Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. > Tarih
İstanbul'un Sarayları
(1/5) > >>
voyageur:
BÜYÜK SARAY

İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Sultanahmet Camisi'nin güneyinde, Hipodromdan Marmara Denizi’ne kadar uzanan 100.000 m2’lik alanı Bizans’ın Büyük Sarayı kaplamıştır. Burada birbirlerinden ayrı olarak Bukaleon, Hormistas, Mangan ve Dafne gibi küçük saraylar yaptırılmıştır.

Büyük Saray çeşitli yapılar, tören salonları, kiliseler, bahçeler ve oyun yerlerinden oluşan küçük bir şehir görünümünde idi. Bu saraya İmparatorun Evi, Saray, Mukaddes Saray, Bukaleon, Hipodrom Sarayı, Eski Saray ve Büyük Saray gibi isimler verilmiştir.

İstanbul’daki Bizans İmparatorluk sarayları ile ilgili bilgiler İmparator VI. Constantinos Porfirogennetos’un (913–959) Törenler isimli kitabından öğrenilmektedir. Bunun yanı sıra A.Mortmann, A.Dethier, J.Ebersolt, E.Maumbory, Th.Wiegand gibi araştırmacılar bu bilgilerin ışığı altında yaptıkları kısa süreli sondajlarla Büyük Saray’ı tanıtmaya çalışmışlardır.

İngiltere’nin Edinburg’taki St.Adrews Üniversitesi adına Dr.D.Russel’in mali ve ilmi yardımları ile 1933-1938 yıllarında Prof.Dr. J.H.Baxter’in burada yapmış olduğu kazılarda Büyük Saray’a ait mozaiklerin büyük çoğunluğu ortaya çıkmıştır. Alman mimarlarından G.Martiny kazı alanının planını çıkarmış ve bu çalışmaları yaparken de mozaiklerle karşılaşmıştır. Mozaiklerin ortaya çıkışı ile birlikte alan genişletilmiş ve bunun yanı sıra da mimari elemanlar, çanak çömlek parçaları da bulunmuştur. Çalışmalar 3.500 m2’lik sütunlu bir avluyu ortaya çıkarmıştır. Çevresi 6 m2’lik sütunlu geçitlerle çevrili olan bu avlunun güneydoğu kesiminde 25 m. uzunluğunda, 16.50 m. genişliğinde bir yapı ile bağlantılı olduğu da görülmüştür.

II. Dünya Savaşı nedeniyle kazı çalışmaları yarıda kalmış, ortaya çıkan mozaiklerin üzeri ince beton bir tabaka ile kapatılmıştır. Prof.Dr.D.Talbot Rice 1951-1954 yıllarında Büyük Saray mozaikleri üzerindeki çalışmaları yeniden başlatmış, mozaikler temizlenmiş ve yeni parçalar da bulunmuştur. Bu arada revaklı avlunun güneybatı, kuzeybatı bölümlerinde döşeme parçaları bulunmuştur. Ayrıca bugün müze olarak açılan kuzeydoğu bölümünde de 170 m.lik oldukça sağlam, iyi durumda bir mozaik döşeme ile karşılaşılmıştır. Burada bulunan mozaik döşemenin Bizans İmparatorluk atölyesinin eseri olduğu anlaşılmaktadır. Bu atölyelerde imparatorluğun dört bir yanından gelen sanatçılar çalıştırılmıştır.

Bizans İmparatorluk Sarayı’nın İstanbul’un arkeolojisine açıklık getirmesi yönünden büyük önemi vardır. Sarayın çevresinde Ayasofya, Aya İrini, Hipodrom, Sergios Bakkhos (Küçük Ayasofya) gibi yapılar bulunuyordu. Kuzeydoğudan güneybatıya doğru eğimli bir arazide kurulan bu saray kompleksi geniş teraslar ve duvarlarla desteklenmiş, saray da meydana getirilen bu alanın üzerinde kurulmuştur. Böylesine geniş bir alana yayılan sarayın doğusunda Magnaura ile Khalke bölümleri, güneybatısında muhafız alayı kışlaları ve diğer yan kuruluşlar yer alıyordu. Sarayın batısında İmparatorun kabul salonu ile günlük yaşantısını sürdürdüğü bölümler vardı.

İmparator I.Constantinius’un (306–337) başlattığı bu yapı topluluğu, onu izleyen imparatorların yaptırdığı ilavelerle daha da genişletilmiştir. I.Iustinianus (527-565), II.Iustinos (565-578), V.Constantinos (741-775), Teophilos (829-842), I.Basileios (867-886) ve VI. Leon’un (886-912) sarayın genişletilmesinde büyük katkıları olmuştur. Sarayın kuzeybatısında Hipodrom, Zevk Siopos Hamamları, güneybatı ve güneydoğusunda deniz, kuzeyinde Ayasofya, Senato Binası ile Augusteion Meydanı bulunuyordu.

Sarayın görkemli girişini I.Constantinius yaptırmıştır. Buradaki Khalke bölümünün altın yaldızlı kapısı ile Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre, ilginç bir kubbesi vardı. Daphe diye isimlendirilen oktogonal planlı yapının ortasında I.Constantinius’un salonu bulunuyordu. İmparatorun yabancı devlet elçilerini kabul ettiği Magnaura da yine bu dönemde yapılmıştır. II.Theodosius zamanında (408-450) saray alanındaki çalışmalar Marmara kıyılarına kadar yayılmıştı. Bu arada 409 yılında saray yakınlarında özel yapıların yapılması da yasaklanmıştı. Nika İhtilali sırasında, 532’de yakılan bu sarayı İmparator Iustinianus yeniden yaptırmıştır. Bu sırada Khalke kapısının içerisinde bulunan çeşitli heykeller, imparator tasvirleri ve mozaikler de bu bölümü çok daha zenginleştirmiştir.

Iustinianus’un saray topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi de Çatladıkapı’daki Hormistas veya Bukaleon Sarayı diye isimlendirilen bölümlerdir. Pek az kalıntının günümüze ulaşan bu bölümün de imparatorun tahta çıkmadan önce tahta çıkmadan önce yaşadığı mekânlar olduğu sanılmaktadır. Sarayın bu bölümleri XX. yüzyılın başında buradan geçirilen Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında yıkılmış ve büyük bir kısmı da çevredeki yeni yapılanmaların altında kalmıştır. Günümüzde sahil yolu üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın mahzeni ve görkemli kapısı görülebilmektedir.

Saray II.Iustinianus zamanında batıya doğru genişletilmiş ve buradaki yapılara son derece görkemli bir taht salonu eklenmiştir. Oktogonal görünüşlü, küçük kubbeli bu taht salonu bir bakıma İtalya’daki St.Vitale ile Sergios Bacus’a benziyordu. İçerisi tümü ile mozaiklerle kaplanmıştı. Buradan Hipodroma geçişi sağlayan Triklinos denilen geçit de yine bu dönemde yapılmıştır. Bunun ardından V.Constantinius Hıristiyanlığın kutsal eşyalarının korunduğu Meryem Kilisesini, I.Basileus da Yunan haçı planlı Hagios Demetrius Kilisesini, hapishaneyi ve Taykanisterion denilen oyun sahnesini yaptırmıştır. VII. Constantinius Porphyrogennetos döneminde (913–959) eski sarayın tümünü yeni baştan restore ettirmiştir.

Bizans imparatorlarının IV.-IX. Yüzyıllar arasında yaşadıkları Büyük Saray X. yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir. Komnenos sülalesinin imparatorları Ahırkapı ile Sarayburnu arasındaki Manganlar Sarayına ve Ayvansaray’daki Blakerna Sarayına önem vermişlerdir. Bu dönemde Büyük Saray yalnızca resmi toplantılara ayrılmıştır.

İstanbul’un Latin İstilası sırasında (1204–1261) kentin birçok yapıları gibi Büyük Saray’da yağmalanmış ve kısmen yıkılmıştır. İstanbul’u Latinlerden geri alan VII. Mikhael Palaiologos (1259–1282) Blakerna Sarayının onarımı tamamlanıncaya kadar Büyük Sarayda yaşamıştır. Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında Büyük Saray kendi haline bırakılmış, gereksinim duyuldukça yapı malzemeleri sökülmüş ve başka yerlerde kullanılmıştır.

İstanbul’un fethinden 30 yıl kadar önce buraya gelen Floransalı Buendelmonde Büyük Sarayın tamamen terk edildiğini ve bir taş yığını görünümünde olduğunu belirtmiştir.

İstanbul’un fethinden sonra Büyük Saray’ın bulunduğu alan, şehrin yeniden yapılması ile ele alınmıştır. Bunun sonucu olarak da sarayın kalıntıları çevrede yeni kurulan mahalleler arasında kalmıştır. XVII. yüzyılda Sultanahmet Camisi’nin arastası bu sarayın kalıntılarının üzerine yapılmıştır. Sultanahmet’teki 1865–1852 yıllarında çıkan yangınlar arasta ile birlikte Büyük Saray kalıntılarının daha da harap olmasına neden olmuştur.

Büyük Saray’a ait bazı kalıntıların olduğu yerde mozaiklerin ortaya çıkması üzerine bu bölüm “Mozaik Müzesi” ismi altında 3 Aralık 1953’te İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlı bir bölüm olarak ziyarete açılmıştır. Açılan bu müze 26 Eylül 1979’da Ayasofya Müzesi yönetimine bırakılmıştır. Günümüzde bu müzenin ismi “Büyük Saray Mozaikleri Müzesi” olarak değiştirilmiştir.
voyageur:
MANGANA SARAYI

İstanbul ili Eminönü ilçesi, Topkapı Sarayı ile Sarayburnu Değirmen Kapısı arasındaki yamaç ve alanlarda Bizans döneminde Mangana olarak isimlendirilen saray, savaş gereçlerinin depoları ve Ayios Yeryios Manastırı bulunuyordu.

Mangana Sarayı başlangıçta İmparator I.Mihael’in (811–813) IX. yüzyılda burada yaptırdığı bir köşk ve ona bağlı yapılardan oluşmuştur. İmparatorun oğlu İgnatios burada yaşarken İmparator I.Basileios (867–886) onu buradan çıkarmış ve patrik yapmıştır. Bundan sonra saray kendi haline terk edilmiştir. Bizans İmparatorları X.-XI. yüzyıllarda Büyük Sarayın yerine Mangana Sarayını tercih etmişlerdir. Bu arada Mangana Sarayı Bizans’ın gözden düşen saray mensuplarının hapsedildiği bir yer konumuna gelmiştir.

XII. yüzyıldan sonra, büyük olasılıkla II.İsakion Angelos (1185-1195) zamanında saray yıktırılmış ve taşları başka yerlerde kullanılmak üzere sökülmüştür. İstanbul’un fethinden sonra bazı kalıntılarının ayakta kaldığı kaynaklardan öğrenilmektedir. Tarihçi Dukas’ın yazdığına göre, fetihten sonra bu sarayın kalıntılarının olduğu yere dervişler yerleşmiş ve burası bir dergâha dönüşmüştür. Topkapı Sarayı’nın yapımı ile birlikte sarayın bulunduğu alan Sur-u Sultani ile çevrilmiş ve saray Topkapı Sarayı’nın sınırları içerisinde kalmıştır.

I.Dünya Savaşı’nda İstanbul’un işgalinde Fransız birlikleri sarayın bulunduğu yerdeki askeri depolara el koymuşlar, buradaki sarayın mahzenlerinden ve sarnıçlarından yararlanmışlardır. R.Demangel ve E.Mambory sarayın kalıntılarını incelemişler ve planlarını çizmişlerdir. Fransız işgal ordusunun 1923’te İstanbul’dan ayrılmasından sonra bu mahzen ve sarnıçlar kendi haline terk edilmiştir.

R.Demangel ve E.Mambory’nin Manganlar Sarayı ile ilgili verdikleri bilgilere göre; Mangana Sarayı’nın alt yapısına ait olduğu sanılan büyük bir mahzen ile askeri depolara kadar uzanan saray İncili Köşk’e kadar uzanıyordu. Buradaki 65x40 m. genişliğindeki dikdörtgen planlı bir mekân olup, içerisinde paye ve sütunlar bulunuyordu. Bu mekânın yanlarında da onları tamamlayan daha dar mekânların izlerine değinilmiştir. Bütün bu bölümlerin izleri kubbeli tonozlarla örtülmüştü.

Mangana Sarayı olarak tanımlanan bu yapının beş katlı olduğunu İmparator I.Aleksios’un kızı Anna Komnena yazmıştır. Onun söylediğine göre, sarayın son derece muhteşem bir görünümü vardı. Mangana Sarayı ile ilgili bunun dışında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.
voyageur:
TEKFUR SARAYI

İstanbul ili Fatih ilçesinde, Edirnekapı ile Eğrikapı arasında Bizans kara surlarına bitişik olan Tekfur Sarayı, Konstantin Sarayı, Porfirogennetos Sarayı isimleri ile tanınmıştır. Halk arasında bu saraya Tekir Sarayı ismi de yakıştırılmıştır.

Büyük Sarayın XII. Yüzyıldan sonra terk edilmesi ve yıkılmaya bırakılmasından sonra Tekfur Sarayı önem kazanmıştır. Saray eski sur duvarı ile Theodosios surları arasında üç katlı olarak kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmıştır. Sarayın alt katında ikiz olarak düzenlenmiş dört kemerle önündeki avluya açılan 17 m. uzunluğunda yüksek bir bodrumu bulunmaktadır. Bu bölümde yapılan araştırmalarda iki dizi halinde sütunların on iki bölüme ayrıldığı kalıntılarından anlaşılmaktadır. Üst katlarla bu bölüm arasındaki mimari uyumsuzluktan alt katın daha erken dönemde yapılmış bir yapıya ait olduğu anlaşılmaktadır. Bu bodrumun üzerindeki birinci kat avluya açılan kemerli pencerelerle aydınlatılmıştır. Büyük kemerler içerisinde olan bu pencerelerin iç tarafında, iki yanlarında nişler bulunmaktadır. Buradan bir rampa ile çıkıldığı sanılan 24.00x11.00 m. ölçüsündeki üst katın dört duvarına da pencereler açılmıştır. Ahşap döşemeli olduğu sanılan bu kat sarayın en görkemli bölümüdür. Bu bölümün doğu-güney köşesinde bulunan sura ait burcun üzerindeki mermer konsollar bir balkonun varlığına da işaret etmektedir. Nitekim bu balkon Piri Reis’in İstanbul minyatüründe de görülmektedir. Güneye bakan cephenin ortasında şahniş şeklinde bir çıkma bulunmaktadır. Aynı zamanda burada küçük bir şapele de yer verilmiştir.

Sarayın üst örtüsünün çifte meyilli ahşap bir çatı ile örtülü olduğu alınlıklarından anlaşılmaktadır.

Sarayın şehre yönelik güney cephesi bezemesiz kesme taştan yapılmıştır. Yalnızca üst kattaki pencerelerin kemerleri taş ve tuğladan süslemelerle hareketli bir görünüme sokulmuştur. Avluya yönelik cephe ise tuğla ile bezenmiştir. Böylece Tekfur Sarayı’nın asıl cephesinin avluya bakan cephe olduğu anlaşılmaktadır. Burada beyaz taş ve kırmızı tuğlalar bir arada kullanılmıştır. İki katı birbirinden ayıran friz ile kemer aralarındaki üçgen yüzeyler taş ve tuğlaların meydana getirdiği geometrik motifler şeklindedir. Kemerlerin etrafında küçük süs çömleklerinin harç içerisine yerleştirildiği de izlerden anlaşılmaktadır.

Tekfur Sarayı tek başına bir yapı olmayıp, sur boyunca uzanan bir saray topluluğunun bir bölümüdür. Nitekim bunun kuzeyinde 30–40 m. uzaklıkta bir başka pavyonun muntazam taş ve tuğla dizili cephe kalıntıları görülmektedir.

Tekfur Sarayı İstanbul’un fethinden sonra çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. XVI. yüzyıl Piri Reis İstanbul resminde, Melchior Lorichs’in İstanbul panoramasında da sarayın sağlam bir halde olduğu, üzerinin çift meyilli bir çatı ile örtülü olduğu resmedilmiştir. Ancak bu dönemde bu sarayın ne amaçla kullanıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır.

Tekfur Sarayının bulunduğu yerde İznik’ten getirilen ustalar 1718-1719’da çini yapım merkezi kurmuşlardır. Bu imalathanede yapılan çiniler Osmanlı çini sanatında Tekfur Sarayı Çinileri olarak tanınmıştır. Kalite olarak XVI. yüzyıl çinilerinden daha aşağı düzeydeki bu çiniler İstanbul’un çeşitli yerlerinde yapılan camilerde kullanılmıştır.

XIX. yüzyıl başlarında burada bir şişehane açılmış, daha sonra Musevilerin toplu olarak oturdukları mesken konumuna gelmiştir.

XX. yüzyılın başlarında dört duvarı ayakta olan Tekfur Sarayının yıkılmasını önlemek için avlu cephesini taşıyan sütunları demir dikmelerle desteklenmiştir. 1955–1970 yılları arasında yapılan onarımlarda bu demirlerin yerlerine mermer sütunlar konmuş ve duvarların yıkılması önlenmiştir.

Bu dönemde saray Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiş, Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’nün denetimine bırakılmıştır. Günümüzde Fatih Belediyesi’nin kontrolünde yeni düzenlemeler yapılmakta, yeni bir fonksiyon verilmeye çalışılmaktadır.
voyageur:
BRİAS SARAYI

İstanbul ili Maltepe ilçesi, Küçükyalı’da bulunan Brias Sarayı’nın ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bazı kaynaklar sarayın I.Tiberios Constantinos (578–582) ve Mavrikios (532–602) dönemlerinde 532 yılında yapıldığını belirtmişlerdir. Büyük olasılıkla o tarihlerde basit bir av köşkü olarak yapıldığı sanılmaktadır.

Sarayın yapımında o bölgede bulunan antik çağa ait bir mabedin taşlarından yararlanılmıştır. Sarayın yakınına sonraki yıllarda Satiros Manastırı yapılmıştır. Bu sarayın bulunduğu yerde İmparator Teofilos zamanında yapılmış üç nefli bir kilise olduğu da bilinmektedir.

Brias Sarayı’nın yerini Bizans sanat tarihçileri araştırmış, Maltepe’nin doğusunda, Dragos Tepesi’nde araştırmalar yapmışlardır. Küçükyalı’da bulunan kalıntıların Brias Sarayına ait olduğu sanılmaktadır. Ancak burada yeterli bir arkeolojik kazı yapılmamıştır.

Günümüze gelen kalıntılardan dikdörtgen planlı, içerisinde üç sıra halinde sütun dizisi bulunan bir avlu ile dört payenin taşıdığı üzeri tonozlu, kare bir bölümden olduğu sanılmaktadır. Bununla beraber saray ile ilgili bilgiler, bulunan kalıntının saraya ait olup, olmadığı konusu da kesinlik kazanamamıştır.
voyageur:
ESKİ SARAY

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlıların yapmış olduğu ilk saray Beyazıt’ta Süleymaniye ile Beyazıt Camisi arasında bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bazı bölümlerinin içerisinde bulunduğu alandadır. Araştırmacılar tarafından sarayın bulunduğu alanda bir manastır kalıntısının veya senatonun kalıntılarının bulunduğu iddia edilmiştir. Ancak bu iddialar yeterince aydınlatıcı değildir.

Osmanlı kaynaklarından Edirneli tarihçi Ruhi Edrenevi’nin belirttiğine göre sarayın mimarı, Edirne’de Üç Şerefeli Cami ile Edirne Sarayı’nı yapmış olan Musliheddin’dir.

Bizans tarihçisi Dukas Fatih Sultan Mehmet’in şehrin ortasında bir saray yaptırmak istediğini belirtmiştir. Sarayın yapımı 1458’de tamamlanmıştır. Bahçe içerisindeki sarayın iyi korunmuş bir harem dairesi ile padişah ve içoğlanlar için kasırlar, köşkler, idari yapılar ile vahşi hayvanların bulunduğu av sahalarından oluşmuştur.

Tarihçi Dukas saray bahçesinde I.Theodosios’un diktirmiş olduğu, spiral süslemeleri olan anıtsal bir sütundan da söz etmektedir. Bunun yanı sıra saray duvarlarının bir mil uzunluğunda olduğunu, duvarlarda dört adet kapı bulunduğunu da belirtmiştir. Bu sarayda içoğlanı olarak yaşamış Giovantonino Menavino, burada 25 yapının olduğunu, bahçesinde deve kuşlarının, tavus kuşlarının ve diğer egzotik kuşların dolaştığını yazmıştır. Bunun yanı sıra Eski Saray ve etrafını kuşatan bahçe duvarları 1479’da yapılmış Giovanni Andrea Vavassore’nin haritasında da görülmektedir. Ayrıca Matrakçı Nasuh’un Beyan-ı Menazil’indeki İstanbul tasvirinde şehir içerisindeki konumu açıkça belli olmaktadır.

Topkapı Sarayı yapıldıktan sonra İstanbul’un fethinden sonra yapılan bu ilk saray “Saray-ı Atik” ismini almıştır. Topkapı Sarayı’na da Saray-ı Cedid ismi verilmiştir.

Eski Sarayın yapımının bitiminden sonra, 1458’de Fatih Sultan Mehmet Topkapı Sarayı’nı yaptırmaya başlamıştır. Bazı iddialara göre de Topkapı Sarayı başlangıçta yalnızca devlet yönetimine ayrılmış olup, içerisinde harem dairesi bulunmuyordu. Topkapı Sarayı’nda harem dairesi Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520–1566) eşi Hürrem Sultan’ın padişahın yanında olmak istemesinden ötürü XVI. yüzyılın ortalarında yapılmıştır.

Eski Sarayda yaşayan kalabalık bir saray mensubu bulunuyordu. Eski Saray 1541 yılında yanınca burada yaşayan harem halkı Topkapı Sarayı’na taşınmıştır. Bundan sonra da Eski Saray gözden düşmüş, yaşlanmış, cariyelerin yanı sıra ölen padişahın annesi, kadınları ve kızları yaşamaya başlamıştır. Burada yaşayan Kadınefendi’lerin erkek çocuklarından birisi Osmanlı tahtına çıktığında burada yaşayan padişah annesi de Valide Sultan olarak Topkapı Sarayı’na dönerdi.

Eski Sarayın tasvirleri yeterli olmadığı gibi yazılı bilgiler de son derece sınırlıdır. Yalnızca Vavassore haritası ile Diliçh haritalarında avluya hâkim bir hünkâr dairesinin resmi görülmektedir. Evliya Çelebi ile Michel Baudier sarayın dört köşeli, 12 bin arşın uzunluğunda bir sur ile çevrili olduğunu belirtmiştir. Evliya Çelebi saray çevresinde yeniçeri ağası Lala Mustafa Paşa, Piri Mehmet Paşa ve Esma Sultan saraylarının bulunduğuna da değinmiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:

”…Burçsuz, duvarsız, dişsiz, kalesiz ve hendeksiz bir surdur. Ama gayet sağlam yapılıp bütün duvar üzeri mavi kurşun ile örtülüdür. O zamanlar çepeçevre ölçüsü 12 bin arşın idi. Dört köşeli bir binadır. Bir tarafı Sultan Beyazıt Kazancıları köşesinden Misk-i Sabunu Kapısına kadar, bir köşesi Talak Mustafa Paşa Kapısında son bulurdu. Oradan bir tarafı Küçükpazar Seddi ve sarnıcı üzere bitmişti. Halen Yeniçeri Ağası sarayı ve Siyavuş Paşa sarayının yeri, meskür eski saray yerinde idi. Bir köşesi tâ Tahtakale üstündeki sedden geçip yine kazancı tüccarları köşesine gelinceye kadar muazzam bir saray yaptırmıştır. Daha sonra Sultan Süleyman bu eski sarayı 3 mil kuşatır bir saray yapıp, 3 kapı koydu. Divan Kapısı doğuya, Beyazıt Kapısı güneye, Süleymaniye Kapısı batıya bakar. Bu sarayın dışında Süleyman Han, Belgrat ve Malta ve Rodos fethi malından Süleymaniye Camisini yaptı ve medreseler ve darülhadis, darülkurra, ebced okuyan çocuklar okulu ve bir sultan çarşısı, düğmeci ve kuyumcular çarşısı yaptırdı. Mahbul Siyavuş Paşa’ya bir muazzam saray ve yeniçeri ağalarına mahsus bir eski saray ve Lala Mustafa Paşa için ve Karamanlı Piri Mehmet Paşa için birer saray ve Gebze’de cami sahibi Mustafa Paşa’ya ve kızı İsmihan Sultan’a da birer saray ve cami hizmetlileri için bir tane oda yaptırıp eski sarayın dört tarafını umumi yollarla çevirtti. Halen hiçbir tarafa bitişiği olmayan muazzam bir saraydır. Yukarıda yazılan vezirler sarayları ve imaretler tamamen bu eski sarayın bulunduğu yere yaptırılmıştır.”

Eski Sarayın surları üzerinde kule olmaması dikkati çekmektedir. Saray 1550 ve 1517 yıllarında yanmış, yeniden yaptırılmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da kaldırılması ile Eski Saray Bab-ı Seraskeri’ye tahsis edilmiştir. Burada yaşayan kadınlar ise Topkapı Sarayı ile Eyüp’teki Çifte Saraylar’a götürülmüşlerdir.
Navigasyon
Mesajlar
Sonraki Sayfa

Tam sürüme git