Masonlar.org - Harici Forumu

Diger => Diger Konular => Konuyu başlatan: asimov - Haziran 02, 2012, 10:26:21 ös

Başlık: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 02, 2012, 10:26:21 ös
DİN;
Doğru olan şey ne olursa olsun,emredileni yapmaktır.

AHLAK;
Emredilen şey ne olursa olsun, doğru olanı yapmaktır.

Alıntıdır.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 03, 2012, 01:11:34 ös
DİN;
Doğru olan şey ne olursa olsun,emredileni yapmaktır.

Evet emredileni yapmaktır o yüzden dindir lakin burada bir ince çizgi çizmek lazım allah aklı kullanmamızı istiyor,peki ne olursa olsun sadece emredileni yapmış olsak bizden aklı kullanmamızı neden istesinki ne gereği var koyun gibi yap her istenileni o zaman sorun nedir bence şu sorun nasılki bu kadar semavi din ve kitabı var ve anlatılan bir çok unsur var o zaman birde problemimiz var oda insan mesela neden ta en başta kuranın şimdiki hali gibi tek bir kitap gelmedide bir sürü kitap geldi? oda şuna işaret eder biz insanlar her daim bozarız bozguncuyuz düzeltilmeye ihtiyaç var o yüzden yaradıcı aklı ve dolayısı ile ilmi hep önde tutmuştuır.Bu yazılan söz insan nesline ve onu yaradanın ilmine uymuyor.



AHLAK;
Emredilen şey ne olursa olsun, doğru olanı yapmaktır.

Yukarıdaki nitelemenin tersi ahlak ile din savaşı gibi gösterilmiş mesela bunu okuyan biri dinin içinde ne temel ahlak kavramları vardır nede ahlaki bir kurgu var sanır.
Mesela ben baktığımda benim penceremden ahlak dinden daha önceliklidir diyede bir anlayış hakim bu bakışta.Aslında hem din hem ahlak birbirinden ayrılmaz parçalardır bütündürler yani din ahlak temelleri üzerine kurgulanmıştır ne kadar doğmatik görünsede temel ahlak kavramları yok diyemeyiz.Aslında bana göre 2 si bir bütünün parçalarıdır ayrı ayrı algılamak bütünü görmeyi engeller.





Alıntıdır.




saygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 03, 2012, 01:30:07 ös
Bilimperestlerin Yanılgıları
Yazar: Mustafa Akyol Tarih: February 6th, 2008
[6 Şubat 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]

Koyu “laikçi” Prof. Dr. Celal Şengör’ün “dindarlar üniversitelere alınmasın” önerisi, gündeme geldiğinden beri eleştiriliyor. Jeoloji profesörünün “din, bilime dayandırılamaz” kuralından, “dindarlar bilim yapamaz” gibi vahim bir sonuç çıkarmasının yanlışlığı, zaten ayan beyan ortada.
Ama aslında bundan da ileri gitmek ve Sayın Şengör ve onun gibi düşünen “bilimperestlerin” dünya görüşünü biraz kurcalamakta yarar var.


Prof. Şengör, “Din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur… bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan bir düşünce sistemidir” diyor. Yani bilimin salt “somut gerçekliğe” dinin ise sırf “inanca” dayandığını ileri sürüyor.
Oysa bakın dünyanın önde gelen astrofizikçilerinden biri olan Arizona Eyalet Üniversitesi öğretim üyesi Paul Davies, 24 Kasım 2007 tarihli New York Times’daki makalesinde bu konuda ne demiş:

“Bize sürekli bilimin dünya hakkındaki en güvenilir bilgi kaynağı olduğu, çünkü test edilebilir hipotezlere dayandığı, dinin ise inanç üzerine kurulduğu söylenir… Bu ayrımdaki sorun şudur ki, bilimin de kendi inanç-bazlı iman temeli vardır. Tüm bilim, doğanın rasyonel ve anlaşılabilir bir düzene sahip olduğu varsayımı üzerinden işler. Eğer evrenin anlamsız karmaşalar ve keşmekeşlerle dolu olduğunu düşünseydiniz, bilim adamı olamazdınız.”
Prof. Davies, bundan şu sonuca varmış:

“Dolayısıyla hem dinin hem de bilimin temelinde inanç vardır: Her ikisi de evrenin dışında bir şeyin varlığını kabul eder: Ya açıklanamayan bir Tanrı’yı, ya da açıklanamayan doğa kanunlarını.”
Bu gerçek, bir “bilimci” ile bir “dinci” arasında aslında bir “inanç dozajı farkı” olmadığını gösteriyor. Elbette eğer “dinci”nin inandığı dinin öğretileri fiziksel veya sosyal gerçekliği görmesini engelleyecek katılıktaysa, ortaya ciddi bir dogmatizm sorunu çıkar. “Dünya dönmüyor” diye fetva veren Ortaçağ Katolik Kilisesi veya Suudi “alim” İbn Baaz örneğinde olduğu gibi…

Ama bir “bilimci” de alabildiğine dogmatik olabilir. Sovyet tarımını “diyalektik materyalizm”e göre çarpıtıp mahveden Trofim Lysenko veya Prof. Şengör’ün “Erke”cilik oynayan ideolojidaşları gibi…

Bu, Türkiye’deki “bilimperest”lerin göremediği gerçeklerden biri. Bir diğeri de, bilimin bize öğretebileceklerinin sınırı ile ilgili.
Prof. Şengör bilimi sınırsız görüyor. Hatta “bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur” diyor.
Bu, vahim bir yanılgıdır. Başka her şeyden önce bilimin kendi disipliniyle çelişir. Çünkü bilimin yöntemleri deney ve gözlemden ibarettir. “Bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur” önermesini ise ne deney ne de gözlem yoluyla test edemezsiniz. Bu, felsefi bir iddiadır. Nitekim zaten Prof. Şengör de dayanak olarak bir felsefeci olan Bertrand Russell’a başvurmuş.

Gerçekte insanlığın bilimden başka daha pek çok “bilgi kaynağı” vardır. Örneğin ben “insanlara adaletli ve merhametli davranmak gerekir” önermesinin doğru olduğunu biliyorum. Beni buna ikna eden hiç bir fizik kanunu, kimya formülü veya biyoloji teorisi yok. Hatta “bilimperestler”in pek sevdiği bazı biyoloji teorilerinin sosyal uyarlamalarına, örneğin Sosyal Darwinizm’e bakarsak, adalet ve merhametin çok aptalca şeyler olduğu sonucu çıkabilir. Ama “vicdan” (sezgi), “gelenek” ve Prof. Şengör’ün hiç hazzetmediği anlaşılan “vahiy” gibi bilgi kaynakları, beni söz konusu değerlere inandırıyor.

Aslında dünya tüm bunları göreli ve kaba pozitivizmi aşalı çok zaman oldu. Sorun, bizim bilimperestlerin fanus içinde yaşamasında.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 03, 2012, 01:48:29 ös
Nietzsche'nin dini ahlak içinde konumlanışı
There are no translations available.

"Biz ahlakın bütün dünyagörüşünü nasıl zehirlediğini, tanımaya, bilime götüren yolu nasıl kestiğini, bütün reel içgüdüleri çözdüğünü ve yok ettiğini görüyoruz."

Nietsche’ye göre devamlı yasaklar getiren bir ahlak üst insanın önünde de bir engeldir. Dinler çoğunlukla bir ahlak anlayışı oluşturmak hedefiyle kurulmuşlardır ve her dinin eleştiriye açık olmayan yönleri vardır. Bu da insanı sürüleştirir.

İnsan; hayvan ve üst insan arasında kalan bir varlıktır ve insanın üst insana geçebilmesi yani gerçek bir ilerleme göstermesi için de köklerini dinden alan ahlaktan sıyrılması zorunludur.

 

Nietzsche’nin, dini ahlak içinde konumlanışı nasıldır?

Nietzsche hayatı boyunca nihilizmle savaşmıştır. En basit anlamıyla nihilizm her şeyin anlam ve değerden yoksunlaşmasıdır. Nietzsche’ye göre nihilizm yüzünden idealizm çökmüş, korkular baş göstermiştir ve bunda en büyük pay dinlerindir. Dini ahlaka göre dini inanç olmaksızın ahlaklı olmak mümkün değildir. Oysa Nietzsche’ye göre insan doğal bir varlıktır. İnsanın ahlakı kadar ahlaksızlığı da doğaldır. Bu sebeple insanın önüne koyulan ahlaki ölçüler Nietzsche tarafından reddedilir. Yani Nietzsche’nin savaş açtığı şey dininkendisi değil, dinin insanın doğasına aykırı kurallar koymasıdır. Nietzsche,Hıristiyanlığı insanın önüne böyle engeller koyan bir din olarak gördüğü için lanetler ve eserlerinde tanrı ve din kavramının içini boşaltmak için büyük çaba sarf eder. Çünkü ancak böylelikle insanı geriye götürecek olan ahlak kavramının içi boşaltılabilecektir.

Nietzsche tanrı kavramından bahsederken çoğunlukla insanı nihilizme götüren tanrıları kastediyorsa da genellikle Hıristiyan inancındaki tanrıya atıfta bulunur. Ona göre bu tanrı insanı yeryüzüne acı çekmesi için yollamıştır. Emredicidir. Birçok buyruk ve yasağı vardır ve hayatı katlanabilir kılar. Nietzsche buna karşı çıkar. Çünkü ona göre, gerçekleşmeyecek vaatler veren din insanı sadece çileciliğe iter. Bu da insanın özgür doğasına aykırıdır.

Nietzsche “Şen Bilim” adlı eserinde tanrının öldüğünü söyler.

Nietzsche’ye göre adaletsizlik, çatışma ve acılar iyi bir tanrıya maledilemez. Ancak dünyada büyük adaletsizlikler, çatışmalar ve acılar vardır. Ohalde mükemmellikten yoksun olan bu tanrının ölümü zorunludur. Aksi takdirde üstinsana ulaşmak mümkün olmayacaktır.

"O'nu biz öldürdük,sizlerle ben! O'nun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreyi silmemiz için bize bu süngeri kim verdi? Onu güneşin zincirlerinden kurtarırken ne yaptık biz yeryüzünde? Nereye gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere geriye, öne ve yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst alt kaldı mı?Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın soluğunu duymuyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok gece gelmiyor mu?Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrı'yı gömen mezar kazıcılarının çığlığından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrı'nın çürümesinden başka bir kokuduyuyor muyuz? Tanrı öldü! Tanrı öldü! O'nu öldüren biziz! Bütün katillerinkatili olan biz, nasıl avunacağız?"

Karl Jaspers’e göre, Nietzsche “Tanrı öldü” derken, aslında Tanrı yok dememektedir.Tanrı'ya inanmıyorum da dememektedir. Aksine, Tanrı öldü demektedir. İlerigörüşlü bir şekilde çağa ve kendi özüne bakarak, o anki gerçekliğin bir bulgusunu tespit ettiğini düşünmektedir.

Nietzsche’nin dine olan en büyük eleştirisi ahlak yönündendir. Nietzsche’nindini etiğe bakışını özellikle Hıristiyanlıkta inceleyebiliriz. Nietzsche Hıristiyanlığa karşı büyük bir kin beslemektedir. Bunu şu sözlerle ifade eder:

“Hıristiyanlık, zayıf, adi, kötü yapılı olan her şeyinyanında oldu ve güçlü bir yaşamın aksini sağlayacak içgüdüleri idealleştirdi...”

“Hıristiyanlığı lanetliyorum! Hıristiyan kilisesininkarşısına, bir savcının şimdiye dek ortaya sürdüğü en büyük suçlamayı ifade ediyorum. Bana göre Hıristiyanlık, yozlaşmanın en uç biçimidir ve algılanabilecek nihaî bir yozlaşmanın istemine sahiptir!”

Nietzsche’ye göre Hıristiyanlık bilim düşmanıdır.

“Hıristiyanlık gibi gerçeklikle ilişkisi olmayan, gerçeklik gelir gelmez uzaklaşmak zorunda olan bir din, doğal olarak dünya hikmetinin,yani bilimin düşmanı olacaktır”

ve kültür yıkıcısıdır.

“Hıristiyanlık, eski kültürün mirasını bizden çaldı.”

Nietzsche Yahudiliğin de Hıristiyanlık gibi insanın önüne engeller koyanbir din olduğunu düşünüyordu. Nietzsche’nin Yahudi düşmanlığının ardında ona büyük aşk acıları çektirmiş olan Lou Salome’un Yahudi oluşunun da etkisi olabilir. Buna Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth’in de bir Yahudi karşıtı olduğunu ekleyebiliriz.

Nietzsche’nin böylesine acımasızca eleştirdiği, içlerini boşaltmaya,köklerini çürütmeye çalıştığı dinlerin Nietzsche’ye bakışları da oldukçaserttir. Nietzsche Hıristiyan ve Yahudi inancına göre adeta deccal ilan edilmiştir. Yani Mesih’in ikinci defa yeryüzüne gelmesinden önce yeryüzüne gelecek insanlığı kötülüğe ve imansızlığa yöneltecek kişi. Nietzsche’nin esas amacı da zaten budur; insanı imandan ve imanın getirdiği sözde iyilikten sıyırmak. Deccal adlı eserinde Nietzsche bu konudan bahsetmiştir.

Peki, Nietzsche tüm dinleri ve tüm tanrı anlayışlarını reddeder mi?Nietzsche, tepkisinin tek başına tanrıya ve dine olmadığını Deccal’da belirtmiştir.

“Bizi farklı kılan şey, tarihte, doğada veya doğanın arkasında hiçbirtanrıyı tanımamamız değildir. Bizi farklı kılan tanrı diye hürmet edileni tanrıya benzer bulmamamızdır”

Nietzsche’ye göre de bir tanrı imajı vardır ve bu imaj en mükemmel, en kusursuz olandır. Bu kusursuz tanrı da insanı kötüye sevk etmez, ona yanıltmaz,içgüdülerini ve nefsini köreltmez.

Güç istenci kitabının 1037. aforizması şöyledir;

“Tanrı en yüksek kudrettir. Her şey ondan ortaya çıkar. Dünya ondan ortayaçıkar.”

Nietzsche, Sokrates öncesi Yunan kültürüne ve doğa filozoflarına büyüksaygı duyar. Apollon ve Dionysos’a hayranlık besler. Çünkü bu iki tanrı insanın yaratıcı güçlerini ortaya çıkartıp biçimlendirir.

Buradan da Nietzsche’nin karşı çıktığı şeyin temel anlamda din ya da tanrı olmadığını görürüz.

Ahlak genellikle dini emir ve prensiplerle karıştırılmış, dindarkişiler ahlaklı dindar olmayanlarsa ahlaksız olarak adlandırılmışlardır. Nietzsche’nin bütünüyle reddettiği şey ahlakın dinle bir tutulmasıdır. Oysa laik toplumlarda durum böyle değildir. İnsanların ahlak seviyeleri dinden bağımsız olarak değerlendirilir. Laik toplumlarda bireysel ahlaki tercihler toplumsal ahlak düzeyiyle uyum içindedir.

Sonuç olarak Nietzsche’nin laik bir ahlak anlayışı benimsediğini bu sebeple içinde dogma barındıran dinlerin Nietzsche’yi, Nietzsche’ninde içinde doğma barındıran dinleri kendilerinden ittiklerini söyleyebiliriz.

 
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 03, 2012, 05:21:10 ös
Merhaba
Sn Karahan paylaşımınız çok güzel. Katılmadığım noktalar olmakla birlikte kendinizi çok güzel ifade etmişsiniz.

Bilim dine bir alternatif değildir. Kökeninde de asla bir inanç buunmaz. Hem bilimin hem dinin temelinde inanç bulunduğu yanlıştır. Evet inançlı bilim adamları vardır. Bu çok normal. Ama bilim yaparken tanrıyı odanın dışında bırakmalısınız.

Bilimin en temel özelliği laik olmasıdır. Dolayısıyla onu yapan kişilerde laik olmak zorundadırlar. Laik olmassa ne olur. O zaman sızıntı dergisi tadında her yazının sonunda Allah'a şükreden sonsuz yaratıcıyı anan tarzda bilim yaparsın. Aslında bilimde yapmassın, yapılan bilimi Allah'a yamarsın.

BAKIN BİR ÖRNEK:
"
Dünaynın En Derin Sondajı
Jeo. Müh. Nevzat BAYHAN 
   

Süleyman Aydın

Mısır'a hayat veren Nil Kamer Dağı'ndan çıktığı gibi Dicle'nin mühim bir kolu da Van sınırları içinde bir kayanın mağarasından çıkmaktadır. Fırat'ın da mühim bir kolu Diyadin taraflarında bir dağın eteklerinden çıkmaktadır.

Dağların aslının sıvı bir maddenin katılaşmasıyla meydana gelen taslar olduğu fennen sabittir.

Kainat Kitabı'nın sahifelerine nüfuz etmemize yardımcı olan teknoloji, Yaratıcı'nın azamet ve kudretini daha bariz bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu teknoloji üstünlüklerinden biri de Kola sondajı olarak adlandırılan süper sondaj çalışmasıdır.

Bu sondaja yerkabuğunun derinliklerinde araştırmalar yapmak üzere, Sovyetler Birliğinin kuzey kutbuna yakın Murmansk bölgesinde, Kola yarımadasının 250 km. kuzeyindeki yaşlı çorak topraklarıyla meşhur Baltık kalkanı üzerinde, 1970 yılında başlandı.

Kola sondajının bize kazandırdığı ilk bilgi, kıta kabuğunun derin yapısı ve 4,5 milyar yıllık jeolojik tarih boyunca kıta kabuğuna bugünkü şekli veren kuvvetlerin anlaşılması olmuştur. Sondaj sırasında alınan arz numunelerinden yaklaşık 30.000 m. derinliğin sadece 15.000 metresi hakkında bilgi elde edilmiştir. Sismik dalgaların hızı, peyk ve uçaklarla elde edilen bilgilerin hepsi, derinliklerdeki hazinelerin çok daha büyük çalışma ve gayreti gerektireceğini bildirmektedir.

Arzın derinliklerini doğrudan müşahede etmek çok zordur. Şu anda oralara doğru ilerleyen sondajın ne getireceği oldukça merak edilmektedir. Kola sondajı, Proterozoik (1) kayaları geçip Arkeen (2) kayasına ulaştı. Ve burada arz kabuğunun şekillenmesinde rol oynayan kayaların birbirine dönüşmesine ait birçok devri-daimin varlığı ortaya çıkarıldı. Kola sondajı ile, ilk oluşan arz kabuğunun terkibini tayin etmek de mümkün oldu. Ayrıca kızgın kayanın (mağmanın hemen üzerindeki fazla ısılı kaya) granite nazaran kuvars yönünden daha fakir olduğu ispatlandı.

Kola sondajının ana hedefi granitin üstkabuk boyunca ilerleyip bazaltik terkibin taban kayasına uzanmaktı. Sondaj, dağınık metamorfik kayanın aşağısına ulaşma yerine, ilk önce 4500 m. deki kuşak boyunca ilerledi. Burada sıcak ve son derece mineralize olmuş suyun bol miktarda akışı ile karşılaştı. Bu oldukça büyük bir sürprizdi. Bu su, kristalli kayanın bileşenlerine ayrılmasıyla ortaya çıkar. Metamorfizma sırasında, kayalar bileşenlerine ayrılmaya ve tekrar birleşmeye maruz kaldıklarında, bu su açığa çıkmakta ve madenlerin meydana gelmesinde, esas rolü oynamaktadır. Su, aynı zamanda iyi nüfuz etme hususiyeti ile kabukta daha fazla mineral depolanmasını sağlar. Her şeyde olduğu gibi burada da azami tasarruf prensibinin hakim olduğu görülmektedir. Derinliklerde bu mineralize suya bolca rastlanması burada oldukça büyük rezervlere sahip maden yataklarının varlığına işaretdir. Ayrıca canlılarda olduğu gibi, kayaları oluşturan minerallerin de esasının su olduğunu göstermektedir. Derinlikle artan minerallerin meydana getirdiği bu maden yatakları, oralara uzanacak teknolojiyi beklemektedir. Modern teknolojinin günümüzde ancak keşfedebildiği bu hususlar, 14 asır önce Efendimizin Yüce Beyanında "Rızkınızı arzın derinliklerinde arayın." (Taberani - Mu'cemul Evsat Feyzul kadir Cilt 1/541-942) beyanında dikkat çekiliyordu.

Biz yerkabuğunun yapısını daha iyi anlayabilirsek, bugün ulaşılabilen derinliklerin çok daha aşağısındaki maden rezervlerini, petrol ve gaz bölgelerini tespit etmiş ve onları istifademize sunan Sonsuz İkram Sahibini de daha yakından tanımış oluruz.


Kola sondajı tarafından keşfedilen arz tarihi aşağıdan yukarıya doğru okunmalıdır. 12.000 - 6842 m. arası Arkeen kompleksinde, ilk granitlerin değişiminden kaynaklanan kalın sedimenter tabakaların birikimi müşahede edildi. Demir ve titan bakımından zengin olan bu granitler magnetit ve ilmenit madenlerinin çokluğuna delildir. Bu madenler 8711 metre derinlikteki kayaların % 40-50'sini teşkil etmektedir. İkinci safhada kayaların 750-900 °C sıcaklık ve 5000-11000 atmosfer basınçta ultrametamorfizmaya (çok aşırı başkalaşma) maruz kaldıkları tesbit edildi. Jeologlar bu bilgilerle arz tarihini yeniden yazacaklardır. Çünkü kayalar sıcaklık ve basıncı son derece hassas gösteren kayıtlardır. Maden numuneleri satıhtan 4500 metreye kadar kayanın % 4'ünde sabit kalan, kimyevî olarak bağlı suyun miktarını bildirir. Derinlere indikçe, su miktarı % 2,1'e düşerken, gözeneklilik 3-4 kere daha fazla artış gösterir. Böylece satha yakın kayaların derinliklere nazaran daha çok su ihtiva ettiği anlaşıldı. Buna paralel olarak su miktarı nispeten derinlikte azalmaktadır. 9000 metrede, sismik dalgaların hız farkıyla bu zon (kuşak), birbirinden ayrılır. Daha önce bazaltik kayalarla granitik kayalar arasında zannedilen Conrad süreksizliğinin (3) bu zonda olduğu tesbit edildi. Bunun, sismik dalgaların yansıması, kıta kabuğundaki su devri-daimi ve satıh altındaki hidrosferin yapısı hakkındaki fikirleri tam olarak değiştirmesi beklenmektedir. Bu metrelerdeki çatlak sularının bakır, nikel, demir, çinko ve kobalt sülfürleriyle sıvanması ve bu minerallerin manto menşeli olduklarını ortaya çıkardı. Diğer bir husus da Baltık kalkanı gibi tektonik bakımdan sakin bir bölgede sıcaklığın derinlikle yavaş olarak artması ve 7000 m.de 50 °C'ye ulaşması (10.000 m.de 100 °C'a ulaşacağı düşünülmekteydi.). Gerçekte ölçülen sıcaklık gradyanı sadece 3000 metreden aşağıya kadar geçerli olan ve her 100 m.de 1 °C artması gerekene uydu. 3000 m.den itibaren sıcaklık her yüz metrede 2.5 °C arttı. 10.000 m.de 180 °C'ye ulaştı. Isının da mantonun aşağısından geldiği kesinlik kazandı. Dolayısıyla Kola sondajının jeolojik tarihin yeniden yazılması gerektiğini ortaya koymanın yanında daha nice sürprizleri de umumî efkara sunacağı beklenmektedir.

Pozitif ilim adına yapılacak her objektif çalışma kainatın her zerresinde tecelli eden Sonsuz Kuvvet Sahibini insanlığa arzetmiş olmaktadır. Bu gibi çalışmaları candan destekliyor, gelecekte kendi baharımızın aydın ikliminde bunların daha mükemmellerinin insanlığın hizmetine sunulmasını temenni ediyoruz.

http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/dunaynin-en-derin-sondaji.html (http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/dunaynin-en-derin-sondaji.html)"


O bahsettiğiniz yazar Celal Şengör'ü ve bilimini anlayacak kapasite biri değildir. Felsefede  en ileri gidebildiği düzey Karl Popper'i anlamaktır. Bahsi geçen yazar 70 yıllarda MHP'nin ideolojik kanadında ideolojisttir. Eğitimcisidir. Dolayısıyla laik bilimi ne kadar anlayabilir o ayrı konu. Kendiside ayrıca laik değildir. Laik olmayan pozitif bilimi anlayamaz.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 03, 2012, 05:31:07 ös
Sn Karahan,
Alıntı yaptığınız Mustafa Akyol'u bir an Taha Akyol ile karıştırmışım. Dolayısıyla yazar hakkında MHP eğitmeni ifadelerim yanlış olmuştur.

Yaptığım bu yanlışlık için özür dilerim.

Ancak yazarın Celal Şengör ve bilimi ile ilgili yaptığı düşüncelerine katılmadığımı tekrar belirtmek isteim.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 03, 2012, 05:34:11 ös
O bahsettiğiniz yazar Celal Şengör'ü ve bilimini anlayacak kapasite biri değildir. Felsefede  en ileri gidebildiği düzey Karl Popper'i anlamaktır. Bahsi geçen yazar 70 yıllarda MHP'nin ideolojik kanadında ideolojisttir. Eğitimcisidir. Dolayısıyla laik bilimi ne kadar anlayabilir o ayrı konu. Kendiside ayrıca laik değildir. Laik olmayan pozitif bilimi anlayamaz.

Saygılarımla


Sn.Asimov yazınızın son kısmını alıntıladım,burada iş zaten inançla ilgili mesela sizde şu an bir inanç sergiliyorsunuz,Bir kesin saptama yapıyorsunuzki ilmi değerlere göre bilimde kesin saptama yoktur laikliği işin temeline oturtuyorsunuz.Laik olmadan pozitif bilim anlanmaz çok belirleyici bir yaklaşım bana göre.Bilim bana göre dini anlama ansiklopedisidir umarım tesbiti doğru yapmışımdır.Bilimde kesin sonuç doğru anladığını varsayarak verilir doğru diye inanırsın.Dindeki algının ne farkı varki.Bir diğer yazımda bu konuya paralel olsun diye nietche nin dine bakışını anlatan güzel bir bölüm vardı orada neden hristiyan ve yahudi dini bakışına düşman olduğunu çok güzel anlatıyor.Ama allaha dokunmuyor yaptığı dini insanlara anlatyan hakimleri ezmek.Bana göre bilim ve dini birbirinden ayırmakta ayrı düşünmekte pek mümkün değil.

İbni sina sizce laikmidir sn.asimov

Nereden çıktı bu soru diye bakmayın lütfen sadece merak ettim.

Böyle hoş ve güzel bir konu açtığınız içinde teşekkür ederim
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 03, 2012, 05:35:26 ös
Fark ettim sn.asimov ama bir insanın yanlışını arayan bir tip olmadığım için önemsemedim farkındayım babası idi taha akyol.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 03, 2012, 05:55:37 ös
Çok naziksiniz.

İbni sina sorunuz çok güzel. O laiklten de öte...Aslında o islamın Leonardo'sudur. Şimdi onunla ilgili bir bilgi vereceğim çok şaşıracaksınız ve kaynağını soracaksınız.  Ben hangi kaynakta okuduğumu hatırlayamadım. Uzun zaman oldu. Kaynaklarıma bir bakayım. Ancak bulursam paylaşacağım. Yoksa polemik olur.

Aslında bakıldığında benim kesin bir yargıymış gibi duran laiklik ve bilim ifadelerim aslında sizin ifade ettiğiniz gibi bir inancı yansıtmıyor. Fark şu şekilde ifade edilebilir. Bilmiyorum doğru söyleyebilecekmiyim. İnanan bir bilim adamı ve eğer laik inancı benimseyemez ise ortaya koyduğu sonuçları Tanrı'nın büyüklüğüne ve muhteşen düzene atfedecektir. Sonuçlar kutsal kitaplarla uyşmaz ise bu sonuçların ynlış olduğunu düşünecektir. ( Örneğin Tufan hadisesi. Bu olayda yerbilimleri açısından din ile bilim arasındaki ilginç bir raunttur. Malesef din ve dinsel düşünce kaybetmiştir. Bu ayrı bir konu sonra tartışabiliriz.)

Laik bir bilimadamı ise bulduğu sonuçların yanlışlanabilir olduğunu (Karl popper'i hatırlayın) ancak şu an için en doğru olduğunu bu bilginin tanrısal olmadığını ve evrenin her yerinde geçerli olup olmadığını söyleyecektir.

Fark ne oldu. Bilim değişir, anlayış değişir. İlerler. Temel değişir.
Dinsel inanış. Değişmez doğrular, çağ değişir, insanlar değişir. Ancak temel değişmez.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 03, 2012, 06:10:18 ös
Sn.Asimov

Konuyu çok güzel izah ettiniz bir çok noktadan sizin bakış açınıza göre size katılıyorum,lakin benim bakış açım biraz farklı sizinkinede üstelik hiç itirazım yok.

Benimki ise tamamen şöyle

Başlangıcıda bitişide belki dini bir söylem ile başlayıp bitecek ama olsun su kaldırır ve meramımı umarım anlatabilirim uygun cümlelerle.


Din benim için allahın sözleridir tabiki gerçekte onun söyledikleri söylemedikleri değil bunu anlamak ve süzebilmek için tabiki aklı kullanırız yarattığından onu anlamak için (doğayı,tabiatı,insanı kısaca evreni)ilim yaparak bilimi kullanırız.

Eğer tek amaç dini bakışa göre allaha ulaşmak ise onunda en iyi ve tek yolu ilim yaparak bilgi sahibi olmaktır.Söylediklerini ilim yaparak bilimsel deneylerle destekleyerek anlamaya çalışırız eğer bu dinde geçiyor evet deyipte hımmm bak buda doğru çıktı anlamı çıkarmamalıyıoz.

Esas hedef bize bahşedilen hertürlü doneyi kullanarak allaha  yani aslımıza rücu etmektir.

Bu işi körü körüne iman edip hiç ilim yapmadan bilgi sahibi olabilirmiyiz tabiki koskocaman bir hayır.

Benim ısrarla dinide işin içine katarak bakmam dini bu işe hiç bulaştırmayanlara göre biraz ağır sadece o kadar anlamak benim için bu şekilde daha kolay oluyor.

Israrla din ve bilimi birbirinden ayırmaya çalışmak tuhaf geliyor.
Bir yöndende hak veriyorum ortaçağın karanlıklarında bilim insanlarının sözde din tacirlerinden neler çektiği  ortada iken.
Ama tüm bu yaşanabana mantıklı gelmiyor.

Son paragrafınız ise benim herzaman üstüne basa basa söyşlediğim bir söz evet bilim bugün ve bu şartlar için doğru ama yarın değişir ilahi değil çünkü
Din ise allah sözüdür itikadi bir konudur söylendiği günden beri değişmez kanundur çünkü ilahidir.

İnsan yaradılış özelliği olarak inanç üzerine hamur edilmiştir illaki inanmak ister.

saygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: Masor1976 - Haziran 03, 2012, 09:06:19 ös
Din atom bombası gibi tehlikeli bir kavram. Dinin tehlikesini ümmetçilik çatısı altında insanların birbirini acımasızca öldürmelerinden çıkarım yapabiliriz. Sadece din değil ulusalcılık da bu açıdan tehlikeli olarak değerlendirilebilir. Ermenilerin karabağda yaptıkları, bir ermeni bilim adamının bir çocuğa işkence yaparak kaç saat dayanabileceğini bilimsel açıdan ölçmeye çalışması, yeni acı ve işkence metodları yaratma çabası  ve hala bu yaptığından zerre kadar  vicdanen rahatsız olmadığını belirtmesi de ulusalcılığın tehlikeli boyutunu özetleyebilir. Bu sözlerimden sadece Ermenileri aşağılamak algılanmasın benzer katliamları Türkler ve müslümanlar da yaptılar.

Bilim de dini ve ulusal dogmalardan nasibini almış savaş sanatları için bilim insanları harıl harıl silah üretmeye devam etmektedirler. Yani bilim insanları da çok masum değildir.

Demek istediğim din, ulus kavramı, bilim aslında masum kavramlardır. İnsan eline düştüğünde tüm bu kavramlar kırmızı renge bürünmektedir.

Bu 3 değişkeni ele alıp tek tek ortadan kaldırsaydık yani örneğin dünyada din diye bir kavram olmasaydı da dünya tarihinde bir değişme olmayacaktı. Veya uluslar olmasaydı.... Bilim hiç ilerlemeseydi ise belki de insan nesli salgın hastalıklara karşı çıkar yol bulamayıp yok olabilirdi. Bilimin insan ırkını yok edebilme ihtimali de yok değildir. Çok fazla bilinmeyenli denklem olduğu için bu konunun içinden çıkmak da imkansız gibi duruyor.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: ADAM - Haziran 04, 2012, 07:17:04 öö
Sayın Karahan'a hep saygım olmuştur düşüncelerinden ötürü.

Onunla hiç uyuşamamışızdır şu forumda. Fakat aramızda birbirimize karşı saygısızlık olmamıştır.

Bana göre Sayın Karahan tanımları yanlış kullanır kimi zaman.

Diğer düşüncelerine karışmak istemem bu aşamada ama "Din Allah sözüdür." deyince olmadı.

Allah sözü diye bir şey varsa eğer, -ki ona göre var- o din değildir. Allah sözü başka, din başka.

Allah sözü inanç bile değildir. O bir sözdür sadece; inancın bir öğesi olabilir. Fakat kimi inançlarda Allah sözü yoktur.

Kişi Allah'ın sözünün doğruluğunu benimserse, Allah sözünü içeren bir inanç oluşur. Fakat kişi benimsemez, başka şeyi doğru bulursa o da bir inançtır.

Kişi bu benimseyiş ve doğrularını hiçbir zaman değiştirilemez, kesin ve son sayarsa o inanç bir dogma olur.

Daha dine gelmedik. Gelelim.

Bir topluluk ayrnı inacı, aynı dogmayı benimser, böylece inanç kurumsallaşırsa din oluşur. Din kendiliğuinden oluşmaz, onu kişiler bir topluluk ile bütünleştirerek oluşturur.

Bir diğer deşyişle Allah insanlara bir din getirmemiştir. Din bir insan icadıdır. Amacı da toplulukları ayrı inanç ve dogmalar bütününü çerçevesinde toplamaktır. (Bundan sonra devam eder o icatlar.)

Din işte budur. Allah sözü belki oınun içeriğinde bir yerdedir.

Şimdi diyeceksiniz ki, "Bu o kadar önemli mi? Sayın Karahan burada sözcüğü yanlış kullanmış olamaz mı?"

Yanıtım evet.

Sayın Karahan sözcüğü yanlış kullanmış, belli. Fakat bu önemli.

Çünkü Sayın Karahan sıradan biri değil. Sayın Karahan'ın kendine göre tezi önemli. Değerlendirilmeli. Fakat yanlış sözcük kullanınca, kavramları yerli yerine oturtmayınca, deyişi çok zayıflıyor. Böylesine yanlış içeren bir değerlendirme üzerine tartışma yapılmaz oluyor. Ha saçma sapan laflar edilmiş, ha kavramlar yanlış kullanılmış; arada çok fark yok.

Umarım Sayın Karahan bu yazısını düzeltip yeniden yazar da üzerinde tartışma olanağı buluruz.

Çünkü bir başlık olarak "Bilim ve Dogma" Masonluk açısından da çok önemli... Bu sitenin adını unutmayalım. Burası sıradan bir forum değil.

   
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 04, 2012, 09:35:33 öö
Sn.Adam

Sizinde katılımınızı dört gözle bekliyor idim düşüncelerinize oldukça saygım vardır biliyorsunuz.Zaten herşeyimiz uyuşsa idi çok sıkıcı olurdu hatta tartışacak konu bulamazdık,üstelik birimizede gerek kalmazdı.


şu sözünüzü biraz daha açarsanız daha rahat cevap verme şansım olur


Allah sözü diye bir şey varsa eğer, -ki ona göre var- o din değildir. Allah sözü başka, din başka.

Allah sözü inanç bile değildir. O bir sözdür sadece; inancın bir öğesi olabilir. Fakat kimi inançlarda Allah sözü yoktur.


hem açıp hemde size göre nasıldır cevaplarsanız düşündüklerimi yazabilirim.

saygılar
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: ADAM - Haziran 04, 2012, 10:53:25 öö

Burada benim Sayın Karahan ile bağlantılı dediğim sadece kavramların tanımıdır, başka bir şey değil.

Önce tanımlar üzerinde uyuşalım.

Din kavramı Mason Sözlüğü'nde şöyle tanımlanmış:  Doğaüstü tasarımlara ilişkin inançların belirli kurallara, kurumlara ve tapınma şekillerine bağlanmasıyla oluşan toplumsal sistem.

Bu tanımı kabul edersek, Allah sözü bir toplumsal sistem midir. Bu söz inançların belirli kurumlara ve tapınma şekillerine bağlanmasıyla mı oluşmuştur?

Benim buradaki derdim bu... Birtakım dinlerde, örneğin Şinto'da "Allah sözü" diye bir şey yoktur. Şu halde Din = Allah Sözü değildir. Din başka bir kavramdır, Allah sözü başka.

Allah sözü var mıdır, yok mudur, onu bu başlık altında "Bilim ve Dogma" çerçevesinde tartışalım;bir yere koyabileceksek koyalım; o ayrı bir fasıl. Hani önceki yazımda "varsa" demişim, onu çizelim şimdilik.

Din nedir? Allah sözü nedir? SBayın Karahan bunların tanımını yapsın bize isterse.



Not: Bir yanlışlık yapılmışsa, bundan dönmek kişiyi küçültmez. Fakat yanlışlıkta diretmek ya da sözü geri almamak kişiyi hayli yıpratır.

Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: neumann - Haziran 04, 2012, 02:56:50 ös
Konuyu okurken bir an için forumda dile getirilen 'yazılardaki mantık hataları' ile ilgili bir konuyu anımsadım.

Alıntı
Diğer düşüncelerine karışmak istemem bu aşamada ama "Din Allah sözüdür." deyince olmadı.

Allah sözü diye bir şey varsa eğer, -ki ona göre var- o din değildir. Allah sözü başka, din başka.

Mantık kurallarına göre "din Allah sözü "ise Allah sözü din olmayabilir. Yani sayın Karahan`ın düşüncesi "Allah sözü dindir"

önermesine denk değildir.

(İlk düşünüşte bende yanıldım o yüzden mesajımı değiştirdim.)

Sayın Karahan "Din Allah sözüdür" diyerek Allah sözü olmayanları dinden çıkarmanız söz konusu.

Sayın ADAM ın bu konuda haklı olduğu nokta bu bence.

Alıntı
Bir topluluk ayrnı inacı, aynı dogmayı benimser, böylece inanç kurumsallaşırsa din oluşur. Din kendiliğuinden oluşmaz, onu kişiler bir topluluk ile bütünleştirerek oluşturur.

Bir diğer deşyişle Allah insanlara bir din getirmemiştir. Din bir insan icadıdır. Amacı da toplulukları ayrı inanç ve dogmalar bütününü çerçevesinde toplamaktır. (Bundan sonra devam eder o icatlar.)

Din işte budur. Allah sözü belki oınun içeriğinde bir yerdedir.

Ben bu düşüncenin örneklerin çürütülmei yoluyla sentezlenmiş bir bilgi değil altında bir felsefi nedensellik yattığından şüphelenmekteyim.

Sayın ADAM bu düşüncelerinin dayanaklarını altında yatan felsefeyi ve nedenselliği daha açık ortaya koyarsa bence konu daha yararlı bir

noktaya gelebilir.

Saygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 04, 2012, 03:45:13 ös
Bugün bir ateisti ahlaksız olmakla(etik değerler), cehennemlik olmakla, hayatın anlamını anlamamakla suçlayabilirsiniz. Ateist bir öğretmen tehlikelidir toplumların gözünde. Ateiste hakaret suç sayılmıyor. Peki faaıl say örneği. Laik kanunlar neden dini koruyor. Neden dine karşı olanları cezalandırma eğiliminde. İşte sayın adam'ın ifade ettiği dinsel mantık bu. Dini insanlar ve onların algısı oluşturuyor. Allah'ın sözü olmadığı yerlerde içdiat yapıyorlar. Bu anlamı ile Tanrı inancı ile din aynı key değildir. Din bir yorumdur.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 04, 2012, 07:40:50 ös
Sn.adam

Diyanete göre din

"Din" kavramı; "d-y-n" kökünden türeyen bir isimdir. Arap dilinde çok geniş bir anlamı vardır. Aynı zamanda bu kelime zıt anlamlı kelimelerdendir. Sözlükte "cezâ/mükafat, âdet/durum, itaat/isyân, hesap, zül, inkıyad, hüküm/kaza, galebe, kahr, isti'lâ, mülk, ferman, tevhît, ibâdet, millet, şeriat, vera', takva, hizmet, ihsan, ikrah" gibi anlamlara gelir. Hamdi Yazır, "din" kelimesini tanımlarken "siyâset" anlamını da zikretmiştir.
Terim olarak "din"; akıl sahiplerini kendi arzuları ile bizzat hayırlara sevk eden ilâhî bir nizam, Allah tarafından konulmuş ve insanları O'na ulaştıran bir yoldur. Îmân ve amel konusu olarak akıl ve ihtiyara (iradeye), teklif olunacak hak ve hayır kanunlarının bütününe denir.
Din kelimesi ve türevleri Kur'ân'da 95 defa geçmiş ve; "din", "dinu'l-hak" (hak din), "dinü'llah" (Allah'ın dini), "dinü'l-kayyîm" ve "dini kıyem" (doğru din), "dinü'l-hâlis" (halis din), "dinü'l-melik" (hükümdarların kanunu), ve "yevmü'd-din" (din-hesap günü) şeklinde yalın ve terkip olarak; ceza (sevap ve ikap) (Fâtiha, 1/4), hüküm, kanun (Yûsuf, 12/76), tevhit (A'râf, 7/29), din edinmek (Tevbe, 9/29), itaat (Nahl, 16/52), hesap, sayı (Tevbe, 9/36), şirk dini, ehl-i kitap dini, hak din, batıl din gibi meşhur manasıyla din (Kâfirûn, 109/6; Nisâ, 4/171-172; Âl-i İmrân, 3/19) anlamlarında kullanılmıştır.
Din olgusu ilk insandan beri var olagelmiştir. Yüce Allah, hak dinin ilkelerini, ilk insan/ilk peygamber, Âdem (a.s.)'dan itibaren bütün insanlara "vahiy" yoluyla bildirmiştir. Allah, insanları "hak dine" zorlamadığı için (Bakara, 2/256) "hak dini" kabul eden de, hak dinden sapan ve "hak dini" tahrif eden insanlar da olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)'e Kur'ân verilmeye başlandığı zaman Hicaz bölgesinde "şirk dini", Hristiyanlık ve Yahudilik dinleri vardı. Haniflerin (Allah'ı bir olarak kabul edenlerin) sayısı azdı. Müşrikler, Allah'ın varlığını, yaratıcı ve rızk verici olduğunu kabul ediyorlar (Yûnus, 10/31), fakat Ona başka ilahları ortak koşuyorlar (Nisâ, 4/51) ve âhireti inkâr ediyorlardı (A'râf, 7/45).
Din kavramı, îmân ve uygulamadan oluşan bir bütündür: "Eğer (müşrikler şirkten) tevbe (edip îmân) ederler, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse onlar da (ey müminler!) Sizin dinde kardeşlerinizdir..." (Tevbe, 9/11) âyeti bu gerçeğin ifadesidir. (İ.K.)



Mason sözlüğünde sizin belirttiğiniz üzere

Din
Doğaüstü tasarımlara ilişkin inançların belirli kurallara, kurumlara ve tapınma şekillerine bağlanmasıyla oluşan toplumsal sistem.



yine diyanete göre din kavramı


İslâm inancına göre dini vahiy yoluyla bildiren Allah'tır; bütün gerçek dinler Allah'tan gelmiş ve safiyetlerini korudukları sürece yürürlükte kalmıştır. İlk insan aynı zamanda ilk peygamberdir ve kendisine bildirilen din de tevhid dinidir. Allah'ın varlığı ve birliği ile nübüvvet ve âhiret inancı bütün ilâhî dinlerde değişmez ilkeler olarak yer alır. Bundan dolayı Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin getirdiği hak dinlerin ortak adı İslâm'dır. Ancak tarihin akışı içinde insanlar hak dinden uzaklaşmış ve beşerî zaaf neticesinde yanlış yollara, bâtıl inanç ve yaşayışlara yönelmişler, dinde meydana gelen bu bozulma ve farklılaşma sebebiyle Allah peygamberler göndererek insanları ya eski dinlerini aslî şekilde öğrenip uygulamaya çağırmış veya yeni bir din ve şeriat göndermiştir.
Bu bakımdan İslâm'ın insan ve din telakkisi, insanın ve dinin evrim iddialarıyla bağdaşmaz. İslâm'a göre insan başlangıçta en güzel bir kıvamda yaratılmıştır (et-Tîn 95/4). Hz. Âdem'den itibaren bütün insanlar, Allah tarafından gönderilen tevhid dininin esaslarını kavrayıp benimseyecek ve hayatlarını bu esaslara göre düzenleyecek seviyede zihnî, ruhî ve bedenî kapasiteye sahip kılınmıştır. Allah'ın başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği dinin tevhid dini olduğu ve onların bu dini benimsemeye yatkın bir fıtratta yaratıldığı belirtilmiştir (er-Rûm 30/30).



Sn.Adam  aslında beni en güzel yerinden uyardı tanımları yeteri özende tanımlayamamak bunu tam ortaya koyamadığınızda anlatmak istediğinizde oturmuyor.

Ben din allah sözüdür derken dayanağım başlangıçta kurandada geçen kün sözüdür.Sadece ol demesi yeterli herşey allahın istemesi ve dilemesi ile oolmuştur dini tanıma göre bu formülü yazan ve böyle olmasını anlatan allahın anlattığı herşeye ben söz diyorum belki benim uydurmam gibi durdu ama ama ben onun ol emri sözü üzerine yaratıldım.

Din asllahın sözüdür derken en büyük dayanağım ise herşeyin kaynağı olarak onu görmemdir.Dine ne gözle baktığınız önemli.


Doğaüstü tasarımlara ilişkin inançların belirli kurallara, kurumlara ve tapınma şekillerine bağlanmasıyla oluşan toplumsal sistem. Mason sözlüğünde geçen bu tanıma göre allah tanımı doğa üstü bir tasarımcı yada kaintın ulu mimarı olarak tasvir ediliyor.

Buradaki doğaüstü tanımı insanlara inanma sınırı getiriyor aslında bir yerdede,yani inanıp inanmamak serbest aslında doğaüstü bir güce ne kadar inanılması gerekiyorsa herhangi bir şart yok.

Bu anlatımda sadece eksik kalan sezidir ve insanlar her daim inanç isteği içinde olmalarıdır.

Din insanın Tanrı, diğer insan ve varlıklarla münasebetlerini düzenleyen ve hayatına yön veren, onlarla ilgili davranışlarına esas olacak kurallar bütününe verilen addır

şimdi bana göre dinin tanımı ve mahiyeti budur peki bunu düzenleyen kim allah bize iletiş biçimi vahiy ve ben tüm bunlara bütünsel olarak baktığımda din allah sözüdür diyorum.



Umarım farkı tam anlatabilmişimdir

saygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: ADAM - Haziran 06, 2012, 07:20:47 öö

Bir-iki gündür başka konulara bir daldık, bu başlığı ihmal ettik.

Bu başlık forumun yanlış bir bölümünde açılmış; belki onun için gördüğü ilgi az.

Fakat öyle de olsa, masonlar.org sitesinin sadece buradaki katılımcılarla kalmadığı, dışarıdan da izlendiği ve üstelik çok da ilgi gördüğü göz önünde tutularak, bu başlık altındaki tartışmanın devamı gerekiyor.

Burada bilim ve dogma konusunu tartışmalıyız. Başlık sahibi olarak Sayın asimov’un getirdiği o…

Fakat Sayın Asimov bu konuya din ve ahlâk kavramlarıyla başladı, ardından din üzerine bir giriştik ve oradan çıkamadık; dogma belki bununla ilgili ama bilim nerede?

Derken Sayın karahan ile din kavramı üzerinde tartışır bulduk kendimizi. Son olarak da Sayın Karahan bizim Diyanet İşleri’nin etimolojik açıklamalarını alıp önümüze getirdi.

Bir kere iş Diyanet İşleri ile olmaz çünkü her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda bu ülkenin laik olduğu belirtiliyorsa da bu devlet kurumu din konusuna sadece İslâm açısından bakıyor. Zatken Sayın Karahan da sadece İslâm açısından bakıyor. Hadi Sayın Karahan’ı toleransla karşılayalım ama Diyanet İşleri’nin dinlerin tümü karşısında kesinlikle yansız olması gerekir. Olmuyor. Neden? Efendim Türkiye’nin yüzde doksan bilmem kaç küsuru Müslüman da ondan? Eh, kimlik belgelerinden din bölümünün kaldırılmadığı, serbest cenazeye izin verilmeyen, dahası meslek okulları adı altında olağan liselerin bile İmam-Hatip Lisesi’ne döndürüldüğü,  kızların lisede de türban giyebilmesi için giyim kurallarının özellikle kaldırıldığı bir ülkede elbette böyle olur.

Arapçayı bırakalım. Öteki dillere bakalım. Türkçede din dediğimiz şu sözcüğün Batı dillerindeki karşılıklarının birçoğu “religion” ya da ona benzer. Bu sözcüğün bir kavram olarak açıklanmasında, o Diyanet İşleri’nin anlatımlarının hiçbiri yok. Mason Sözlüğü’ndeki basit tanım hepsinden daha iyi, daha gerçekçi, daha evrensel.

Din denilince belki Sayın Karahan’ın ve onun gibi saygın bir inancı olan kişilerin aklına hemen ve öncelikle İslâm geliyor ama şunu da bilmeliyiz ki bugün yeryüzünde neredeyse yüz kadar farklı din var. Bunlardan bazıları dünya nüfusunun çoğunluğunu elinde tutuyormuş; bu bir şey değiştirmez.

Dolayısıyla din=Allah sözü olmadığı, dini yaratmış olmanın insan oluşunu bir yana koyalım, din=İslâm da değildir. Dikkat edin… Burada din sözcüğünü küçük harfle yazıyorum. Fakat Allah ve İslâm büyük harfle. Standart bir dil bilgisi aradaki farkı kavramaya yeter.

Şimdi Sayın Asimov’a soralım tekrar bu başlığa dönerse:

Bu konuya yani Bilim ve Dogma karşılaştırmasına devam edecek miyiz, yoksa bu kadar mı?

Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 06, 2012, 08:58:36 öö
Merhaba,
Ben bu konuyu çok önemsiyorum. Özellikle ülkemizin şu an içinde bulunduğu ortam, siyasal gelişmeler, Atatürk ilkeleri, bilimsellik ve çağdaşlıktan sapılarak dogmatik düşünce ve akımların egemen kılınmaya çalışılması bu konunun önemini daha da arttırıyor.

Evet Bilim ve Dogma dlye başlık attım. Ama Din ve Ahlak ile ilgili bir sözle başladım. Burada aslında din dogma ile, ahlak ise Bilimle eşdeğer tutulmuş oluyor. Zaten dinsel bir ahlaktan bahsedeceksek o zaman kabul edilmiş kutsal kitaplar ve Allah'ın sözlerinin egemen olduğu bir ahlaktan bahsederiz.

Sonuçta evet yine bilimi, bilimsel düşüncenin önemini tartışamadan yine dine kaymış olduk. Sonuçta bu katılımcıların yönlendirmesi ile gerçekleşiyor.

Bu konu başlığı bir yönü ile masonluk ile de ilgili. Çünkü daha öncede masonluğun düşünce sisteminde dogmaların olmaması masonluğun benim açımdan en ilgi çekici yönü.  Acaba masonluğun ortaya   çıkışında da toplumların veya en azından bireylerin bu ihtiyaçları mı etkili olmuştur?

İşte belki bu konuyu açmamdaki temel amaçta buydu. Ama konu yine dine kaydı.

Bilim tarihi konusunda sorun yok. Çünkü bilimsel düşüncenin gelişimi, din ile olan karşılıklı ilişkileri ve mücadelesi özellikle yabancı kaynaklarda çok güzel bir şekilde ortaya konmuştur.

Sonuç nedir? Sanıyorumki veya umuyorum diyelim, hepimiz dogmalardan arınmış, dünyayı anlayabilen, dinsel kuralların toplum yaşamında egemen olmadığı, baskıdan uzak, özgür bireyler ve toplum istiyoruz. Umarım öyledir.

Bu nedenle bu başlık masonluğu ve aydın bireylere kendilerini ve çevrelerini sorgulamak için bir fırsat veriyor.

Saygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: neumann - Haziran 06, 2012, 10:51:54 öö
Çok güzel bir başlık güzel bilgi paylaşımları...

Ancak konunun ayrıntılarına gelince her ne kadar bilimsel felsefeyi,nedenselliğini,amaç ve güdümünü anlamış olsakta cümlelerimizde bu yer bulmuyor.

Alıntı
Sonuç nedir? Sanıyorumki veya umuyorum diyelim, hepimiz dogmalardan arınmış, dünyayı anlayabilen, dinsel kuralların toplum yaşamında egemen olmadığı, baskıdan uzak, özgür bireyler ve toplum istiyoruz. Umarım öyledir.

Dogmalardan arınmak ne demektir ? Dogmaların tezlerini ispatlamak/çürütmek midir? yoksa dogmaları göz ardı etmek hiç yokmuş gibi davranmak mıdır?

Bilimsel falsefe varsayım,bilgi,deney seçiciliği yapamaz.Çünkü bilim kapsayıcıdır.Her bilgide doğrunun olabileceği varsayımıyla yaklaşır.

Eğer böyle olmasaydı ,eğer bilimsel düşünüş kapsayıcılıktan uzak kalsaydı;

Einstein ın madde ve enerji denkliği , kütle çekiminin uzay-zaman eğriliği denkliği olabilirmiydi,

Acaba esir ortamının çürütülmesine J.C.Maxwell gibi öncülerin şahane çalışmaları dururken Michelson-Morley deneyi gibi girişimler söz konusu olup esir ortamının olmadığı doğrulanabilirmiydi,

Evrenin düzeninin olduğunu göz ardı edebilen Newton kendi adıyla anılan yasaları ortaya koyduğu "Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri" kitabını yazabilir miydi

Öklit postulatlarıyla yani dogmalarıyla oluşturduğu öklit geometrisini kendi dogmalarını göz ardı edip oluşturabilirmiydi

Peki ya Max Planck kara cisim ışımasının doğasını yapığı varsayım yani yaptığı dogma olmadan çözebilirmiydi acaba nükleer teknolojiden lazerlere kadar kullanılan quantum fiziğinden söz edebilirmiydiniz

....

Tabiki bu gelişimler aslında dogmanın rahatsız ediciliğinden kaynaklanıyor.Bende dogmaların varlığından rahatsız oluyorum.
Nedensel olmayan olguların bilimde olmasından rahatsız oluyorum.Ancak eğerki bu bir kapsayıcılık içerisinde olursa ,ki aslında bilimsel
felsefe kulaklara bunu fısıldar , ortada benim açımdan bir sorun kalmaz.

Bu demek değildir ki dogmalar kesin doğrudur.Doğal olarak bilimde bu dogmaların nedensel bilgiye evrimi sürekli gerçekleşecektir.

Tüm dogmaları birde bu yönüyle düşünürsek aslında dogmaların nedensiz olarak reddi yada göz ardı edilmeside bilimsel felsefeye aykırıdır.

Saygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 06, 2012, 11:25:44 öö
Merhaba,

Evet dogmalardan arınmak nedir? Çok güzel bir söz. Kepler, Kopernik, hatta Galileo dogmalar içinde yaşıyorlardı. Hatta yaptıkları bilimin buna uygun olduğunu yani Tanrıya ait olduklarına inanıyorlardı. Bugünkü çağdaş bilimsel anlayışla çok farklı. Bu insanlar devrimlere imza attı ama yinede dogmalarla çevriliydiler.

Bu anlatığıma örnek olacak bir yazıyı sizlerle paylaşma sözü veriyorum.

Saygılarımla.



Bu soru çok önemli
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: NOSAM33 - Haziran 06, 2012, 02:10:41 ös
Ne kadar konuya vakıf olmasamda yazılarınızdan, güzel bilgiler edindim diyebilirim.
Bu konu hakkında okuma yaparken Tanrı inancına tekrar gelmesi sonucu basit , belki de bazı kardeşlerimize göre saçma olan bir soru geldi aklıma  şöyleki; Allah sadece beyaz tenli insanları sever, siyahi kullarını sevmez . Diyelim ve bu savın sonucunu sentez olarak açıklayalım; sonuç bence soru ne kadar saçma da olsa birey bazında farklı bir sonuç yani sentez oluşur bana görede yukarıdaki başlığın cevabı kişiye göre değişir taki mutlak olan gücün var olduğunun tam ispatı kanıtlana kadar  bu konu sürer gider.  Saygılar...
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: peacewings - Haziran 06, 2012, 07:27:40 ös
Bazı arkadaşlar pek çok bilim adamının dogmatik olduğu halde bilim icra ettikleri ve dünya tarihini etkilediklerinden bahsetmişler. Lakin unutulmamalıdır ki, o dönemde kilisenin kurallarının dışına çıkmak bile dogmatizmin dışına çıkmak demekti. Olayları dönemine ve şartlarına göre değerlendirmek gerekir.

Dogma Nedir?
Değiştirilmesi yasak olan, tartışılması yasak/günah sayılan ve sorgulamasızca inanılan her şey DOGMA dır.

Yani dogma olan sadece dinler değil. Yukarıdaki tanıma uyan hemen her şey. Semavi dinlerinin tanrı tarafından gönderildiğine inanılır. Haliyle içeriğinin de tanrının sözleri olduğu kanısı vardır. Öyleyse her şeyi bilen, gören ve en yüce güç tanrı doğruyu söylemiş olmalıdır. Ve onun söylediklerini tartışmak bile acizliktir. İşte bu noktada dogmatizm gelir ve mührünü tanrının kitabına basar. Böylece tanrı ne demiş olursa olsun, söylenenlere uymak gerekir.

Ahlak Nedir?
Toplum tarafından sürdürülegelmiş ve toplum tarafından hoş karşılanan hal ve davranışların tamamı.

Ne kadar çok din varsa o kadar çok ahlak tanımı vardır. Zira her toplum ve her bireyin ahlaka olan bir bakış açısı vardır. Öyleleri vardır ki cinselliğin kendisini bile ahlaksızlık katına koyar. İşte çoğunluğunu o tiplerin oluşturduğu toplulukların ahlakına göre cinsellik ahlak dışı haline gelir. Ama başka bir toplumda işler değişir. Aslında hiç uzatmaya gerek yok. Ahlakı biz, hepimiz, beraber uydurduk. Filozoflar bugüne değin sormuşlardır: genel/geçer evrensel bir ahlak var mıdır? Belki vardır belki yoktur; tartışılır.

Şimdi gelelim asıl yere. Ahlak her gün değişiyor. Ama din kuralları hiç değişmiyor. Ahlak değişiyor. Din duruyor. Ahlak değişiyor. Din duruyor. Ve biri durup, biri ilerleyince; arkada kalan gerilemiş oluyor. Geride kalan haliyle ilkelleşiyor. Toplum değişiyor. Bilim değişiyor. Algılarımız değişiyor. Ama din değişmiyor. Haliyle günümüzden uzaklaşıyor. Uzaklaştıkça da bizim algılarımızca ilkelleşiyor. İlkelleştikçe de değerini kaybediyor. Acı bir gerçek ama değişmeyeceği söylenen her şey bir gün yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyor Herakleitos. Bu değişim karşısında direnmek, zor.

Ve durum böyle olunca. Bugün oturup tartışmaya başlıyoruz. Din ve Ahlak. Dinler genellikle söylendikleri/yazıldıkları/indirildikleri dönemin ahlakını, gelenek/göreneklerini yansıtırlar. Onları alıp bugüne uyduramazsınız. Uydurmaya kalkarsanız, gülünç duruma düşersiniz.

Atatürk bence gayet güzel özetlemiş:

"Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur."

O zaman ortaya yeni bir soru çıkıyor. Dinleri ne yapmalı? Günümüze göre mi yorumlamalı? O da başlı başına bir tartışma konusu. Ama bir edebiyat bölümü öğrencisi olarak, "DİL"in tanrısal hükümler getirebileceğine inanmam. Hele ki bu dil mecazlarla yüklü Arapça ise. Zira aynı cümleyi farklı algılayacak yüzlerce insan bulabilirsiniz. Dil, neredeyse hiç bir zaman bir ve tek şeyi anlatamaz. Haliyle dil ile değişmez ve tanrısal kurallar getirilemez.

Umarım konuya uygun olmuş ve konu dışında yerlere sapmamışımdır.

En derin
Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: karahan - Haziran 06, 2012, 08:14:18 ös
Bilimsel teori ile dogma arasındaki temel fark
İsmet Berkan

26/06/2005 (4067 kişi okudu)

Bilimin temeli kuşkuculuktur; dinin ise iman. Bilimde imanın yeri yoktur; olsa olsa bilimsel metodolojiye iman duyulur. Oysa dinin tamamı iman üzerine kuruludur; kuşkuya hiç ama hiç yer yoktur.
Charles Darwin, Evrim Teorisi'ni ortaya attığında başına gelebilecekleri de tahmin ediyordu. Teori, çok kısa zaman içinde 'dine küfür' olarak algılandı İngiltere'de ve Batı Avrupa'da.
Darwin'in teorisi dinamik bir modeldi.
Türlerin gelişimi hakkında yeni bir bakış açısını ortaya atıyordu. Bugün hâlâ elimizdeki en iyi bakış açısı bu. Türlerin ortaya çıkışını, gelişimini veya ortadan kalkışını bugün hâlâ Darwin'in ortaya attığı teori ile açıklıyoruz.
Hoş, aradan geçen zamanda teori çok sayıda değişikliğe uğradı ama yine de işin özü değişmedi; daha doğrusu işin özünü değiştirecek bir bilimsel kanıt ortaya konmadı.
Bilimsel teori ile dogma arasındaki temel fark da budur işte. Bilimsel teori, dinamik bir modeldir. Her gün yeniden test edilir, eğer yanlışsa hemen değiştirilir.
Dünya 2500 yıl boyunca Öklid geometrisiyle yaşadı, sonra derken Öklid dışı geometrilerin de olabileceği ortaya çıktı.
Isaac Newton, yerçekimi kuramını geliştirdikten yüzyıllar sonra Albert Einstein, bu kuramın hesaplamalarının kısmen yanlış olduğunu ortaya koydu. Bugün belki lise sırasındaki hesaplarımızda hâlâ Newton'un formüllerini kullanıyoruz ama uzaya uydu fırlatmak gerekirse Einstein'ın formüllerine dönmeliyiz.
Bilim, örneklerle de anlatmaya çalıştığım gibi dinamiktir. Bilimsel bilgi, doğası gereği sürekli değişir.
20. yüzyılın büyük bilim felsefecisi Karl Popper'ın ortaya koyduğu haliyle, bilimsel bilgiler, yanlışlanana kadar doğrudur.
Oysa dinsel dogma bunun tam tersidir.
Dinsel 'gerçek', o dine inananlar için tarihten önce de sonra da 'gerçek'tir, çünkü 'tanrı kelamıdır.' Değiştirilmesi, günün şartlarına uydurulması imkânsızdır.
Hıristiyanlar ve Yahudiler, evrenin ve bu arada dünyanın yedi günde yaratıldığına, ilk insanın Âdem Peygamber olduğuna, onun eşi Havva'nın Âdem'in bir kaburgasından yaratıldığına ve ikisinin Tanrı'nın koyduğu bir yasağı çiğnedikleri için cennetten kovulduklarına inanırlar.
Âdem, cennetten dünyaya kovulduğunda, dünyaya ayağını bastığı ilk yer, bugün üstünde Müslümanların üçüncü en önemli dinsel yapısı kabul edilen Kubbetül Sahra Camii'nin bulunduğu 'Tapınak Dağı'nın tepesidir. Hıristiyanlar ile Yahudiler, bu tepenin zirve noktasındaki bir taştaki ayak izine benzer izin Âdem'in ayak izi olduğuna inanırlar. Müslümanlar için ise bu tepenin önemi, Hazreti Muhammed'in buradan Mirac'a yükseldiğine, yani cennete gidip Allah ile görüştüğüne duyulan inançtır. Hazreti Muhammed cennete giderken veya cennetten dönerken bu ayak izini oraya bırakmıştır Müslüman inancına göre.
Bu saydığım dinsel dogmalar, hepsi de kutsal kitaplarda yazılı olan şeylerdir, dolayısıyla değiştirilmeleri, günün şartlarına uyarlanmaları vs. söz konusu değildir. Bunları gerçek kabul etmek için iman sahibi olmak gerekir.
Oysa Darwin'in veya Einstein'ın veya Feynmann'ın veya Hawking'in teorilerine inanmanız gerekmez. Onları kendi aklınızın ve insanlığın ortak aklı denilebilecek olan bilimsel bilgi birikiminin süzgecinden geçirirsiniz ve aklınızın bir kenarına yazarsınız, o kadar.



İsmet berkanın alıtı yazısını olduğu gibi verdim.Birçok yerine katılıyorumda üstelik ama mesela içlerinden süzdüklerimide sizlerle payşlaşacağım.



Âdem, cennetten dünyaya kovulduğunda, dünyaya ayağını bastığı ilk yer, bugün üstünde Müslümanların üçüncü en önemli dinsel yapısı kabul edilen Kubbetül Sahra Camii'nin bulunduğu 'Tapınak Dağı'nın tepesidir. Hıristiyanlar ile Yahudiler, bu tepenin zirve noktasındaki bir taştaki ayak izine benzer izin Âdem'in ayak izi olduğuna inanırlar. Müslümanlar için ise bu tepenin önemi, Hazreti Muhammed'in buradan Mirac'a yükseldiğine, yani cennete gidip Allah ile görüştüğüne duyulan inançtır. Hazreti Muhammed cennete giderken veya cennetten dönerken bu ayak izini oraya bırakmıştır


meselaburası da anlatımda bana göre tam doğmatik olmuş.Bu kesin hükümlere dayanan bir bilgi değil kaldıki birçok hadis kitabı yada ilmihallerde bu tip kusurlu bilgi çoktur.Burada verdiği miraç hadisesindeki asnlatımı bile komple yanlış allah ile cennette görüştüğü kısmını oldukça bilgisizce yazmış.İman edenler bilir allah için mekansızlığın anlamını cennet en sevdiği yermidir allahın genel kabullerini hep oradamı yapar ta en baştan bu soruları sorsan bu anlatımın yanlış olduğu sonucu çıkar ortaya.

ve tüm bunların kutsal kitaplarda olduğunu söyleyerek bunların değiişmez bilim adamlarınınkinide değişir olduğunu belirtiyor.

Şimdi yanlış olan bir bilgi ile kurguyu böyle kurarsan 2 tür dogma ile karşılaşırız o zaman.allahın kutsal kitaplarda bildirdiğine dogma diyeceğiz artı birde bu kutsal kitap yorumlarını yanlış yapıp insanların yanlış anlayıp algılayıp yada zaman içinde tuhaf hale getirdiğimiz söylemlerle dogmaları fazlalaştıracağız.

Burada ben genelde şöyle bir yol izlerim.

1--Varlık sebebim ve o sebebin bendeki tezahürü ile benden istenenin ne olduğunu kavramaya çalışmak bunun için

a)Aklımı kullanmak
b)aklımı bilim ile desteklemek ve herşeyi bu yönteme oturtmak.

2--Sonuca ulaşmak için öncelikle bir dogma olduğuna birçok yönden inandığım günah kavramını soru sorma bölümlerinin içinden çıkarmak sorulamayacak soru olmamalı.
3--Okuduğum herhangi bir şeyin dinsel metinin hakikaten ilahi bir akıl tarafındanmı yazıldığını iyi analiz etmek gerekirse empati bile yaparım.
Bizden her fırsatta aklı kullanmamızı isteyen yüce varlığı her mekan ve ortamda baktığım heryerde hissetmeye çalışarak onu algılamaya çalışırım burada bile bilime ve ilme ihtiyacım var.

Bir arının küçücük bir hayvanın neden dünyanın varolma sebebi olduğunu arı nesli tükendiği anda yaşamın bitreceğini bugün hem bilimadamları hemde kuran söylüyor.Bunun nedenlerini anlamak için herşeye ihtiyacım var benim ki bu sistemi anlayabileyim.


şimdilik bu kadar sdaygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: neumann - Haziran 06, 2012, 10:18:37 ös
Alıntı
Bazı arkadaşlar pek çok bilim adamının dogmatik olduğu halde bilim icra ettikleri ve dünya tarihini etkilediklerinden bahsetmişler. Lakin unutulmamalıdır ki, o dönemde kilisenin kurallarının dışına çıkmak bile dogmatizmin dışına çıkmak demekti. Olayları dönemine ve şartlarına göre değerlendirmek gerekir.


Şu anda bilimde büyük varsayımlar mevcut.Ortada ne klise baskısı nede toplum baskısı mevcut.

Dogma kavramını yanlış yorumladığınızı düşünüyorum.

Türk Dil Kurumu`na göre;

Dogma : Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapılan sav, nas, inak

Bu konuda Sayın ADAM`ın açıklayıcı bir yazısı mevcut.

http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php/topic,7980.0.html (http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php/topic,7980.0.html)

Alıntı
Dogma Nedir?
Değiştirilmesi yasak olan, tartışılması yasak/günah sayılan ve sorgulamasızca inanılan her şey DOGMA dır.


Bu tanıma katılmıyorum.Çünkü tanım öznelleştirilmiş.Bu tanım dogmadan ziyade cezayi sorumluluğu olan doktrin gibi...

Alıntı
Ahlak Nedir?
Toplum tarafından sürdürülegelmiş ve toplum tarafından hoş karşılanan hal ve davranışların tamamı.


Konu dışına çıkıyoruz gibi... Ancak burada etik ve ahlak kavramlarının karmaşası mevcut olduğunu düşünüyorum...

Alıntı
Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyor Herakleitos. Bu değişim karşısında direnmek, zor.


Dogmaların terkedilmediğini mi yada evrimleşmediğini mi düşünüyorsunuz?

Bugün dünyanın düz olduğunu düşünen modern yaşam üyesi kaç insan olabilir...

Ya terkedilen alışkanlıklar...

Alıntı
"Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur."


Atatürk 2+2 =4 eşitliğinin değişimini kastetmiyor.Yani ahlak temel ilkeleriyle değişmezdir zaten.
Bir başkasına nedensiz zarar verme durumunu hangi değişim sonuçandırabilir...

Seygılarımla
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: Masor1976 - Haziran 07, 2012, 01:19:16 öö
Sayın Peacewings'in yazdıklarına katılıyorum. Özellikle de (Her ne kadar islamdaki  siyasi dogmalar yaratma uğruna üretilen uydurma hadisler gibi çoğu Atatürk sözleri kemalistler tarafından sonradan yazılmış olsa da) Atatürk bence gayet güzel özetlemiş:

"Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur."

Kanaatimce dogma kavramı sosyal yapıtaşıdır. Dogmasız toplum ve insan olmaz. Her dogmaya karşıyım demek bana çok artistik geliyor. Kameraya oynamanın anlamı yok bence. Dini rejimlerde ve hukukta dogmalar var fakat laik hukuk ve rejimlerde dogmalar yok mudur mesela.

Dogmalar toplumu bir arada mutsuzluğu minimize ederek yaşanması amacıyla yaratılan kavramlardır. Mutlu ve her bireyi tatmin edilebilen bir toplum asla inşaa edilemeyecek bir hedeftir. Örneğin pembe tablolar çizeren komunizmden sosyalizmden vb. etkilenip elindeki dogmalardan sıyrılabilen toplumlar hiç ummadıkları kadar daha acımasız dogmaların kucağında bulurlar kendilerini.

Dini hukukla yaratılan dogmalar, dindar vatandaşlarca şariatın kestiği parmak acımaz diye kabul görebiliyor. Örneğin iran'da, israil'de laiklik sevdası göremessiniz. Fakat küreselleşmenin toplum psikolojisine, örflerine ve her hücresine olağan üstü etkisi münasebetiyle dini kurallar, komunizm, sosyalizm vb. her dogma takoz telefonlar gibi demode hale geldiler. Bu dogmaları beğenmemek de yanlıştır, bu gün akıllı telefonlar temelini dolayısıyla da her şeyini aslında nokia gibi takoz telefonların çalışmalarına ve kafa yormalarına borçludurlar.



Saygılarımla.



Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: peacewings - Haziran 07, 2012, 01:57:50 öö
Sayın neumann,

Alıntılar halinde yazılarımın bir kısmını yorumlamışsınız. Ama beni anlamamışsınız anlaşılan.

Alıntı
Dogmaların terkedilmediğini mi yada evrimleşmediğini mi düşünüyorsunuz?
Bugün dünyanın düz olduğunu düşünen modern yaşam üyesi kaç insan olabilir...
Ya terkedilen alışkanlıklar...

demişsiniz.

Dogmalar değişir, değişmeyen şey dinin değişmeyen kurallar olduğu iddiasıdır. Ben dogma denen şeyin dinden ibaret olmadığını vurgulamıştım oysaki. Hem üstelik TDK kim? Neden onların verdiği bilgileri hemen doğru olarak kabul edelim? Bu dogmatizm değil midir işte? Üstelik TDK yerine Orhan Hançerlioğlu'nun Felsefe Sözlüğüne başvurmayı tercih ederim. Daha sonra da kıyaslamayı tabi.

Bunun dışındaki eleştirileriniz eleştirmek için eleştirmekmiş gibi geldi bana. Açıkçası ortaya yeni bir şeyler koymanızı beklerdim. Ama ortaya yeni bir şeyler koymayıp, olmamış deyip bir köşeye çekilmek de hani gülünç olmuyor değil.

Sonra bazı ahlak kurallarının hiç değişmeyeceğini iddia etmişsiniz. Oysa öyle değildir. Geçmişe dönüp bakarsanız daha iyi anlarsınız. Örneğin ilk topluluklarda cinsel kısıtlamalardan hiçbiri yoktu. Haliyle bugün facia olarak nitelendirdiğiniz hemen her şey olabiliyordu. Siz şimdi aile içi ilişkinin hep ahlak dışı mı kabul edildiğini iddia edeceksiniz? Öyle değil işte. Öyle toplumlar gelmiştir ki yeryüzüne, öldürmek bile bir ahlak/ceza kapsamında değerlendirilmemiştir.  Öyle toplumlarda gelmiştir ki yeryüzüne, insanların gözlerine bakmak ahlak dışı sayılmıştır. Ve nice öyleleri gelip/gidecektir. Ama tarihi bin yıldan ibaret sayarak işe başlarsanız, yanılırsınız.

Sayın Masor1976,

Bugüne gelmemizde dogmaların faydası olmuş olabilir. Ama bu bizim onları beğenmemiz ve saygı duymamızı gerektirmez. Yoksa zorlarsanız soykırımlarda bile bir fayda bulabilirsiniz. Ama bu onları beğenmemize ve saygı duymamıza neden olmaz.

Dogmalar telefon değildir ve yeni bir modelin öncüsü olamazlar. Dogmalar olsa olsa, yeni bir telefon modelini günahkar ilan edendir. Dogmalar olsa olsa, eski ve köhnemiş olanı kutsallaştıran, ileri ve yeni olanı da lanetleyendir. Dogmatizm çağı reddeden ve geçmişi isteyendir. Yeni bir telefon modelini öncülük ettiği pek görülmemiştir.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: Masor1976 - Haziran 07, 2012, 12:52:23 ös
Sayın Peacewings, pazarlamada bir kıstas vardır: insanlar mantığıyla ve beyniyle karar vererek alışveriş yapmazlar bililnç altı ortalama 7 saniye önce mantığı yenerek alışveriş yapar. Bu nedenle moda, reklamlar vb. konularda üreticiler tüketicinin bilinç altını etkilemek için olağan üstü para harcıyorlar. Benzer şekilde toplumlara şekil verme çabasında olanlar da bilinç altı programlamayı çizgi filmlerle vb. medyayla yasak olmasına rağmen toplum mühendisliği yapıyorlar.

Bu yaklaşıma katılmakla birlikte mantığın ve aklın er geç bilinç altıyla mücadele edeceği kanaatindeyim. Cep telefonu savaşlarıyla iç içe olduğumuz için örnekleme vermek çok kolay oluyor. Bir zamanlar Nokiayı dogmalaştıranlar ve batmaz sanılan bir marka batttı batacak, benzer şekilde nokiayı batıran Apple de tanrılaştı batmaz yaklaşımı vardı fakat android onu sallıyor şu an o da batacak gibi duruyor. Apple ürünlerini nokia ürünleri gibi beyninde dogmalaştırmış bir tüketici kitlesi var sadece o ürünleri alıyor daha iyisi çok ucuza çıkmış olsa bile.

İzm ve felsefeler de aynı şekilde sürekli gelişiyor insanların eski dogmalarını terk etmeleri bilinç altları nedeniyle çok zor oluyor fakat neticede tüm dogmalar ya ılımllılaşıyor ya da yok oluyorlar.

Bence her dogmanın toplum yapısına faydası vardır ve daha iyi dogmaların doğuşuna etkileri olmuştur. En zararlısı bile örneğin şiddet ve baskıyla toplum yönetilemeyeceğini göstermiş olur böylelikle şiddet ve baskı içeren dogmalar mücadeleden vazgeçebilirler belki.

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: ADAM - Haziran 08, 2012, 04:33:39 ös



Bu başlık altında hayli kaliteli paylaşımlarda bulunuldu. Öyle yapanlara teşekkür ederim.

Birkaç nokta var katmak ya da bence uygun düşmediği için düzeltmek istediğim… Ancak iletileri ayırarak sıradan gitmem gerekecek.

Bir yazı bütününden bir tümce ya da paragraf alıntılamanın aslında hiç de doğru olmadığını biliyorum ama bunu yapmak zorunda kalacağım. Umarım ilgili yazının bütününü zedelemem.

Önce birinci aşama… Sayın asimov’un yazısı:


“Atatürk ilkeleri, bilimsellik ve çağdaşlıktan sapılarak dogmatik düşünce ve akımların egemen kılınmaya çalışılması bu konunun önemini daha da arttırıyor.”

Çok doğru. Fakat ne yazık ki içinde bulunduğumuz ortam öyle. Bu ortamın getirdiği bu koşullar giderek ağırlaşıyor. Demek oluyor ki bu konuyu anlamanın önemi daha da artacak.


“Burada aslında din dogma ile, ahlak ise Bilimle eşdeğer tutulmuş oluyor.”

Hayır, olmaz. Bir kere din ile dogma ille de özdeşleşmez. Hiçbir dogması olmayan dinler de var. Dogmanın sokulduğu bilimsel uygulamalar da var.

Ahlak ise tümüyle bir değer yargısıdır. Bilim bir birikimdir ve kendine özgü bir yöntemi vardır. Ahlak bir yönteme bağlı değildir. Ötesi bazı dinler ahlak kuralları içerir. Bilim ise ahlak ile hiç ilgilenmez. Sadece ahlak, bilimsel açıdan bir inceleme konusu olabilir.


“Acaba masonluğun ortaya çıkışında da toplumların veya en azından bireylerin bu ihtiyaçları mı etkili olmuştur?

Bu tümcenin elbette bir öncesi var ama hiç olmazsa şunu söylemek olanaklı: Masonluğun ortaya çıkışında toplumların bir ihtiyacının etkisi yoktur. Bunun bambaşka bir öyküsü vardır. (Bu forumda yayınlanmış olan “Masonluk tarihinde anlatılmayanlar” başlıklı yazı dizimin okunmasını öneririm.)


“Sanıyorumki veya umuyorum diyelim, hepimiz dogmalardan arınmış, dünyayı anlayabilen, dinsel kuralların toplum yaşamında egemen olmadığı, baskıdan uzak, özgür bireyler ve toplum istiyoruz. Umarım öyledir.”

Ne güzel bir dilek… Ancak bu dileğin doğruluğuna katıldığımı da söyleyemem. Forumdaki sözler, tutumlar, eğilimler pek de öyle olmadığını gösteriyor sanki.


Birinci aşamayı bitirdim. Sonra ikinci aşamaya geçeceğim. Kusura bakmayın hepsini birden yapamıyorum.







Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: ADAM - Haziran 08, 2012, 05:09:22 ös

Şimdi sırada Sayın Peacewings var…

Diyor ki:

“Hem üstelik TDK kim?”

Bence böyle dememek gerek. Ulusal bir kirimin değerini küçümsemek bize yakışmaz.

Devam ediyor:

“Neden onların verdiği bilgileri hemen doğru olarak kabul edelim? Bu dogmatizm değil midir işte?”


Yok hayır. Dogmatizm o değildir. O bilgiler kesin ve mutlak olarak nitelenirse dogma olur ve onların savunması dogmatizm olarak nitelenir.

Az daha devam:

“Üstelik TDK yerine Orhan Hançerlioğlu'nun Felsefe Sözlüğüne başvurmayı tercih ederim. Daha sonra da kıyaslamayı tabi.”

En sonu en güzeli. Çünkü Felsefe Sözlüğü de birtakım yanlışlar içerir yazarının öznel tutumundan ötürü. Aslında TDK Sözlüğü ile Felsefe Sözlüğü’nü değil, Türk Dili Sözlüğü’nü karşılaştırmak daha doğru olur.

Fakat bunlar bize bilim ve dogma konusunda ayrıntılı bilgi vermezler; sadece tanım yaparlar; sözlüktürler çünkü. Fakat Orhan Hançerlioğlu’nun başka sözlükleri ve bu arada bir de Felsefe Ansiklopedisi var. Kişinin öznel yargılarına kapılmamak ve dogmadan sıyrılayım derken bir başka dogmaya düşmemek bakımdan önlemli olarak yararlanılabilir.

Bu arada Orhan Hançerlioğlu’nun 1960’lı yıllarda TDK Üyesi olduğunu da göz ardı etmeyelim.

Bence hepsinin yanı sıra çok daha iyisi Sayın Yalçın Kaya’nın “Batı’nın İki Yüzü” adlı dört kitaplık çalışmasını özenle okumaktır. İşte o yapıttı çok iyi anlatılmış bilim ve dogmanın nasıl karşıtlaştığı… Üstelik her bakımdan, üstelik toplumlarda, üstelik o toplumlara İslâm toplumu da dahil.


Sayın Peacewings ahlâk kurallarının değişkenliğinden söz ediyor. Bence doğru söylüyor. Ancak bu değişkenlik hayli uzun zaman alır. Öyle ki, bir kişinin yaşam dönemine sığmayabilir. Üstelik kişi, çoğunlukla, buna karşı tepkili olmaya hazırdır. Kendi yaşam dönemi içinde baş gösteren değişikliklerden pek hoşlanmaz. Dolayısıyla bir ahlâk kuralı değişmeye uğrayacaksa, bir kuşakta onun önermesi ortaya çıkar, tepki görür, dayanabilirse sonraki kuşakta benimsenir, beğenilirse bir sonraki kuşakta kökleşir. Sonra işte bu yeni ahlâk kuralı da sonraki bir dönemde öncekinin başına gelenlere uğrar.


Şöyle diyor Sayın Peacewings:

“Bugüne gelmemizde dogmaların faydası olmuş olabilir.”

Elbette. Kötü olmazsa iyi olmaz. Yanlış olmazsa doğru olmaz.

Bundan sonrası biraz sanatsal. Yanlış değil.



Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: asimov - Haziran 08, 2012, 05:20:01 ös

Önce birinci aşama… Sayın asimov’un yazısı:
[/font][/size][/i]



“Burada aslında din dogma ile, ahlak ise Bilimle eşdeğer tutulmuş oluyor.”

Hayır, olmaz. Bir kere din ile dogma ille de özdeşleşmez. Hiçbir dogması olmayan dinler de var. Dogmanın sokulduğu bilimsel uygulamalar da var.

Ahlak ise tümüyle bir değer yargısıdır. Bilim bir birikimdir ve kendine özgü bir yöntemi vardır. Ahlak bir yönteme bağlı değildir. Ötesi bazı dinler ahlak kuralları içerir. Bilim ise ahlak ile hiç ilgilenmez. Sadece ahlak, bilimsel açıdan bir inceleme konusu olabilir.

“Sanıyorumki veya umuyorum diyelim, hepimiz dogmalardan arınmış, dünyayı anlayabilen, dinsel kuralların toplum yaşamında egemen olmadığı, baskıdan uzak, özgür bireyler ve toplum istiyoruz. Umarım öyledir.”

Ne güzel bir dilek… Ancak bu dileğin doğruluğuna katıldığımı da söyleyemem. Forumdaki sözler, tutumlar, eğilimler pek de öyle olmadığını gösteriyor sanki.


Merhaba,

Teşekkürler sayın ADAM,

Ahlak ile ilgili söylediğim biraz havada kalmış gibi doğru. Bu şekilde okununca yanlış anlaşılıyor. Ben dinsel ahlakın dışında bilimsel ahlak demek istemedim. Hayatında bilimsel düşünceyi benimsemiş bireylerin ahlakından, etik değerlerden bahsetmek istedim. Bu kişiler inançlı olabilecekleri gibi inançsız da olabilirler.

Temenni kısmında belirttiğim iyi niyet pek benimsenmemiş gibi birisi bize çizik atmış bir eksi vermiş. Demekki yazdıklarımızı beğenmemiş. Eğilimler konusunda size katılıyorum.

Son bir şey söylemek isterim benim için bu konu ile ilgili yazacaklarım henüz bitmedi. Notlarımı aldım katkıya devam edeceğim.

Saygılarımla.


Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: peacewings - Haziran 08, 2012, 06:31:51 ös
Sayın ADAM,

Öncelikle yapmış olduğunuz açıklama için saygılarımı ve teşekkürlerimi sunarım. Aslında bir şeyler daha yazacaktım. Ama Orhan Hançerlioğlu'nun Felsefe Sözlüğü'nde "Dogma" sözcüğüne rastlayamayınca kaldım ortada. Yapmış olduğunuz açıklama üzerine ekleyeceğim bir şey en azından şimdilik yok. Sayın asimov, bir kaç şey ekleyeceğini belirtmiş. Eklerse, ben de bir şeyler ekleyebilirim :)

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Bilim ve Dogma
Gönderen: peacewings - Haziran 09, 2012, 01:29:34 ös
Sayın asimov, yeni bir şey eklememiş. Ama ben daha önce Hançerlioğlu'nun Felsefe Sözlüğü'nde bulamadığım dogmatizmi buldum. Sayın ADAM, inakçılık maddesinde bulabileceğimi söyledi. Ben de bu sayede buldum. Ve aynen aktarıyorum:

İNAK. (Os. Nas, Fr. Dogme, İng, İt., Dogma). Her türlü inceleme ve eleştirmenin dışında tutulan ve değişmez olduğu varsayılan kavram… Bkz: İnakçılık.

İNAKÇILIK. (Os. Nassiyye, Fr. Dogmatisme, Al. Dogmatismus, İng. Dogmatism, İt. Dogmatismo). Din ya da yetkelerce ileri sürülen düşünce ve ilkeleri kanıt aramaksızın, incelemeksizin ve eleştirmeksizin bilgi sayan anlayış… Temelde skolastik bir anlayıştır, günümüzde değişme ve gelişmeyi yadsıyan öğretileri ve anlayışı adlandırır. Özellikle metafizik öğretilerim tümü inakçı (dogmatik) öğretilerdir. Deney alanının dışında kalan bütün savlar inakçı olmak zorundadır. Bu zorunluluk Tanrı sözünden başlayıp Aristoteles’in sözüne kadar genelleşmiştir. Örneğin ortaçağ Hıristiyan kültüründe herhangi bir kuralın gerçek sayılması için Aristoteles’in söylemiş olması yeter sayılıyordu. İnakçılığın zorunlu sonucu zorbalıktır. Deneylerle tanıtlanamayan kurallar, engizisyon işkenceleriyle tanıtlanmaya çalışılmıştır. İnakçılık, suçlu olmayanın ateşe atılsa bile yanmayacağı inancına kadar varmıştır. Bundan da ateşe atılınca yanan kişinin suçlu olduğu sonucu çıkarılmıştır. İnak’ın inan’dan farkı, inan’ın asla tanıtlanamayacak olanı kabul etmesine karşılık, inak’ın herhangi bir yetkeye bağlanan bir veriyi tanıtlanmış olarak kabul etmesidir. Örneğin ortaçağ skolastiğinde herhangi bir sözü Aristoteles’in söylemiş olduğunu tanıtlamak, o sözün doğruluğunu tanıtlamak demekti. Herhangi bir sistemde değişmez formüller düşlemek, bir düşüncenin tartışmasız kabulünü istemek, bilginin bağımlılığını göz önüne almaksızın her zaman ve her yerde geçerli saltık bilgiler olduğunu ileri sürmek inakçılıktır. Bkz. İnak, Metafizik, Skolastik, İnan, İnancılık, Eytişimsel Özdekçilik, Marksçılık.

Belki konudaki kavram karmaşasını bir nebze önler. Tabi ki buraya Hançerlioğlu ne dese doğrudur mantığıyla bu yazıyı koymadım. Ama bilmediklerimizi biliyor olamaz mı? Felsefe alanında yetkin bu ismin dogmatizm tanımını paylaşmamak olmazdı.

Tekrardan sayın ADAM'a teşekkürler.

Saygılarımla.