Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: HERMETİK GELENEK VE RÖNESANS -6 (SON)  (Okunma sayısı 8523 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 11, 2010, 10:35:18 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Şimdi tarihsel bakımdan önceki bölümde aktarmış olduklarımdan az geriye dönmek istiyorum.




Marsilio Ficino’nun öğrencisi Angelo Poliziano’nun 1480’li yıllarda Venedik’te verdiği konferanslar sırasında Hermetik Gelenek konusundaki tartışmalar tüm şiddetiyle sürmüştü; Osiris-İsis efsanesi, gündemin başında yer alıyordu.

1498 yılında Viterbolu Giovanni Nanni (Annius), çok eski bir yazardan alıntı yaparak kaleme aldığını belirttiği yapıtında, Boccaccio’nun etkileri görülen yeni bir kuram ileri sürmüştü. Nanni, sahte bir kaynağı olduğu düşünülen Babilli tarihçi Berosus’un belirttiği on yedi Babil hükümdarını listelemişti. Her birinin yanına belli başlı olayları eklemişti. Böylece, Tevrat’taki anlatımlara dayanan alışılagelmiş kronolojik sıralama iyice birbirine girdi; karmakarışık olduğunu bile söyleyebiliriz.

Bunların arasında en şaşırtıcı olanı, Nanni’nin yaptığı çalışmada Osiris mitinin tüm ayrıntılarının yer alışıdır. Buna göre Osiris, Babil’in üçüncü kralı Nino’nun hükümdarlık döneminin yirminci yılında Mısır’da, Rhea’da doğmuştur. Kırk üçüncü yılında Ammon’un oğlu Diyonisos Osiris’i evlat edinir ve onu Mısır kralı yapar.

İsis de Rhea’da doğmuştur. Osiris, Kraliçe Semiramis’in ilk yılında bahçıvanlık zanaatını, beşinci kral Zamea zamanında yulaf ve buğday ekinini, ardından Berosus’un hükümdarlığı sırasında arabayı icat eder. Sonra da Barbarlara şarap kültürü ile tarımı öğretmek için yabancı ülkelere gider. İtalya’da iken, bu ülkenin insanları devlere karşı savaşta ondan yardım ister. Osiris devler ile savaşıp, onları yener. Kazandığı bu zaferden sonra on yıl İtalya’da hükümdarlık yapar. Mısır’a dönüşünden hemen sonra, devlerin yardımıyla hükümdarlığı ele geçirmek üzere ona tuzak kuran Seth (Typhon) tarafından öldürülür ama yerine İsis’ten doğma oğlu Thot ile Anubis’in de desteklediği Horus geçer.

İşte şu çizim alıntısında Thot ile Anubis’in Seth’e karşı Horus’u destekleyişlerini görüyoruz.





Gregorio Giraldi, 1548 tarihinde kaleme aldığı yapıtında, o güne dek bilinmeyen birtakım kaynaklara ulaşarak, Osiris dizgesindeki tanrıları bir kez daha ön plana çıkardı. İsis ile Thot bağlantısı ve tartışmalı bir figür olan “Canopis” adlı tanrı burada belirtildi.

Bu adı taşıyan bir tanrı Mısır anlatımlarında geçmez. Buna ilişkin kaynaklar hep Yunan ve Roma dönemine ilişkin arkeolojik bulgulardan alınmadır.

Daha önceki kaynaklarda başvurulan Poseidon ya da Neptün ile bir tutulan “Serapis Hydreios” ya da “Serapis Canopites”, Nil’in ağzında Canopis diye bilinen, İskenderiye’ye 20 km kadar uzakta yer alan bir yerleşim yerine özgü bir tanrıydı. Ptoleme, Osiris kültürünü yine canlandırmaya çalışırken öne çıkarmaya çalıştığı tanrı buydu.

Anlatımlardan, Serapis Canopites ya da kısaca Serapis’in, dönemin Mısırlıları arasında boğulmuş Osiris’in bir görüntüsü gibi alınmış olduğu anlaşılıyor. Bu bağlamda kesin bir şey söylenemezse de, Osiris öldürüldükten sonra tabutu herhalde Canopis’ten geçen bir yol izleyerek Akdeniz’e ulaşmıştı.

Canopis kavramı, sonraki düşünürlerce Mısırlıların ölülerinin iç organlarını koydukları kaplar ile özdeşleştirilmiştir.





İlerleyen zamandaki ikonografik anlatımlarda, Mısırlı tanrılar ile iç içe geçen Yunan eşdeğer tanrıların arasında en dikkat çekici olanı, bir elinde buğday ölçüm aleti “modius” diğerinde ankh taşıyan Serapis’tir.




Ancak bu yöresel tanrı iyice Helenize edilmiş (Yunanlaştırılmış) ve genellikle bambaşka bir şekilde, yaşlı bir adam gibi gösterilmiştir.




Bunu “İsis Tablosu” diye tanınan bu levha üzerinde de görürüz. Nereden geldiği bilinmeyen bu levha, 1525 yılında Roma’da ortaya çıkmış, 1527 yılında Kardinal Bembo tarafından ele geçirildiği için “Tabula Bembina” olarak anılmıştır. İtalya’da yapılıp satılmış olduğu kanıtlanmış ama asıl kökenine ilişkin sorular yanıtlanamamıştır.

Buraya bir de şu Tabula Bembina’nın fotoğrafını koyayım.




17. yüzyılın Alman yazarlarından Athanasius Kircher, Hermetik geleneğe ilişkin ipuçlarının günümüze gelebilmesini sağlayan değerli araştırmacılardan biridir. 1652 yılında yayımladığı “Oedipus Aegyptiacus” adlı yapıtı, Hermetizmin bir senteze ulaştığı pek ünlü bir çalışmadır.

Kircher, Antik Mısır’ın din, tanrı bilgisi (teozofi) ve felsefeye ilişkin öğelerini tek bir potada özümleyerek, yüzyıllar içindeki değişimle dağılmış olanları bir araya toplamaya çalışıyordu. Bu uğraşısının belki de en önemli yanı, Antik Mısır tanrılarını, “dört ayrı kürenin kesiştiği yerde görünmez bir tanrısal merkezden çıkan bir evrenin ortasındaki temel kozmos güçleri” olarak tanımlamasıydı. Bu betimlemedeki o küreler, düşünce, ahlâk, yıldızlı belgeler ve dünya idi. Ona göre, bunların her biri manevi bir düzeyi belirtiyordu. Ancak bunlar, yükselen ya da düşen güçlerin bitmek tükenmek bilmez hareketi sonucunda birbirleriyle birleşiyordu. İşte Kircher, bu güçleri tanrısal biçimler ile özdeşleştirerek, Hermetik düşüncenin yine canlanmasını sağlamıştı.

En üst düzeyde Amon, “gizli güçlerin sakladığı nedenlere ışık tutan öz”ü temsil ediyordu. Daha aşağı düzeylerde, yükselip alçalarak maddenin sürekli bir şekilde doğmasını sağlayan kozmik sıcaklık ile nem vardı. İsis’i temel düzeyde konumlandırması ise, “Agathadaemon” simgesel açılımını içinde koruyordu.

Mitin diğer açılımlarındaki Seth (Typhon), hem kötülük ile bağlantılı öğelerin karışımını simgeliyor hem de insanın bünyesindeki karışık zihin, kin, kıskançlık, iki yüzlülük gibi kusurları temsil ediyordu.

Kircher’in yaptığı betimlemede İsis, “natura panmorpha” yani doğanın kendisi olarak görülmekteydi. O, aynı zamanda ay idi ve toprağın, denizin, yıldızların hakimiydi. Verimli, bereketli doğa gücünün bütünleyicisiydi. Her iki gücün birleşmesi ise, Osiris ile oğulları Horus’ta belinginleşiyordu.

Kircher ile başlayan Hermetik dünya ve düşünülere karşı ilgi, onu izleyen Bernard de Montfaucon’un yapıtlarında, o dönemin rasyonalizm akımı karşısında önemini yitirdi. Montfeucon, 15 ciltlik dev ansiklopedisinde, hayranı olduğu Antik Yunan kültürünü Antik Mısır’ın önüne geçirmişti. Mısır mitolojisi ile ilgili ayrıntılar, okuyuculara âdeta basit bir inanç olarak sunuluyordu. Tüm Mısır sanatı korkunç ve tuhaf sıfatlarıyla nitelenerek anlatılıyordu. Hermetik öğretiler, belki de bu yapıtla tarihteki en büyük darbeyi aldı. Nitekim onu izleyen yazarlar da yapıtlarında aynı yolu tuttu.

Çağdaş yazarlar arasında Antik Mısır inançları hakkında bir diğer ilginç yapıtı Paul Ernst Jablonski verdi. Eski koptik kaynaklara dayanarak hazırladığı “Pantheon Aegyptiorum” adlı kitabında, aslında Mısırlıların tek bir tanrı ya da güce taptığını, bunun tufandan 300 yıl sonrasına kadar böyle sürdüğünü, daha sonra ise puta taparlığa ve boş inançlara kapıldıklarını anlattı. Ona göre, bu inanç sistemi daha sonra tüm Ortadoğu, Uzakdoğu ve Antik Yunan’a, sonra da Roma’ya yayılmıştı.

Jablonski’nin “nous” olarak adlandırdığı ilk ortaya çıkış, ilk madde, ilk oluşum, ortaya koyduğu teogoni yani tanrıların doğuşu sisteminin ana fikrini oluşturur. Jablonski, mitlerle ilgili kahramanları, dünya, evren ve gökler arasındaki fiziksel güçler, özdeksel ve göksel olgular olarak tanımlar.

Tüm bunlar böyle olunca, Hermetik geleneğin Batı’da -özellikle Avrupa’da- yarattığı etki ve izlenimlerin Rönesans akımından önce ve öncelikle Hıristiyanlığın filtresinden geçmiş olduğu da anlaşılıyor.

Dolayısıyla gerek Rönesans döneminde gerekse ondan sonra Hermetik geleneğin ancak Hıristiyanî bir tarzda aktarıldığını, üstelik bunun kesinlikle böyle olduğunun ileri sürüldüğünü, dolayısıyla Batı’daki ezoterik kurumların bile bu baskı ve yanıltmaca yöntemiyle etkilendiklerini söylemek yanılış olmasa gerektir.

Olan bitene böyle bakınca da şunu söylemek olanaklıdır: Gerçi Rönesans Batı’ya Doğu’dan geldi ama birlikte getirmiş olduğu Hermetik geleneği de kendine özgü kurallara bağlarken bozdu ve yozlaştırdı. Bu nedenle de Rönesans’ı Batı’da küçümsememekle birlikte genel ölçekte Hermetik geleneği asıl Doğu’da izlememizin daha doğru olacağı, Batı’nın yanıltıcı etkilerine kapılmamamız gerektiği anlaşılıyor.

Ancak Batı’nın bize sunmuş olduğu Doğu’ya oranla hayli geniş olanakların yanı sıra Doğu ile bağlantılı bilgilerimizin sınırlılığı altında bunu nasıl yapabiliriz; bilemiyorum. Bu bakımdan belki İslâm kültürü bize Hıristiyan kültüründen çok daha güçlü bir ışık tutabilir.




ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
8175 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2010, 08:39:41 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4007 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2010, 10:55:41 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
5070 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 04, 2010, 05:19:08 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
5466 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 05, 2010, 12:21:07 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4322 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 07, 2010, 09:35:08 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
6656 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 23, 2010, 11:55:29 öö
Gönderen: ceycet
1 Yanıt
4466 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 27, 2010, 01:01:05 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3723 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 28, 2010, 05:46:09 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3762 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 31, 2010, 06:23:23 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
5806 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 02, 2016, 09:12:01 ös
Gönderen: ruzber