Saat 04.57 hiçbir önemi yok düştüğüm zamansız boşluklarda bu üç dakikanın. Seni soluyorum şu an, anı yaşıyorum –sanki başka bir ihtimal varmış gibi-. Adın vardı önce senin, bir zamanlar benim de sahip olduğum, taşımaktan usanıp bir yerlerde bıraktığım... Silindim o gün, karşımdaydın, gözlerin, ellerin ve dudakların vardı, gerçektin. Bense sadece hiçliğin yanılsamadan ibaret bir varoluşa mahkum edilişiydim. Karşımdaydın işte konuşuyordun, benimse ağzım şekline bürünmüş hiçliğimden kendini inkar eden kelimeler dökülüyordu, üstelik bütün bunları kendime bunun benim sesim olmadığını kanıtlamaya çalışır bir sesle yapıyordum. Sen geldiğinde yoktum ben, hiçliğimi kabullenişimin üstünden binyıllar geçmiş ve zamanın her saniyesi beni hiçliğimle korkunç bir şiddetle bütünleştirmişti. Sen geldiğinde karanlığı tanıyordum ben, mezar taşını sırtında taşıyan bir ayyaştım, belki biraz duygulu, belki melodik, biraz sihirli belki. Ve geçmişin, hatıralarımın durağanlığına sığınmıştım. Bütün acılara rağmen geçmişim, değişmeyen, değişmeyecek ve bana asla ihanet etmeyecek tek varlığımdı, bütün hiçlikler gibi ben de ben de geçmişimin durağanlığını ele geçirivermiştim. Fırtınalarım yeni dinmişti, maceraperestlerden sağ kalanları yurtlarına geri getirirken yırtık yelkeniyle hırpani, atlattığı bütün belalarla mağrur. Sen geldiğinde, ateşten ve ölümden geçmiştim ben, gemilere has bir yurtsuzluğun yüksek mertebelerindeydim, sonsuzluklarca demirleyeceğim limanı bir daha hayal bile edemeyecek kadar bitaptım, muharebeler devam ederken kaçıp kendi seçtiği savaşlara katılan yarı deli, yarı dahi bir general diyorlardı benim için, kulağıma geliyordu...
Karanlıkça kuşatılmıştım oysa kendimden kaçmaya çalışırken, bildikleri gibi değildi, birey olmaktan ziyade bozguna uğramış bir gerilla topluluğuydum, üstelik birçoğum da ağır yaralıydı. Gecenin gecesiydim, öyle ki Lucifer'in uğursuz ışığı bile aydınlatamaz olmuştu, bir ışıksızdım, ışıksızların, gidişlerin ve terk edişlerin tanrısıydım, sen geldiğinde indim tekrar yeryüzüne... Sen geldin ve ben uzun zaman önce büyük parçalarımı ardımda bırakmak pahasına çekildiğim bütün savaşlara geri döndüm. Sen geldin ve ben tekrar giydim siyahlarımı senin için, parçalanıp evrenin sonsuzluklarında birer yıldız olan bütün parçalarını toplayıp birleştirdi senin için ruhum. Ve varoluşumla karşına çıktığımda b ü t ü n ç a t l a k l a r ı m d a n a n a r ş i s ı z d ı r ı y o r d u m...Dönmüştüm, her şey tedirgindi dönüşümden, senin için dönmem inanılacak şey değildi, senin için dönmüştüm ve tanımıyordum bile seni... Hatırlıyorum 2 kelime dökülmüştü seni ilk gördüğümde, sen hiç duymamıştın, aramızda titreşip duran sessizlik duvarını aşmaya tenezzül etmeyecek kadar aristokrattı kelimeler:
Amor Fate !
Şimdi şikayet ediyorsun, sana getirebilmek için kendini aramaya çıkan bir adamın, kendisini senin olduramayışından. İzin vermedi uzaklığın, kurtulmaya çalıştığım diğer "ben" izin vermedi, olmak istediğim ben'i ortadan kaldırmak istediğim ben'le arıyordum, izin vermedi hiçliğim, bütün gerçek dışılığımı inkar ederek seni gerçek sayıp geldiğim onca mesafe izin vermedi. Göstermedin sonra kuytularını ruhunun, suskun kalmaya yeminli büyük acılarını dillendiremedin, oysa ben bunun için gelmiştim, seni ait olduğun masala götürmek için kuşanmıştım tekrar siyahları, görmedin, gösteremedim...
Facebook'tan Alıntıdır.