O gece Yasef Bey’den Masonluk ilgili daha birçok şey öğrendim.
Ancak bu arada 9. Senfoni’nin son bölümüne gelmiştik. Yasef Bey heyecanlandı. Bu yapıtın en çok beğendiği yeri burasıydı. Klasik müziği sevenlerin birçoğu için de öyledir. Burada koro devreye girer; insan sesi enstrümanlara üstün gelir. Ancak koro kreşendoya geçince, Yasef Bey ile aramızdaki zihinsel iletişim koptu.
Zaten hep böyle oluyordu. Dış dünyadaki nispeten aynı düzeyde sayılabilecek ses titreşimleri arasına çok farklı bir frekans girecek olursa, bu bizi de etkiliyordu.
Bu konser beni nereden nerelere getirmişti.
Hayretler içindeydim!
Giz ve gizemli bilgilerin dışarıya aktarılamayacağı konusunda duyarlılık gösterilen Masonluk ve masonlar hakkında hayli bilgi edinmiştim. Sanırım Bilge Ruh, bana doğrudan aktardıklarını kendi iç dünyamda değerlendirmem kadar, burada öğrendiklerimi de Masonluk hakkında bilgisiz ve kuşkucu olan insanlara anlatıp açıklayabilmem için bana bir görev vermişti.
Masonluğu mason olmayan birinin anlatması ne garip!
Bu bağlamda özetle şunları söyleyebilirim:
Temel kural olarak masonlar inançlarında özgür... Ancak localarda din, inanç ve politika tartışmaları yasak. Çünkü insanlar bu konularda çok hassas ve her an aralarında sürtüşme çıkabilir. Bu da masonlar arasındaki kardeşliği zedeleyebilir. Onun için bu konuları objektif olarak inceleyebiliyor ama tartışmaya girişmiyorlar.
Evrensel gerçeklerin araştırılması bakımından Masonluktaki tutum ile dinlerin yargıları arasında bazı farklar olabiliyor.
Masonlukta “Evrenin Ulu Mimarı” diye bir kavram geçiyor. Bunu sık sık, her toplantıda kullanıyorlar. Bu kavram kimine göre açıkça “Tanrı” kavramının tam karşılığı; Masonluk simgelerini eski inşaatçılık mesleğinden aldığı için öyle denmiş. Kimileriyse bu kavramın tanımlanmasını uygun bulmuyor; bunu her masonun kendi düşüncelerine, kendi inançlarına, kendi sezgilerine göre tam ve kesin bir vicdan özgürlüğü ile tanımlayıp yorumlayabileceği bir yüce ilke olarak görüyor. Üzerinde kurumsal bir yorum ya da açıklama yapılmıyor.
Masonlukta ahlâk da çok önemli… İtiraf edilmemiş günah, açıklanmamış yanılgı, gerçek ahlâkın önünde engel sayılıyor… Gizli kalıp utanç perdesi altında saklanan yaşantının, insana ve topluma zarar getirebileceği öngörülüyor.
Azim, cesaret, çalışkanlık, umut, iyilik, dürüstlük gibi erdemler ve başta sevgi olmak üzere manevi duygular da Masonlukta pek önemli... Bunlara da çeşitli açılımlar getiriliyor.
Bir de “sır” ya da “gizem” sorunu var; mason olmayanların üzerinde çok durduğu hatta biraz korktuğu...
Aslında sır ya da gizem pek yok da; susmasını bilmek, olur olmaz konuşmamak, her şeyi herkese, ulu orta anlatmamak var. Gizemcilik ise; doğaüstü güçlerin var bulunduğu ve bunlarla ilişki kurulabileceği temeline dayanan dinsel dünya görüşü. Bunları Masonluktaki “sır” ile karıştırmamak gerekiyor. Zaten şöyle deniyor: “Masonluğun kendine özgü sırları yoktur; ancak kişilerin oluşturduğu ve yeterince anlama düzeyinde olmayanlardan gizli tutulan bir gizemcilik düzeni vardır.”
Demek aslında ortada sır yok ama sır gibi tutulup gelişigüzel herkese söylenmemesi gereken şeyler var.
Burada “gizemcilik” sözcüğü farklı bir anlamda kullanılıyor; sırları korumak gibi bir anlamda. Oysa Gizemcilik başka bir şey; mistisizm desek daha iyi… Bunun temeli antik çağlara hatta belki daha öncesine uzanıyor. Örneğin Eski Mısır’da Hermetizm, Çin’de Konfüçyüs ve Tao öğretileri, İran’da Mitraizm, Hindistan’da Brahmanizm, antik Grek ve Roma uygarlıklarında Pisagorculuk bunlardan sadece birkaçı… İslâm toplumundaki tasavvuf da bunun örneklerinden biri. Hele Bektaşilik, bunu Anadolu’da doruğuna vardırmış. Ezoterik bir sistem çerçevesinde “Bilgiyi ehil olmayandan saklamalı.” deniyor. “Fakat ehil olana mutlaka verilmeli.” diye de ekleniyor.
Gizemciler, Tanrı’ya tapınma yerine onu anlama, ona ulaşma, onunla bütünleşme amacını güderdi. Bu yüzden tutumları halka açık olan dinlerden çok farklıydı. Nitekim bildiğimiz hemen her dinin yanı başında bir de gizemci akım oluşmuş.
Masonluk da bunlardan hem etkilenmiş hem esinlenmiş.
Ancak Masonluk, bunların yanı sıra çağımızın bilimsel gelişmelerine sırt çevirmiyor; insanlığın bilim yoluyla ortaya çıkardığı bulgulara da güveniyor; onları da kullanıyor.
Masonluk, felsefeyi çok geniş açılardan incelemekle birlikte, kendini hiçbir felsefi görüşün yandaşı haline getirmemiş. Böylece değişebilirliği ve gelişme gösterebilirliği yakalamış. Felsefi düşünce tarzını, karşılaştırma yöntemini ve görelilik ilkesini benimsemiş.
Bu da ister istemez bilimsellik ve akılcılığı ön plana çıkarıyor.
Masonluk kendi içinde diyalektik felsefeye de yer vermiş. Buna göre doğayı, toplumu ve düşünceyi karşıtlıklarının çatışması ve aşılmasıyla durmaksızın devindiren ve geliştiren süreç olarak alan masonik görüşler oluşturmuş; bunları ritüellerine serpiştirmiş. Bu düşünce tarzı yüzyıllar önce bakışlarını dinden ayırıp doğaya çeviren Milet Okulu’nda bile varmış. Nitekim Platon, bilimsiz spekülasyonların insanı ne tür hayallere daldırabileceğini savunarak, örneklerle açıklamalar yapmış.
Her masonun diğer herhangi bir insan gibi bir özel yaşamı var. Masonluk ya da loca ona karışmıyormuş.
Bir de masonik yaşamı var. Bu ise ikiye ayrılıyor; biri dış yaşam, diğeri iç yaşam. Dış yaşam, masonların loca toplantısı ve birbirleriyle ilişkilerini kapsıyor. İç yaşam ise kendi dünyaları.
Bir masonun kendi benliğini görmeye, kendisini tanıyıp, bilmeye çalışması gerekli. Bu suretle iç varlığına inip arınabileceği öngörülüyor. Nitekim insanların en hayırlısı gönülleri arınmış olanlar.
Bazı localar kutsal kitaplara çok önem veriyor ama Masonlukta laik düşünce kaçınılmaz bir olgu. Bu yüzden “Kutsal Yasa Kitabı” da denilen kitap kimilerine göre kendi din kitabı iken, kimilerine göre de dinlerin kargaşa ve çelişkilerinden sıyrılıp, “Evrenin Ulu Mimarı” diye adlandırdıkları yüce kudreti simgeleyen kitap olabiliyor. Her mason yaratanın niteliği ve kudretini kendi inanışına göre benimseyebiliyor.
Böyle olunca, kimilerinin ileri sürdüğünün aksine Masonluk kendine özgü bir din değil... Ancak toplumda kimileri toplumsal yaşamı ille dinsel yaşam ile bağdaştırdığı ve bu gibi görüşler kendi dinsel inançlarına uymadığı için, Masonluğu kendi dinlerine aykırı ve farklı bir din olarak görebiliyor. Bu bir yanılgı ve tümüyle onların sorunu... Bana göre bilgisizlik; hatta bağnazlığın dik âlâsı.
Bu bilgilerin ışığında anlaşılıyor ki; Masonluk akıl, bilim ve bilgelik yolu… Gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme suretiyle, dünyaya ve evrene ilişkin gerçekleri bulma ve birbirine bağlama çabası…
Ancak Masonluğun bir kurum olarak bilimsel bir çalışması yok. Bunu mason olsun ya da olmasın, işi bilimsel araştırma olan bilim adamlarına bırakmış; onların bulgularını değerlendiriyor. Bu açıdan gerçek arayışı, bilgi, öğrenme, araştırma ve gözlem yoluyla elde edilen her türlü gerçek ile kavrayışın tümünün bütünlüğünü kapsıyor.
Bilgelik olarak anılan nitelik, tüm bunların yaşama en doğru ve en yararlı biçimde uygulanabilmesi… Masonlukta safsataya, dogmalara ve bilimsellikten uzak, akıl dışı şeylere yer verilmiyor.
Dışarıda yanlış değerlendirilen ve maddi çıkar ilişkisine dayandırılan kardeşlik, aslında zihin ve ruh birliği, bir tür düşünce ortaklığı. Yasef Bey’in dediği gibi bu tür kardeşlikte kişinin kendi tercihi söz konusu oluyor. Din kardeşliği gibi bir duygu bu belki ama masonların dinleri de farklı olabildiğine göre, buna ülkü kardeşliği demek daha doğru.
Duygudan söz edince de aklıma öncelikle “sevgi” geliyor.
Bence sevgi yaratılışın sırrı... Bu da insanlığı ve evreni sevmekten geçiyor. Ondan önce de bir masonun mason kardeşini sevmesi; ailesini, eşini, en azından anası ya da babasını, biyolojik kardeşini, çocuklarını, akrabalarını sevmesi gibi...
Kimi zaman bir insan anasından, babasından, öz kardeşinden, ailesinden nefret edebiliyor. Demek ki sevgi için kan bağı yeterli değil. Masonluktaki kardeş sevgisi, sonra toplum, ulus ve insanlık sevgisi ise; kişinin hiçbir ön bağlanış zorunda olmadan, bilerek, isteyerek bilinçle oluşturduğu bir sevgi türü.
Oradan Tanrı sevgisine de ulaşılabilir mi?
O da kişinin kendi bileceği bir şey; Tanrı algılayışına bağlı...
Masonluk bu bağlamda kimsenin önüne engel koymuyor. Ancak kişinin kendi tercihlerini bu kurumun içinde başkalarına da dayatmasını engelliyor. Masonluk özgürlükten yana ama özgürlüğün de bir sınırı var.
Yine Bilge Ruh’un bu bilgileri topluma ulaştırmak için bana bir görev verdiğini düşünürken, beni de bu yola sokmak için bir mesaj mı verdiğini düşündüm. Hatta bunun için Yasef Bey ile iletişim kurmamı da o mu sağlamıştı acaba?
Bende Masonluğa girmeli miydim?
Çok geç olmamış mıydı? Yaşım ilerlemişti.
Olsun!... Gerçi orada işe çıraklıktan başlayacaktım ama bundan ötürü gocunmazdım. Mutlaka öğreneceğim şeyler vardı. Ayrıca ben de geçmiş bilgi birikimim ve deneyimlerimle sadece genel olarak çevremdeki insanlara değil, masonlara da yararlı olamaz mıydım? Böylece üstlenmiş olduğum görevi hakkıyla yerine getirmez miydim?
Hem Yasef Bey de «Neden olmasın!» dememiş miydi?
Konser sona erdiğinde herkes maestroyu, orkestrayı, koroyu çılgınca alkışladı. Eşim ile ben de katıldık onlara.
Orkestra ve koro sahneyi boşalttıktan sonra dinleyiciler de ağır ağır terk etmeye başladı anfi tiyatroyu. Bu hayli uzun zaman aldı çünkü iki yanda sadece birer çıkış vardı.
Yasef Bey yanında kız kardeşi ile birlikte çıkışa doğru ağır ağır ilerlerken, bir yandan da sağına soluna bakınıyordu. Konser sırasında zihinsel iletişim kurmuş olduğu kişinin de burada, konserde olduğunun farkındaydı da, onun kim olduğunu keşfetmeye mi çalışıyordu acaba?
Belki!
Şurası kuşkusuz ki, anılarına inmiş ve hayallere dalmıştı. Bireysel olarak hiçbir zaman erişemeyeceğini bildiği “ tam bilgelik” ve hiçbir zaman oluşmayacak “tüm insanların ülkü birliği” yolunda, artık çoğu bitmiş pek azı kalmış yaşamında kendince yararlı adımlar atmıştı ama o bunu yetersiz görüyordu. Tüm insanların kardeş olduğuna inanıyor, onların topluca barış ve mutluluk içinde yaşamalarını öngörüyor, bunun bir gün tüm insanlarca benimsenebileceğine ilişkin umudunu koruyordu; kendisi göremeyecek olsa da...
Bir an yanına gidip resmen tanışsam mı diye düşündüm. Hem kiminle zihinsel iletişim kurmuş olduğunu da öğrensin ve rahatlasın.
Hayır!... Doğru olmazdı. Bence Bilge Ruh bana ruhsal iletişim kurduklarımın sadece düşüncelerini topluma aksettirme görevi vermişti.
O kız kardeşi ile kendi yoluna gitti, ben de eşimle kendi yolumuza.
Bir iletişimden, bir ruhsal yolculuktan daha yeni bilgiler edinerek uyanmıştım.
Arabamızı park etmiş olduğumuz yere doğru yürüyorduk. Bu arada Yasef Bey’in anlatmış olduklarının hepsinin çok anlamlı, toplumun ve insanın yararına şeyler olduğunu düşünüyordum.
Ancak Masonluk kapalı çalışan bir kurumdu. Buna her insan bu kurumdaki öğretiyi kavrayamayacağı, ters tepki gösterebileceği ya da sırf kendi yararına kullanmaya kalkışabileceği için zorunluluk duymuştu; tarih boyunca gelmiş geçmiş tüm ezoterik kurumlar gibi… Keşke tüm insanlar bunları anlayabilecek, içlerine sindirebilecek düzeye gelmiş olsaydı!... Hele bir de benimser, bir de uygulamaya koyarlarsa dünyanın çehresi nasıl da değişirdi!
Yasef Bey Yahudi’ydi; hem de dinine bağlı bir Yahudi... İletişim sırasında dininin gereklerini eksiksiz yerine getirdiğini de öğrenmiştim.
Birçok kimse Masonluğu Yahudilik ile özdeşleştirir. Onun için de Masonluğun Yasef Bey’e yabancı gelmediğini söyleyebilir. Diyen olmuştu zaten.
Oysa görülüyor ki bu kurumun öğretisi, Yahudilikle özdeşleşmek bir yana dursun, Yahudi dininin dogmalarıyla da taban tabana zıt çelişkiler sergiliyor. Bunu anlayabilmek için, Yahudiliğin ilkelerini bilmek gerek. Bunları birada anlatmanın hiç gereği yok; ancak bir kez daha yineleyerek söyleyebilirim: Masonluğun ilkeleri Yahudi dinine çok ters gelir.
O zaman nasıl olmuştu da Yasef Bey Masonluğa bu kadar bağlanabilmişti?... Sanırım bunun bir tek açıklaması olabilir: Adam dinine bağlı olmasına bağlı ama bağnaz değil; aklını kullanıyor, hem de öncelikli tutarak; dininin kapsamında din adamlarının koymuş olduğu anlamsız ve mantıksız dogmalardan kendini sıyırmasını başarabilmiş. Üstelik bunu daha masonluğa girmeden çok önce yapmış. Aksi takdirde almazlardı onu Masonluğa.
Bir başka açıdan bir dinin dogmaları diğerine ters gelebiliyor ve diğer dinleri yerebiliyorlar. Dinler arasında da tutucuların çekişmesi var.
Kimileri masonların dinsiz, inançsız, ateist olduğunu söylüyor. Oysa Yasef Bey’in anlattıklarına bakınca, bu kurumdaki ilkeler ateistlerin de kabul edebileceği şeyler değil. Çünkü Ateizmin de kendine göre bir inanç tarzı var. Kaldı ki masonlar arasında dinine çok bağlı, Yasef Bey gibi kendi dinlerinin gereğini harfiyen yerine getiren Hıristiyan ve Müslümanlar da varmış. Söz arasında, beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, hacca gitmiş Müslüman masonlar olduğundan da söz etmişti. «Bir tek koyu Katolikler ile Amerika’daki Mormonlar kat’iyen mason olmaz.» demişti.
Osmanlı’nın son dönemlerinde devletin ileri gelenlerinden çoğunun, bu arada kimi padişahların hatta şeyhülislamların, Hıristiyan dünyasında birçok rahibin mason olduğu söyleniyor.
Demek oluyor ki, Masonluk genelde dinlerin hiçbirine aykırı değil ama hiçbir dinden de değil. Kişilere ise dinsel serbestlik tanıyor.
Peki ama buna karşın niçin bu kadar çok saldırıyorlar bir kurum olarak Masonluğa ve onun üyesi olan masonlara?...
Bana göre bu sorunun yanıtı açık: Masonluk dogmalara karşı ve her bakımdan özgürlükten yana. Tüm insanları eşit sayıyor. İşte bu birtakım insanların işine gelmiyor; çıkarlarına dokunuyor. Dolayısıyla onlar da başkalarını Masonluğa karşı kışkırtıyor.
Tarih boyunca toplumların çeşitli sahnelerinde oynanmış olan bir trajedinin benzeri.