı şu ki, Kilise’nin Hıristiyanlar arasında açık, can sıkıcı faizciliğe karşıtlığı, Yahudi faizciliğine dinsel bir suçlama biçimini aldı. Papalar, sivil yöneticilerden, Yahudi tefecileri Hıristiyan borçlulardan toplanan faizleri kaldırmaya zorlamalarını istedi. 4. Laterano Konsili’nin yürürlüğe soktuğu ünlü faiz karşıtı yasa, Yahudi tefecileri “Hıristiyanların mali gücünü tüketmek” ile suçladı ve onları ılımlı faiz oranlarıyla sınırladı. Bu da Avrupa’nın sürekli genişleyen ekonomisinin kredi gereksinmesine verilen bir ödün oldu.
Orta Çağ Avrupa insanı, şu faizcilik konusunda ne yapılması gerektiğini hiçbir zaman tam olarak bilemedi. 14. yüzyılın başında insanlar, artık iyice yerleşmiş bir kredi sisteminin olmadığı bir dünya tasarlayamayacak hale geldi. Aslında borç para vererek bunun karşılığında faiz almayı Katolik Kilisesi’nin bir dönem koruması altında olan Tapınak Şövalyeleri de uyguluyordu ama onlar tümüyle bir Hıristiyanca “takiyye” uygulaması yaparak, ellerindeki mülklerden birini borçluya kiralamış gibi gösteriyor, kira bedelini peşin aldığına ilişkin bir belge veriyor, borç karşılığı aldıkları faizi kitabına uyduruyordu. Ötekimler bunu yapamıyordu çünkü ellerinde öyle güya kiraya verilmiş gibi gösterecekleri bir mülk yoktu.
20. yüzyılın Amerikalı tarihçilerinden Joseph Shatzmiller, Yahudi tefeci ile Hıristiyan müşterisi arasında rahat, içten bir ilişkinin var olabileceğini ileri sürer. Ona göre; güneydeki Yahudi-Hıristiyan ilişkileri kuzeydekinden çok daha iyiydi. Kuzeyde Yahudi güvenliği, toplumun o sıradaki genel ekonomik refah düzeyi ile ters orantılıydı.
Avrupa’da ekonomi genişledikçe, Kilise’nin Yahudi faizciliğine karşı çıkışına duyarlılık gösteren sivil yöneticiler, Yahudilerin kredi işlemlerine verdikleri desteği çekti. Bir de bu yüzden Yahudiler yıkıma uğradı. Onları başka mesleklere yönlendirme çabaları, giderek kötüleşen ekonomik durumlarını hiç de değiştirmedi. Bundan sonra Avrupa’da Yahudiler için tehlike çanları çalmaya başladı.
Özetle anlatmaya çalıştığım bu konu aslında pek karmaşık. Ekonomiyi pek iyi bilmediğim için iyi anlatamamış da olabilirim. Nitekim hukukçu da değilim ama Orta Çağda Yahudilerin hukuk bakımından durumlarına da bir göz atmak istiyorum doğrusu. Onun için ise sanırım bir başka başlık açmak daha doğru olacak.