...
Napoleon, "Rousseau olmasaydı Fransız Devrimi olmazdı" derken, 20.yy filozoflarından B. Russel biraz daha ileriye giderek, " Rousseau'nun Toplum Sözleşmesi yapıtı, Fransız Devrimi önderlerinin çoğunun İncil'i olmuştur" diyor.
Aydınlanmanın öncülerinden Kant' da onunla ilgili, "Uykumdan Locke ile uyandım, Rousseau ile geliştim" diyor.
Hal böyleyken etkilediği Marx, Comte, Schiller gibi aydınlar da en az böyle düşünüyorlar..
Bu noktada kafama bir şey takılıyor.
Düşünce dünyasını bu denli derinden sarsmış bir kişi aydınlanmayı neden kadınla veya tiyatroyla ilişkili bulmuyor?
Prof. Dr. Sezgin Kızılçelik yazdığı Sosyoloji Tarihi(1.Cilt)'nde Rousseau'nun bu konuyla ilgili fikirlerine aynen şöyle değiniyor.(Onun ağzından)
Düşündükçe fark ediyorum, tiyatroda temsil edilen her şey bize yaklaştırılmıyor, bizden uzaklaştırılıyor...Trajedi bize, zalimlerle kahramanları temsil edecek. Ne yapalım bunu? Bizde öyleleri mi var, yoksa öyle mi olacağız? Boş yere bizi kudrete ve büyüklüğe hayran bırakacak. Neye yarayacak bu?
Kendi vazifelerimizi yerine getiremezken, kralların vazifelerini sahnede incelemekten bize ne?...
Parisli kadınlar tiyatroyu seviyorlar; doğrusunu isterseniz orada görülmeyi seviyorlar onlar.
O bir esnemek ve sıkılmaktır.
...
Şimdi bunların üzerine bir soru sormak istiyorum:
Tiyatro bir mum mudur, gidilince toplum aydınlanacak mıdır?
Not: Rousseau buna benzer düşünceleri yüzünden en yakın arkadaşı Voltaire ile araları açılmıştır. Amacım kimse ile aramı açmak değil, sadece merak!