"Kendi kalbine bakamayanın yaşamı bulanıktır; Kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur, içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” Carl G. Jung
"Vocatus adque non vocatus, deus aderit" "Çağrılsın veya çağrılmasın... Tanrı vardır." (C. G. Jung’un evinin kapısının üzerinde yazdığı belirtilen Latince cümle.)
Jung şöyle der: “Ben inanmam, bilirim...”
Carl Gustav Jung 1875 – 1961 yılları arasında yaşamış İsviçreli psikiyatrdır. Analitik psikolojinin kurucusudur. Öğretisi, analitik ruh bilim adıyla anılır. C. G. Jung'un insan ruhunun derinliklerini inceleyen yapıtlarının, Hermetik özellikler taşıdıkları kabul edilmektedir. Semboller, mitler, arketipler ve kolektif bilinçaltı konularındaki fikirleriyle katkılarda bulunmuştur. “Sembol, bilinçdışı enerjisi tarafından harekete geçirilen ipuçlarıdır. Bilinçdışının kontrollü olarak bilince taşınması, sağlıklı bir süreçtir. Jung psikolojisinde hasta, tanrısal imgeler taşıyan arketiplerle özdeşleştirilir. Bu özdeşleşme, hastanın benlik boşluğunu dolduran önemli bir süreçtir.” “Akıl hastaları ve mitoslar arasındaki benzerliği araştırmıştır. Bunun sonucunda, akıl hastasının hayallerinin, arkaik simge ve imgelerden oluşan kolektif bir fondan yararlandığını keşfetmiştir.” “Artık elinde mitolojinin anahtarı var. Ruhun tüm kapılarını açmakta özgürsün.”der Jung.
“Jung kararlarını bilinçaltını dinleyerek alırmış. Bilinçdışının niteliğini ve algılamalarını araştırmıştır. Bu amaçla Kuzey Afrika’da, Amerika’da (Pueblo Kızılderilileri arasında) Arizona’da ve Meksika’da bulunmuştur. Jung hiçbir zaman kendisine yandaşlar aramamış ya da kitleleri çekecek bir düşünce sistemi oluşturmaya çalışmamıştır. Dogmatikliğe her zaman karşı çıkmıştır. Mitoloji ve karşılaştırmalı dinler hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmuştur.”
“Jung ekolünde kişiliğin tümü psişe olarak adlandırılır. Latince kökenli olan bu sözcük o dilde ruh anlamına gelse de günümüzde daha çok zihin sözcüğünü karşılamaktadır. Psişe bilinçli ya da bilinçdışı, tüm duygu, düşünce ve davranışları içerir. Psişe birbirinden farklı biçimde çalışan, ancak birbiriyle etkileşim durumunda bulunan sistemlerden oluşur: Bilinç, Kişisel bilinçdışı; kolektif bilinçdışı.”
“Bir süre Freud’un öğrencisi olmuş, daha sonra kendi kişilik ve bilinç/altı kuramlarını geliştirmiştir. Önce Freudçuluktan yola çıkan ve sonra ona karşı olan Prof. Jung ruh bilimin çeşitli alanlarında kendine özgü yeni kuramlar ileri sürmüştür. Toplumsal bilinçaltı ve arketipler (ilk örnek) gibi teorileri ve kendi adıyla anılan geniş bir öğretisi vardır.” “Arketip, içgüdünün oto portresidir. Maddi değil imgeseldir. Arketipler başlangıçta varolan düşüncelerdir. Elektriksel olarak bir kutsallık duygusuyla yüklenmiş, ilahi nitelik taşırlar. Örneğin güneşin doğuşu sırasında hissettiklerimiz, arketipal düşünceye örnektir. Benzer biçimde, tam uykuya dalacakken ani sıçramalar da arketipal deneyimlerin yeniden yaşanmasıdır. Arketip, önsel ve ilksel algılama tarzlarıdır.”
“Tüm dinsel figürlerin (peygamber, şaman) odaklandıkları önemli bir şey var; içsel vahiy deneyimi... Din psikolojisinde, bütünsellik arketipi, bilinç dışında önemli bir yer işgal eder. Bu bütünsellik süreci, diğer arketipleri de tanrı imgesinin yanına yerleştirir. İsa, bir öz arketipidir. Kişilik bütünlüğüdür. Kilisenin geliştirdiği İsa ise gölgenin, yani şeytan arketipini güçlendiren bir ikincil dinsel değerler sistemidir. Kilise sayesinde İsa, gücünü kaybetmiştir. Kıyamet günü, İsa’nın yarattığı gölgedir.” diyor Jung. “Simya yani Hermetik zanaat, Hıristiyanlığın ödünleyici gölgesidir. Simyada bilinçdışı, maddenin gölgesine yansımalıdır. Jung’da karşıtlıkların mutlak bileşimi kuramı, Merkür çeşmesi arketipiyle simgelenir.” Jung doğuştan evrimle getirilen ortaklaşa bilinçdışından söz etmiştir.
Prof. Dr. M. Kerem Doksat şöyle diyor: “Freud’un önce talebesi ve “veliahdı”, daha sonra en ciddi muarızlarından biri olan Jung “ortaklaşa bilinçdışı” ismini verdiği, günümüzde “filogenetik psişe” dediğimiz ve arketiplerle bize ulaşan evrimsel bilgiden bahsetti. Kalıtıma aracılık eden genler de hemen aynı dönemlerde keşfedildi. Genlerin taşıdığı bilgi sadece anne ve babadan gelen değil, onların da ta kendi filumlarının, hatta bütün canlıların evriminden gelen bazı bilgileri ihtiva eder. Hatta canlılıkla cansızlığın arasındaki sınır çok sisli ve tedricî olduğuna göre, evrenin ta ilk anlarından gelme bazı bilgiler de tevarüs ediliyor olmalıdır; sonuç olarak bütün varlıklar aynı kuarklardan, atomlardan ve moleküllerden oluşmaktadır. Yani temel ve esas, dolayısıyla nihaî bilgi bir şekilde ve bir dereceye kadar taşınmış olmalıdır.”
“Jung’un “kolektif bilinç dışı” anlayışı, Freud’un bakışının ötesinde farklı bir yaklaşımda bulunan C. Jung’a göre insan zihni, onun evrimi tarafından biçimlendirilmiştir. Dolayısıyla, bireyin varoluşu onun geçmişiyle de bağlantılıdır. Bu bağlantı, yalnızca kişisel geçmişini değil, kendi türünün geçmişini, hatta insanlığın evrimini içerir. Kişisel bilinçdışının içeriği, daha önce bilinçte varolmuş yaşantılardan oluşur. Kolektif bilinçdışının içeriği ise insanın yaşam süresinde, bilincinde yaşanmamıştır. Kolektif bilinçdışı Jung’un “arketip” dediği imajlardan oluşur. Bu imajlar insana atalarından aktarılırlar. Yalnız insanlık tarihinin değil, insan öncesi evrimin de ürünüdürler. Arketipler, insanın vaktiyle atalarının geliştirmiş olduğu tepkilere benzer eğilimler göstermesinin kaynağını oluşturur. İçine doğduğu dünyanın genel imajı, doğduğu anda insanın içinde de vardır.
“Jung birbirini etkilemesi imkânsız olan kültürlerde dahi ortak semboller keşfetmiştir. Jung aynı sembolleri hastalarının rüyalarında da gözlemlemekte idi. Dolayısıyla arketipler düşüncesini dile getirdi. Jung’un tanımını yaptığı arketipler arasında, doğum, yeniden dünyaya geliş, ölüm, güçlülük, sihir, kahraman, çocuk, üçkâğıtçı, akıllı ihtiyar, toprak ana, dev gibi imgeler, ağaçlar, güneş, ay, rüzgâr, ırmak, ateş ve hayvanlar gibi doğal objeler, yüzük ve silah gibi insan yapısı objeler sayılabilir. Her insan aynı temel arketip imgelerine sahiptir.”
İnsan dış dünyasında, bu içsel imajlarının karşılığı olan objelerle karşılaştıkça, bu imajlar da bilinçli gerçeğe dönüşürler. Örneğin, bebek dünyaya geldiğinde, kolektif bilinçdışındaki anne imajı sayesinde annesini algılar ve onunla ilişkiye geçer. Dolayısıyla, insanın algı ve eylemlerindeki seçiciliği kolektif bilinçdışının içeriğiyle açıklanabilir. Bazı şeyleri kolay algılamamızın ve onlara karşı hazır tepkiler verebilmemizin nedeni, kolektif bilinçdışımızda varolan eğilimlerimizdir. Arketipler, bir insanın geçmiş yaşantılarının ürünü olan bellek imajları gibi canlı görüntüler değildir. Örneğin, anne arketipi bir annenin fotoğrafı gibi değildir. Bir benzetme yapmak gerekirse, banyo edilmesi gereken negatif filmleri çağrıştırabilirler. Gerçek dünyada bir karşılığı bulunduğunda, bu belirsiz imajlar, canlı ya da cansız varlıklarda, bizim için anlam taşıyan bir biçimde somutlaşırlar. Arketipler evrenseldir. Bir başka deyişle, her insan aynı temel arketip imajlarına sahiptir. Bir bebek dünyanın hangi yöresinde doğarsa doğsun, anne arketipini de birlikte dünyaya getirir. Ancak kendi annesiyle etkileşime başladıktan sonra bireysel farklılıklar ortaya çıkar. Çünkü çocukla ilişki, bir toplumun diğerine ya da bir aileden diğerine, hatta aynı aile içinde bir çocuktan diğerine farklılıklar gösterir.”
“Jung psikoz vakaları ile çalışıyordu ve bireysel bilinçdışı kavramının şizofreniyi açıklamaya yetmediğini gördüğü için kolektif bilinçdışı kavramını ortaya koydu. Felsefe din ve mitoloji bilgisi çerçevesi içinde, şizofrenilerin sabuklamalarını karşılaştırmalı olarak inceledi. Aralarında birtakım paralellikler buldu. Şizofreninin kişisel bastırma ile ilk çocukluk çağları olayları ile açıklanamayacak bir nedene dayanması, zihinde daha derin bir düzeyin (kolektif bilinçdışı) gerektiğini düşündürüyordu. Jung’a göre bir insanın yılandan ya da karanlıktan korkması için yılanla karşılaşmış ya da karanlıkta kalmış olması gerekmez. Yılandan ya da karanlıktan korkma eğilimleri, atalarımızın kuşaklar boyu yaşantıları sonucu bize aktarılmış ve beyin dokumuza işlenmiştir. Jung’a göre içinde doğduğu dünyanın genel bir imgesi, doğduğu anda insanın içinde zaten vardır. İnsan dış dünyasında içsel imgelerinin karşılığı olan nesneleri tanıdıkça, bu imgeler bilinçli gerçeğe dönüşürler. Örneğin, çocuk dünyaya geldiğinde kolektif bilinçdışındaki anne imgesi sayesinde annesini derhal algılar ve onunla ilişkiye geçer. Dolayısıyla insanın algı ve eğilimlerdeki seçiciliği kolektif bilinçdışının içeriğiyle açıklanabilir. Bazı şeyleri kolaylıkla algılamamızın ve onlara karşı belirli tepkilerde bulunmamızın nedeni, kolektif bilinçdışında var olan eğilimlerimizidir. Jung’a göre kişiliğimizdeki en etkili güç tüm insanlık tarihinin deneyimlerini kapsayan kolektif bilinçaltımızdır. Jung bilinçdışı kavramını bir ada benzetmesi ile açıklardı. Adanın görünen kısmı bilincimizdir. Okyanus kolektif bilinçdışıdır. Ara sıra görülüp ara sıra yok olan kumsal ise bireysel bilinçdışıdır. Jung’a göre kişisel bilinçdışı baskılanmış çocuksu isteklerden oluşmaktadır. Ancak Jung’a göre insanın düşüncesi ve beyni yalnızca kişisel bilinçdışının etkisi altında değildir. İnsanın düşüncesine ve beynine evrim etki etmiştir. Kolektif bilinçdışı tüm insanlar için ortaktır. Kolektif bilinçdışının içeriği arketipler terimiyle adlandırılır.”
“Jung’un tanımladığı arketiplerden dördü diğerlerinden daha fazla ortaya çıkmıştır. Bu yüksek düzeyli duygusal anlamlarla dolu arketipler; persona, anima, animus, gölge ve bendir.”
“Presona: Maske anlamına gelir. Persona başkaları ile ilişkiye geçtiğimizde giydiğimiz bir maskedir ve bizi topluma görünmek istediğimiz şekilde sunar. İnsanın kendisi olmayan bir kişiliği yaşamasıdır. Bir insanın evde, okulda ve arkadaşlık ortamında farklı maskeleri vardır.
Anima ve Animus: Jung’a göre insan karşı cinse ait niteliklere de sahiptir. Anima arketipi erkek psişesininn kadın yönü, animus arketipi ise kadın psişesinin erkek yönüdür. Bu arketipler insanın karşı cinsi anlayabilmesine yardımcı olmuştur. Jung’a göre her erkek kendinde doğuştan var olan kadın imgesine (anima) uyan kişileri evlenmek için tercih eder. Kadın ise kendi animusuna uyan erkeklere yönelir.
Gölge: Gölge insanın temel içgüdülerini içerir. Kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır. Hayatın daha alt şekillerinden bize kalan mirastır. Uygar olabilmemiz için gölgemizdeki hayvansı eğilimleri evcilleştirmemiz gerekir. Gölgenin olumlu tarafı insani gelişim için gerekli olan spontanlığın, yaratıcılığın, içgörünün ve yoğun coşkuların kaynağı olmasıdır. Ego ve gölge işbirliği yaptığında kişi kendini yaşam dolu ve canlı hisseder. Gölgenin red edilmesi kişiliğin sönük kalmasına neden olur.
Ben: Ben arketipi, Jung’un kolektif bilinçdışı üzerindeki çalışmalarının en önemli ürünüdür. Jung ben’i kendini gerçekleştirmeye yönelik bir dürtü olarak ele almıştır. Jung ben’i sistemdeki en önemli arketip olarak ele almıştır. Bilinçaltının tüm yönlerini dengeleyen ben, kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrar kazandırır. Ben her zaman tam bir bütünleşmeye çabalar.”
“Jung tam bir birlik ve bütünlüğün çeşitli kültürlerde defalarca rastlanılan bir sembol olan bütünleşme çemberi (mandala) ile temsil edilebileceğini söylemiştir. Mandala, bireyin bilinçli veya bilinçdışı bütünselliğinin simgesidir. Çember, haç ve Jung’un da pek çok kez resimlediği mandala figürleriyle sembolleşmiştir. Mandala, meditasyonda, dikkati merkezde yoğunlaştırmak için kullanılan bir çizimdir.”
“Jung insanın ruhsal kişiliğini, bütün geçmişten soya çekimle gelen bu ortaklaşa bilinç dışı izlenimlerin onardığını ileri sürer. Freud'un cinsellik içgüdüsü ve Adler'in aşağılık kompleksine karşı çıkarak insanın ruhsal karakterini yaşama içgüdüsünün belirlediğini savunur.” “Jung'a göre cinsellik duyguları da yükseltme isteği de yaşlara ve koşullara göre değişen, bütün insan yaşamını belirleyecek güçte olmayan etkenlerdir. Buna karşı yaşama enerjisi her yaşta ve her koşulda gücünü sürdürür. Jung tip kuramını da bu tip üzerine kurar, yaşama enerjisinin içe ya da dışa dönük oluşuyla insan tiplerini” entrovert” ve “ekstrovert” olmak üzere ikiye ayırır.” “Diğerinin sevmediğimiz özellikleri, kendi kendimizi bulmaya yardım edebilir.” der Jung.