M. Schlick «Felsefede Dönüm Noktası”nı Açıklıyor
1930-31 yıllarında, Erkenntis (Bilgi) dergisinin ilk cildi yayınlandı. Editörlüğünü R. Carnap ve H. Reichenbach ’ın üstlendikleri dergi bizim akımımızın başlıca sözcüsü oldu. Derginin ilk sayısı Schlick'in kaleme aldığı «Felsefede Dönüm Noktası» ile başlıyordu: Bu yeni akımdaki iyimserliğin derginin de anahtarı haline geldiğini söylemek için oradan şu satırları aktarıyorum.
Schlick şöyle diyordu:
“Felsefede her yönüyle keskin bir dönemecin ortasında bulunduğumuz kanısındayım. Sistemler arasındaki kısır çekişmelere sonu gelmiş gözüyle bakabilirim. Bizim çağımız artık bu tür çekişmeleri gereksiz kılan yöntemlere sahiptir. İş artık bu yöntemleri kararlılıkla uygulamaya kalıyor.”
Schlick aynı yıl (1930) yayınladığı “Kişisel Yaşantı, Bilgi, Metafizik” adlı makalesinde şöyle diyordu:
“Varlıkların bilgisi ilk olarak özel bilimlerin kendi yöntemleriyle elde edilmektedir. Varlığın bunun dışındaki her hangi bir yöntemle bilgisini edinmek boşuna laftır. Metafiziğin hiç bir olanağı yoktur, çünkü metafiziğin amaçları kendi aralarında birbiriyle çelişmektedir.
Eğer metafizikçilerin kişisel yaşantıya özlemleri varsa bunu şiirle, sanatla yapabilirler. Bu özlemlerini yaşamın kendisiyle giderebilirler. Ama transandant(aşkın) olan şeyleri kişisel olarak yaşamaya, denemeye girişmek istediklerinde yaşamla bilgiyi birbirine karıştırırlar, yaptıkları iş hayâlet kovalamaktır.”
Schlick'e göre, Bilgi, dünyadaki olguları birebir olarak gösteren bir simgeler sistemi inşa etmektir, kişisel yaşantıdan temelden farklı oluşu da bu nedenledir. .
Bu pek iyimser tutum ruhbilimsel açıdan ancak bir dönemeçte yaşanabilen bir duygudur. Bir arabayı çok hızlı sürebilirsiniz hızını değiştirmediğiniz sürece hiç bir şey fark etmeziniz. Ama bir dönemece girdiğinizde ya da ivme değiştiği zaman büyük bir tepkiyle karşılaşırsınız.
Mantıksal Pozitivist Akım bugün artık o kadar göze batmıyor. Ama felsefede bir dönüm noktası oluşturduğu bellidir. Bu felsefe sonraları yeni, üstelik düz bir yol tutturdu. Burada, mantıksal pozitivizm diye anılan akımın yandaşı sayamayacağımız bir filozofun C.West Churchman 'den şu alıntıyı yapmak isterim.
“Pozitivist akımın. sorgulama biçimlerini sağlıklı biçimde ele aldığına hemen hcmen kimsenin kuşkusu yok, düşünce akımlarını birbirinden kesin çizgilerle ayırdı. Ve de- neysel yöntem yandaşlarının reaksiyoner akımlara karşı mücadele verebilecekleri bir zemin yarattı. Bugün pozitivizm öncesi görüşlere geri dönmek artık bilim-öncesi görüşlere dönmek demek oluyor. Demokrat görüşlü birinin gözünde tanrının tartışılmaz gücünü savunan bir reaksiyoner anlamına geliyor bu tutum.”
Metafiziği bir anlamda temize çıkarmaya çalışan F S. C. Northrop 'un son kitabında da buna benzer bir tutumla karşı karşıyayız. Kendisi, bütün yazılarında daima en bağımsız çizgiyi tutturmuş, bilimin temellerine olduğu kadar bilim felsefesi ile kültürel ortam arasındaki karşılıklı bağımlılığa da dikkatleri çekmiş bir yazardır ve şöyle yazmaktadır:
Gerçekten de, mantıksal pozitivizmin tarihçesine bakarsak, «bilimsel dünya anlayışı»nın bu durumu hep koruduğunu görürüz. Hele Schlick 'in «Uzay ve Zaman»da yakındığı tutumu düşünürsek bu daha iyi belli oluyor. Bilimsel kavramları, onların tümdengelim yoluyla özgül biçimde formüllendirilmiş`bir teorinin postülatlarında bilim adamlarınca verilmiş tanımlarını bir yana bıraksak bile, mantıksal pozitivizm ana amacına ulaşmış. gözüküyor. Mantıksal pozitivistler'in amaçladıkları «operasyonlarla sınama veya doğrulama hedefine her şeye rağmen varılabiliyor. Çağdaş mantıksal pozitivistlerin artık bu duruma geldiklerini gösteren bir çok kanıt var.
Mantıkçı pozitivizmin çizdiği dönemecin ne kadar keskin olduğunu kestirmek içiıı onu, gelenekçi felsefe görüşleri arasında gerek espri gerekse zaman bakımından kendine en yakın düşeni karşılaştırmak yararlı olur. Bu karşılaştırma için H.Vaihinger’in «Sanki Felsefe»sini seçiyorum Zamanında geniş yankılar uyandıran bu kitap, Geleneksel felsefe’nin veni-Kantçılar tarafından parçalanması diyebileceğim akımın tipik bir örneğidir. Vaihinger, fizikte (noktasal kitle ile özdeş tuttuğu) atom kavramının, mantıksal bakımdan kendisiyle çelişse bile, aslında yararlı bir uyduruk kavram olduğunu göstermeye çalışıyor ve diyor ki:
Hem uzaygenliği (uzayda-yayılabilirliği Y.Ö.] olmayacak. hem de kuvvet sahibi bir töz olacak... Böyle bir şey' kendisine bir anlam yüklemenin olanağı olmayan tözcüklerin kombinasyonundan başka ne olabilir ki... Ancak «basit atomlar»ın maddesel bir şey olması gerektiği halde bunlar yine fiilî birer nesne değildir. Buna rağmen, fıziksel kurgular yapabilmesi için fizikçinin atomlara ihtiyacı var. Peki, nasıl çözeceğiz bu çelişkiyi? Bilimi bu ikilemden nasıl kurtaracağız?...