Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yıkıldı - 5  (Okunma sayısı 2836 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 05, 2011, 01:39:48 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



İki genç gezgin, ortadaki üç sütunun çevresinde dolaşarak üçgen prizma biçimindeki kütlenin üzerindeki işlemeleri zihinlerine aktarmaya girişmişlerdi. Arada bir duruyor, belleklerini yokluyor, sonra karşılaştırıyor, tam bellemiş olup olmadıklarını sınıyorlardı.

İşte bu dönüp dolaşma sırasında içlerinden birinin gözü daha önce o mermer levhanın dayalı olduğu köşede en alt sıradaki duvar taşına takıldı.

O taş, uzaktan bakıldığında hücrenin duvarlarının yapıldığı diğer kesme taşlardan farksız  gibi görünüyordu ama onu ötekilerden ayıran bir özelliği vardı: Sadece onun üstüne belli belirsiz yan yana iki halkaya benzer bir şekil çiziliydi.

Yakından dikkatle baktı. Yanılmıyordu. Üstelik bu taşın derzleri ona bitişik diğer taşların arasındakilerden de farklıydı. Ötekiler öylesine örülmüş, burası boş bıorakılmış ve işte bu taş sanki buraya sonradan yerleştirilmiş gibiydi.

Seslenerek, bu izlenimini ötekilere de bildirdi.

O ana kadar hayli sakin olan önderleri oraya yaklaşıp da köşeyi dikkatle inceleyince birdenbire telâşa kapıldı.

«Tamam! Burada gördüklerimiz yeter. Ezberleriniz de bitmiştir. Hadi artık gidelim.» dedi.

Arkadaşının belirlemiş olduğu o köşedeki taşı diğer genç gezgin de gözden geçirdi ve «Bellik ki burada bir diğer geçit daha var.» dedi, «Nereye uzanıyor acaba?»

Öteki, «Onu anlamak için taşı yerinden çıkarmak gerek.» diye bilgiçlik tasladı.

Önderleri onlara bir an önce buradan çıkıp gitmeleri gerektiğini söyleyip duruyordu ama işte bu kez iki gencin ona kulak astığı yok gibiydi. İkisi de bıçaklarını çıkardı. Taşın derzlerine sokuşturarak yerinden oynatmaya çalıştılar.

Kıpırdatamadılar bile!

Önderleri endişe içinde onları izliyordu. «Boşuna!... Öyle açamayacağınızı şimdiye dek çoktan öğrenmiş, anlamış olmalıydınız.» diye bir mırıltı döküldü dudaklarından.

Gençler bu sesli düşünceyi yakalamakta gecikmedi. Üzerine vardılar. Orasını da açmasını istediler.

Önderleri bunun çok tehlikeli olabileceğini, o taşın üzerindeki şekle bakılınca, eğer orada gerçekten de bir diğer geçit varsa oraya ulaşmaya girişmenin çok tehlikeli olabileceğini, bunun hiç de akıllıca olmayacağını belirterek, «Nerede durulması gerektiğini de bilmelisiniz. Bu kadarı yeter. Hadi gidelim.» dedi bir kez daha.

Genç gezginler bu kez önderlerinin sözünü dinlemeyecek gibiydi. Biri yere oturup sırtını taşa yasladı. Açıkça karşı koydu: «Hayır ustam… Bize bunu da göstermelisin. Burada sonsuza dek kalsak bile…»

Demeye kalmadı, yaslanmış olduğu taş blok olduğu yerde yana doğru dönüverdi.

İşte o esnada içeriye sanki âniden fırtına çıkmış gibi şiddetli bir esinti doldu. Sütunlar ve üstlerindeki kandiller devrilip yuvarlandı. Hücrenin içindeki her şey bir anda hem allak bullak oldu hem zifiri karanlığa boğuldu.

Önder, her nasılsa kendisini açılan o taş kapının arkasına doğru atmayı başarmıştı. Gençlere «Yere yatın ve bir yere tutunmaya çalışın.» diye bağırdı. Arkasına geçmiş olduğu taş kapıyı omzuyla yüklenerek kapatmaya çalıştı. Kan ter içinde kaldı ama sonunda başardı.

Taş blok yine önceki yerine oturunca, kopan fırtına durdu. Gezginlerin önderi rahat bir nefes aldı.

Uzunca bir süre sessiz kaldılar. Neden sonra gençlerden biri «Neydi o öyle?» diyebildi.

Önderleri «Ansof yani sonsuzluk.» dedi, «İşte deneyerek gördünüz ki ona ulaşmanın olanağı yok.»

«Yani bu geçit sonsuzluğa doğru mu açılıyor?» diye sordu öteki safça.

Önder ona yanıt vermedi. «Şu meşaleyi bulmalıyız.» dedi.

Hücrenin içinde sürüklenerek dolaşıp, el yordamıyla meşaleyi arayıp buldular. İçlerinden biri çakmak taşlarını çıkarıp yaktı. Birbirlerinin yüzüne baktılar.

Artık genç gezginler de burada daha fazla durmanın can güvenliği bakımından tehlikeli olabileceğini, hele bilmedikleri bir işe kalkışınca başlarına olmadık işler açılabileceğini kavramıştı. Yıkılmış sütunları kaldırıp sönmüş kandilleri yine yerine koydular ama yakmadılar. Ortalığa önceki gibi çeki düzen verdiler. Sonra önderleriyle birlikte dışarı çıkıp sırayla kapıların takozlarını aldılar. Olabildiğince hızlı bir şekilde geldikleri yerden aynı yöntemle dışarı çıkarlarken bedenleri sadece dehlizde yol almak üzere işliyordu ama kafalarının için dolu doluydu; zihinlerinden bambaşka şeyler geçiyordu.

Yetkinliğe ve gerçeğe ulaşmak, her türlü zorluğa katlanmayı, yılmak bilmeyen bir çalışmayı gerektirir. Üstelik bu yoldaki çalışmada, her aşamadan sonra ortaya konması gereken çabanın koşulları, bir öncekine oranla daha ağır olacak, daha güçlü bir direşmeyi gerektirecektir.

İnsan, ilk aşamalara bireysel girişimleriyle de ulaşabilir. Fakat sonraları, kendisiyle birlikte aynı yolun yolcusu olanlarla birlik ve bütünlük kurması kaçınılmaz olur. Çünkü bireysel çabaların sonucunda ulaşılabilecek olan her aşama, tam bir yetkinliği ve gerçeklerin tümüne varışı sağlayamaz.

İnsan her şeyi tek başına bilemez ve her şeyi tek başına yapamaz. Güç ve olanakların birleştirilmesi, yük ve sorumlulukların paylaşılması, görev bölümü yapılması, bilgi ve görüş alış verişinde bulunulması, noksanları karşılıklı olarak gideren bir dayanışmanın oluşturulması gereklidir.

Böylece ulaşılabilecek olan yetkinlik ve gerçek, bireyselliğin dışına taşar; topluma yayılır; bireysel boyutu aşarak, önce toplumsal, sonra evrensel boyuta doğru genişler ve yücelir. Artık bireye hatta belli bir topluma özgü kalmaz; tüm insanlığın olur.

Her zorluğa katlanıp yılmak bilmez bir çalışmaya karşın, yetkinliğe ve gerçeğe ulaşmak, her insanın becerebileceği bir iş değildir. Bunun için, geçmişin görgü ve deneyimleriyle bilgilerini genişletmiş, olur olmaz herkese verilmeyen ve olur olmaz herkesin edinemeyeceği bilgilere sahip olmuş, bunların değerlemesini ve yerinde kullanılmasını öğrenmiş önderlere gereksinme vardır.

Önderlerine güvenmeyen, onların yolunu izlemeyen kimselerin, bulundukları aşamadan daha ilerisine ulaşmaları pek zor, hatta çoğu kez olanaksızdır. Böyle insanlar, belki hangi yolda ilerlemeleri gerektiğini sezebilir ya da görebilir. Fakat önlerindeki engelleri aşabilme yönteminin bilgisinden yoksun olduklarından, kendi başlarına bu ilerleyişi ya ancak boşuna gecikmelerle sağlayabilir ya da hiç gerçekleştiremeyerek oldukları yerde kalır.

İyi bir öndere duyulan güven sınırsız olmalıdır. Onun göstermiş olduğu yolda ilerlemek yetmez; girilmemesini önerdiği yola girmekten de kaçınılmalıdır. Bir önderin peşine takılmış olan kişi, onun izleyicisi olduğunu kavramalıdır. Ta ki önderini de aşabilecek bilgiyi ve gücü gerçekten elde etsin. Önder, başarıya ulaşabilmek için kullanılacak bir araç değildir. Başarıya ulaşmanın, gerçeklere birlikte varışın bütünleyicisidir.

Önderinin peşinden giderek belirli bir aşamaya ulaşan kişi, bundan sonra kendisini “büyük” ve “çok bilir” görmemelidir. Her şeyden önce, önderinin ona önermiş ve göstermiş olduğu üzere kendini bilmeli, alçak gönüllülüğü elden bırakmamalı, herhangi bir başarı elde ettiğinde zafer sarhoşluğuna kapılmamalı, “ne oldum delisi” olmaktan sakınmalıdır.

Evrimsel doğrultuda ilerlemeyi amaçlamış ve bunu kafasına koymuş olan kişi, ulaşmış olduğu herhangi bir gerçekten ötürü artık her türlü bilgiyi benliğinde topladığını sanmamalıdır. Çünkü her varılan gerçek görelidir ve saltıklığın doğrultusunda gelişerek bütünleşmeye gebedir.

Bunun yanı sıra, kişi bireysel istek ve tutkularını sınırlandırmasını da bilmeli, hangi aşamaya gelmişse buna kadar gelebilmesini sağlamış ya da katkısıyla beslemiş olan önderine bağlı kalmayı ve saygılı olmayı sürdürmeli, onun bilgeliğinden bu suretle bilgece pay çıkarmalıdır.

İstekler ve tutkular sonsuz oldukça, bunların doyuma ulaştırılabilmesine de ancak sonsuzlukta olanak bulunur.

Sonsuzluğu aramak ise, yalnızca bu arayışa girişen kişiyi değil, onunla birlikte olanları da felâkete sürükleyebilir. Yetinmesini öğrenemeyen insan, elinde olanı da yitirerek ulaşmış olduğu gerçekleri bile kaçırıp kendini dogmalara saplanmış bir duruma düşürmekle karşı karşıya gelebilir.

İnsana gerçekleri bulduracak, onu gerçeklere ulaştıracak olan yol, üzerinde yaşadığımız dünyadaki doğanın bilgisini edinmekle başlar; evrene ilişkin tüm bilgilerini, yasalarıyla birbirlerine bağlayarak, yani bilimselleştirerek sürer.

Doğada bugün için bilinmeyen ya da bilimsel yol ile anlaşılamayan çok şey vardır. Hatta bilinmeyen ve anlaşılamayanların, bilinen ve anlaşılabilmiş olanlardan daha çok olduğu bile söylenebilir.

Fakat nasıl bugün bilinenler ve anlaşılabilenler dün bilinmekte ve anlaşılabilmekte olanlardan daha çok ise; yarın da bilinenler ve anlaşılanlar bugünkülerden daha çok olacaktır. Bu hep böyle sürüp gelmiştir ve hep böyle sürüp gidecektir.

Yarının bilgisinin ve biliminin, bugünün bilgisi ve biliminden çok daha geniş, çok daha derin, çok daha engin olması kaçınılmazdır.

Bu evrimin gereğidir. Hiç değişmemiş ve değişmeyen bir evrensel yasadır.

Evrensel gerçeklerin bir bölümü, bilimin bugün varmış bulunduğu birikimin ötesinde olabilir. Bugünün bilimi, bunlara ulaşmaya henüz elvermeyebilir. Fakat bilimin de sürekli olarak geliştiği, kendi kendini yenileyerek geliştirdiği göz ardı edilmemelidir.

Bugün bilinen gerçeklerin dün bilinmediği gibi, bugün bilinmeyenler de yarın bilinecektir.

Bilimin ve bilimsel yöntemle yürütülen çalışmanın varamayacağı hiçbir gerçek yoktur.

Kuyuya vardıklarında güneş çoktan batmıştı.

Kuyunun içine istiflemiş oldukları taşları dağıttılar. Yukarıya tırmanıp, merdiveni de çektiler; söküp, parçalarını sağa sola fırlattılar. Orada daha fazla kalmak istemediklerinden, alelacele develerinin koşumlarını bağladılar. Hiç konuşmadan yola düzülüp uzaklaştılar.

Daha sonra bir su başında duraklayıp, orada gecelediler.

Ertesi sabah yola çıkmaya hazır olduklarında, önderleri öne geçerek devesini kuzeye doğru sürdü. Az sonra göl kıyısına vardılar ve kıyı boyunca aynı yönde yollarına devam ettiler. Ancak gölün sonuna geldiklerinde önderleri yolunu değiştirdi ve doğuya yöneldi.

Oysa buraya zaten o yönden gelmemişler miydi?

Genç gezginlerden biri önderine yaklaşarak, pek merak etmese de öylesine sordu: «Nereye gidiyoruz usta?»

Önder kısaca yanıtladı: «Babil’e.»




« Son Düzenleme: Şubat 05, 2011, 01:50:41 ös Gönderen: ADAM »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
6898 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 14, 2014, 12:19:03 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3080 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2011, 02:44:32 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3770 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 02, 2011, 09:06:18 öö
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2781 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 02, 2011, 06:04:25 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2481 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 04, 2011, 11:48:28 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3469 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 09, 2011, 11:03:21 öö
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2785 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 11, 2011, 05:04:11 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3313 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 14, 2011, 12:18:37 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2506 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 15, 2011, 05:52:12 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2206 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2011, 05:23:33 ös
Gönderen: ADAM