Katolik Kilisesi’nin Yahudiler Hukuku
Orta Çağ Avrupa’sında Yahudiler hukuku, kaçınılmaz olarak Katolik Kilisesi’nin açıklamalarıyla ortaya çıktı. Musevîliğe yönelik hoşgörü ve sınırlama karışımı tutumuyla Theodosius Yasası’nın ilgili bölümleri, Kilise tarafından geçerli hukukun asal otorite kaynağı olarak kabul edildi. Orta Çağ başlarında, konsillerin buyrukları ve Papalığın çoğunlukla mektup biçimindeki “tartışma kabul etmez” olarak nitelenen düşünceleri, Yahudiler hukukunu sürekli olarak genişletti.
Kilise konsillerinin Yahudilerle ilgili hemen tüm yasaları Hıristiyanlıktaki hoşgörüsüz çizgiyi yansıtan baskıcı yasalardı.
590-604 yılları arasında papa olan Büyük Gregorius, aristokrat kökenli oluşundan ötürü ve önceki sivil yönetimdeki kariyeri sırasında öğrendiği Roma geleneklerine uygun ve daha ılımlı görüşler dile getiriyordu. Yahudi-Hıristiyan ilişkilerini konu alan tam 26 adet bildirisinde, öncelikle zoraki vaftize karşı çıkıyor ve sinagogların dokunulmazlığını savunarak Theodosius Yasası’nın hoşgörülü özelliklerini vurguluyordu. Yahudilerle ilgili konularda yüzyıllar boyunca Papalığa yol gösteren bir standart belirledi. En önemlisi, bir bildirgesinde şunu dile getirmesiydi: “Yahudilere sinagoglarında yasayla kendilerine tanınan tapınmanın dışında başka bir şeyi yapmalarına izin verilmemiştir. Yapmalarına izin verilen şeyler konusunda da rahatsız edilmemeleri dileğimizdir.”
Papa Gregorius’un, Theodosius Yasası’ndaki baskı ile hoşgörü arasındaki denge ruhuna uygun olan bu formülü, Yahudileri önce yasalara ve geçmişte izin verilen geleneklere uymakla sınırladı Bu buyruk, Claudius’un İskenderiyelilere mektubundaki çözümü anımsatıyordu. Bir farkla ki, Claudius’un mektubunda verilen güvenceler önce, sınırlamalar sonra sıralanmaktaydı; burada ise tersine.
Kilise Yahudiler hukukunun en anlamlı buyruğu, doğrudan Gregorius’un sözleriyle başlayan ve Papalığın “Sicut Judeis” bildirgesi olarak bilinen bir belge olarak ortaya çıkar. Bazı Orta Çağ koleksiyonlarında bununla ilişkilendirilen başka bir başlık daha vardır: “Constitutio pro Judies” (Yahudiler İçin Anayasa). Koruyucu içerikli, etkili varlığı daha sonra yapılan göndermelerle bilinmesine karşın, bu buyruğu yayınlayan ilk papa, görünüşe göre 1119-1124 tarihleri arasında papa olan 2. Calixtus idi. Bu bildirgeyi, savunmasızlığı 1. Haçlı Seferi’nin katliamları sırasında ortaya çıkan bir halkın güvenliğini sağlama umuduyla ve Yahudilerin bir başvurusuna yanıt olarak yayımladığı söylenir. Öte yandan bu istem, Roma’daki ya da İtalya’nın diğer yerlerindeki yerel Yahudi karşıtı şiddetle ilgili kaygılardan kaynaklanmış da olabilir.
“Sicut Judeis” başlıklı Papalık bildirgesi, Gregorius’un önerisinin ikinci bölümünü ayrıntılandırır. 12. yüzyıl Kilisesi; zoraki vaftizden bağışık olma özgürlüğü, kişilik ve mallarının haksız saldırılardan korunması, Musevîliğin gereklerinin engelleme olmaksızın yerine getirme hakkı ve Yahudi mezarlıkların dokunulmazlığı da dahil olmak üzere, Yahudilerin hakkı saydığı şeyleri saptar. Bu garantiler, bunları çiğneyen Hıristiyanları cezalandırma hükmüyle desteklenir.
Bu bildirge, 12. yüzyılın sonundan önce beş ayrı papa, 13. yüzyılda ise on papa tarafından yayımlandı. Sonra 1348 yılına kadar bir daha yayımlanmadı. 1187-1191 yılları arasında papa olan 3. Clementhus tarafından yürürlüğü konan bildirge, Papa 9. Gregorius’un 1234 yılında yürürlüğe konulan “Decretals” (Buyruklar) adlı otoriter hukukuyla birleştirildi.
Roma hukukunda yer alan ve Papa 1. Gregorius’un Orta Çağ Hıristiyanlığı ile uzlaştırdığı Yahudilerin korunma ve hoşgörü hakkıyla bağlantılı Papalık görüşü, teolojik gerekçesini Aziz Augustinus’un düşüncesinde zaten bulmuştu: Çok yüzlü “tanık” rolü oynadıkları için Tanrı, Yahudilerin varlıklarını sürdürmelerine ve Hıristiyanlar arasında yaşamalarına izin vermişti.
Hem Augustinus öğretisine hem Sicut Judeis bildirgesinde garanti edilen korumalara uygun olarak, Orta Çağ boyunca Papalık, Yahudilere yönelik haksız saldırılarla birlikte onların zor kullanılarak Hıristiyanlaştırılmasına da inatçı ve oldukça tutarlı karşıtlığını sürdürdü.
11., 12. ve özellikle 13. yüzyıllarda Papalık sivil yöneticiler üzerinde kendi üstünlük kurma savaşımını verirken, Yahudiler üzerinde de otoritesini kurdu. Bu, Yahudi kulluğu ve aşağılığı ile ilgili zamanın düşünceleri aşılanarak yapıldı.
1205 yılında Papa 3. Innocentus ile başlamak üzere; kulluk düşüncesi, papanın Yahudileri bölüp boyun eğdirme kampanyasına ideolojik destek sağlayan Yahudilerin “sürekli köleliği” ile ilgili eski öğretinin canlanmasında anlatımını buldu. Papa, “Constitutio pro Judeis”i yeniledi. Sonuna da şu nitelemeyi ekledi: “…… Bununla birlikte, sadece Hıristiyan inancına karşı komplo kurmayanları bu buyruğun koruması altına alıyoruz.” Ardından 1215 yılında toplanan 4. Laterano Konsili’nde 3. Innocentus ve papazları, Hıristiyanların Yahudilere yakışıksız bağımlılığına karşı yasalar çıkardı. Yasalaştırılan 70 kuralın bir bölümü, Hıristiyanlar üzerindeki hoşgörülemez Yahudi etkisi olarak düşünülen şeylerle ilgiliydi. Örneğin, 69. maddede şöyle denmişti: “İsa’ya karşı saygısızlık yapanların Hıristiyanlar üzerinde güç sahibi olması çok saçma olduğu için, kamusal görevlerde Yahudilerin terfi etmesini yasaklıyoruz; zira bu, onlara Hıristiyanlara karşı nefretlerini dışa vurma bahanesini verir.”
Papa 3. Innocentus’un daha sonraki bir mektubuyla, Hıristiyanların Yahudi ve Müslümanları “yaşamlarını tehlikeye sokacak şekilde giyinmeye zorlamamaları” gerektiğini belirten buyruğa bir sınırlama getirildi. Aynı yasa, Yahudilerin Paskalya sırasında ortalıkta görünmelerini ve İsa’ya saygısızlık yapmalarını da yasaklıyordu. Bu, birçok Yahudinin Hıristiyanlardan nefret ettiğine ve onların inanç ve tapınmalarıyla dalga geçtiğine ilişkin bir varsayıma dayanan eski bir anlayışla kaleme alınmıştı.
Bir diğer madde, “vaftizden geri dönüşsüzlük” üzerineydi. Kilise öğretisiyle tutarlı bir şekilde, Hıristiyanlığa dönen Yahudilerin yine kendi dinlerine geri dönmelerinin önlenmesi buyurulmuştu.
3. Innocentus’un rehberliğinin ardından Kilise, 13. yüzyılda Papalığın koruyucu politikasında önemli bir aşınmaya tanık oldu. 1239’da 9. Gregorius ile başlamak üzere, Papalık kısa sürede ve eşi görülmemiş bir şekilde Talmut’un aranıp kopyalarının yakılmasını buyurarak. Yahudiliğin gereklerinin özgürce yerine getirilmesine karşı çıktı. 1242’de, Fransa Kıralı 9. Louis tarafından verilen bir buyruk üzerine, 24 araba dolusu Talmut Paris’te yakıldı.
Papa 9. Gregorius, Hıristiyan teolojisi bakımından Tevrat’ın gerçek anlamını “çarpıtan” kitaplarındaki öğretiler söz konusu olduğunda, Yahudi otoritelerin harekete geçmemesi durumunda papanın Yahudileri yargılama yetkisi bulunduğunu ilan etti. Bu şu anlama geliyordu: Yahudi din yetkilileri eğer Tevrat’ı yanlış (!) yorumlayan kendi din bilginlerine karşı çıkmazsa, bu işi Papalık üstlenecekti. Bu gözdağının ardındaki ana amaç, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun üstünlük iddiasını krallara da kabul ettirmekti.
Sicut Judeis ilkesinin daha da aşınması, 13. yüzyılda gerçekleşti. Önce 1267’de 4. Clementhus tarafından çıkarılan ve sonra üç kez daha yeniden yürürlüğe sokulan “Turbato corde” adlı buyruğuyla Papalık, Yahudileri yargılama hakkını yeni bir tarzda ileri sürdü. Bu buyrukla, 1230’larda Hıristiyan sapkınları bulup yargılamak üzere Papalık tarafından kurulan Engizisyona, Hıristiyanlığa dönmüş olan eski Yahudiler arasında aslında sahte Hıristiyan durumunda olan sapkınların yargılanması yetkisi de verildi.
Şimdi şu olup bitenleri bir toparlayalım…
Papalık bildirgeleri ve genel olarak Kilise’nin Yahudiler hukuku ile ilgili değerlendirmeleri, kınamadan savunmaya kadar uzanır. Yahudi tarihçiler, geleneksel olarak, Orta Çağda Yahudiler üzerinde kurulmuş baskının sorumluluğunu büyük ölçüde papaların sırtına yıkar. Diğer uçta bulunan Katolik teologlar ise, papaların sert politikalarının suçunu Hıristiyan imparatorlar ile ilgili örneklere yükler.
Papalık-Yahudi toplumu ilişkileriyle bağlantılı olmak üzere Kenneth R. Stow adlı bir Yahudi tarihçi, papaların Yahudilere yönelik kaba tutumu konusunda sempatik bir görüşü savunur. Bunu Yahudilere yönelik bir nefretin sonucu olarak değil, Kilise kurumunun güç ve prestijini güçlendirme gereğinin sonucu olarak açıklar. Orta Çağ Yahudilerine yapılan zulümden, Papalıktan çok sivil devlet yöneticilerinin sorumlu olduğunu ileri sürer.
5.-6. yüzyıl ortaları arasındaki çok uzun bir dönemi kapsayan, Yahudiler ile ilgili yedi ciltlik Papalık belgelerinin editörü, “o zamanın koşulları ışığında yargılanması” gereken “koruma ve eziyet etme” politikaları arasındaki kararsızlığa ve zaman zaman çelişkiye değinir.
Papalık yandaşları nasıl değerlendirirse değerlendirsin, Yahudileri korumaya yönelik Papalık güvencesinin, 14. yüzyılda düşmanlıkla ve inançsız olarak nitelenen Yahudileri Hıristiyan toplumundan dışlamaya yönelik bir biçime girdiği de açıkça ortadadır.