Adoniram düzeçten şakûle geçmekten söz ederken, bunu somut bir süreç için söylüyormuş meğer… İç bölmedeki o kocaman küptaşın altında bir boşluk varmış; bu önce kuyu gibi diklemesine derine iniyor, sonra bir tünele bağlanıyormuş. Tünelin sonunda bir gizli bölme bulunuyormuş ama oraya ulaşabilmek öyle her içeri girenin başarabileceği bir iş değilmiş çünkü ayrı ayrı kollara bölünüyormuş. Bu kollardan bazısı çıkmazmış ama bazısı da insan içine bir kez daldı mı bir daha kurtulamayacağı bir lâbirent gibiymiş. Bir de havalandırma kanalları varmış tapınağın çeşitli noktalarına bağlanan.
Adoniram, oraya gireceğimizi, diğer ayrıntıları sonra, samanı geldiğinde anlatıp göstereceğini söyledi. «Ancak oraya girebilmemiz için önce bu taşı yana itmemiz, kuyunun ağzını açmamız gerekli.» dedi.
Demek ki o “derine inmek” sözü bu anlama geliyordu.
Bu küptaş buraya salt beden gücüyle değil, bir araç-gereç kullanılarak getirilip konmuş olsa gerekti. Başka türlüsü düşünülemezdi. Yerinden kaldırılması olanaksız gibi görünüyordu. Her bir kenarı 6 arşın kadardı demiştim ya, varın ağırlığını siz hesaplayın artık.
Verilen buyruğa uyarak, yerinden oynatmayı denedik. Altımız birden tek bir yönden yüklenerek itmeye giriştik; kımıldatamadık bile... Bunun üzerine öteki yönden, bir diğer yönden denedik; boşuna!
Belki de altında önce açılması gereken bir kilit düzeneği vardı. Ona bakınmaya giriştik. Beniyah bu gibi işlerin uzmanıydı; en basitinden kubbelerde, kaymayı önleyici uygulamalar yaparlardı. Fakat o da baktı, baktı, bizim gördüğümüzden başka bir şey göremedi. «Biraz kaldırmayı denesek.» dedi, «Belli ki altından kilitli ya da dışarıdan tam bir küp gibi görünüyorsa da altta birtakım dişler ya da girinti çıkıntılar var.»
Adoniram az öteye çekilmiş, kollarını kavuşturmuş, bizi gülümseyerek izliyordu. Beniyah ortaya böyle bir görüş atınca «Mantıklı» dedi, «Bakalım o mantık ile bir yere varabilecek misiniz? Size yardımcı olayım.»
Yine iç bölmenin ötesine doğru gitti. Meğer oraya önceden kocaman iki levye bırakmış. Alıp getirdi. «Bunlar işinizi görür mü? Yeter mi?»
Levyeyi zemin ile taşın arasına sokuşturmanın olanağı yok gibiydi. Bunun için taşı oynatmak gerekiyordu ki, işte onu hiç kıpırdatamıyorduk. Kanırtmaya uğraştık, o da olmadı. Pes ettik.
“Bir de çekiçle keski olsa da, levyeli sokuşturabilmek için alt kenarını azıcık örselesek kıyamet mi kopar?” diye düşünmekten alamadım kendimi.
Kıyamet kopmasa bile herhalde Adoniram buna izin vermezdi. Kaldı ki tüm bunlara gerek olmadığı da apaçık ortadaydı. Bir başka iş vardı bu işin içinde; bir püf noktası. Belli ki Adoniram bizi sınava çekiyordu.
Sonunda, «Peki, bu kadarı yeter» dedi, «Zaten yapamayacağınızı biliyordum ama hiç olmazsa denemenizi istedim. Bakın, belki şimdi size söyleyeceklerimi daha önce başka birinden işitmiş olabilirsiniz ama bir kez de benden dinleyin: Yapılamayacak yani yapılması olanaksız bir işi ille de yapmak ya da aslında yapılabilir olsa da nasıl yapılacağını bilmediği bir işi kendi bildiği yöntemle yapmak için çabalamak ancak akılsızlara düşer. Oysa siz hiç de akılsız değilsiniz; öyle olsaydı bugün burada bulunmazdınız. Önce yapılacak işin ne olduğunu iyice anlamak, sonra da nasıl yapılacağını bilmek gerekir. Siz işin ne olduğunu anladınız ama nasıl yapılacağını bilmiyorsunuz. Her birbirine benzer gibi görünen iş, aynı yöntemle yapılamayabilir. Ağır gibi görünen her işi yapmak için de salt beden gücü yetmeyebilir. Çoğu zaman zihin gücü ve nasıl yapılması gerektiğine ilişkin bilgi, beden gücünü aşar ve olanaksız gibi görüneni olanaklı kılar. Fakat zihin gücü ve o sayede gerçekleştirilmiş aletler de yetersiz kalabilir. Şunu hiç unutmayın: Bilgi ile yeterince donanmamış zihinler de dönüp dolaşıp ancak beden gücüne sarılır. Gerektiğince donanmış olanlar ise yapılacak o iş için gerekli asıl gücün nerede olduğunu ve nasıl kullanılacağını bilir.»
Her birlikte arkasına doğru geçmemizi, dikkatle kendisini izlememizi söyledi.
Ne yani?... Altı kişinin itemediği bir taşı tek başına mı itecekti?
Offf!... Hep yanılıyordum.
Ne demişti? “Gerekli asıl gücün nerede olduğu ve nasıl kullanılacağı.”
Taşa yaklaştı; dizlerini büküp göğsünü geriye doğru alarak şöyle bir yaylandı, sağ elinin ayasını taşın yan yüzeylerinden birinin üzerine yasladı, sol koluyla kendini dengeledi ve ileriye doğru şöyle bir itekledi.
Koskoca taş, sağdan sola doğru bir kavis çizerek dönüverdi.
Gözlerime inanamadım. Bu nasıl bir iş, nasıl bir gizli bilginin uygulanmaya konuşuydu? Bir büyü ya da sihir falan mı vardı bu işin içinde? Yoksa Adoniram birtakım doğaüstü güçlerle mi donanmıştı?
Hayır. Burada, bilmediğimiz bir teknik uygulanmıştı o kadar. İşin püf noktası da oydu işte.
Adoniram şöyle bir açıklama yaptı: «Bu taşın yerinden oynatılabilmesi için çok özel bir düzenek yerleştirildi. Öteki köşenin altındaki şaftın çevresinde döner. Ancak bunu için de sadece belli bir yüzünden, belli bir noktasında ve belli bir açıyla itilmesi gerekir ki, kayarak açılsın.»
Şimdi taşın berisinde, önceki yerinin altında kapkara bir delik görünüyordu; Adoniram’ın sözünü ettiği tünele uzanan kuyu gibi oyuğun ağzı.
Adoniram bu kez taşın öteki yanına dolandı; iterek eski durumuna getirdi.
«Haydi bakalım, şimdi sıra sizde.» dedi, «Ancak dikkat: Şöyle kendinizi geriye doğru alıp yaylanmanız gerek, yoksa taşı kaydırınca onunla birlikte ileri gider, aşağıya yuvarlanırsınız.»
Bunun üzerine sırayla Adoniram’ın yaptığını yapmayı denedik. Hiçbirimiz beceremedi. Dedikleri doğruydu ama dahası da var: “Bir işin nasıl yapılacağını bilmek ile onu yapabilmek aynı şey değildir. Bilgi gereklidir ama yetmez; beceri de olmalıdır.
Bunun üzerine Adoniram önce kendisi bir kez daha açıp kapattı taşı; bunu yaparken bize neresinden ve nasıl itmek gerektiğini daha belirgin olarak gösterdi. Onun yardımıyla ve birkaç kez deneyince öğrendik.
Bu deneyimden sonra, önceki düşüncemi yadsımasam bile geliştirdim: Becerinin de yetişmeyebileceğini anlamış oldum. İnsan önce yapabileceğine inanmalı, kendine güvenmeli, sonra da yapmaya girişmeli. Başaramayacak olursa hemen karamsarlığa düşmemeli, umudunu yitirmemeli ve yapabilene kadar denemelerini sürdürmeli.
Bilimsel nitelikli bilgi de insanı yanıltabilir. Çünkü bilimsel yöntemle sağlanır. Bilimsel bilgiyi edinmenin temel öğelerinden biri deneydir. Bir doğa yasası öyle birkaç uygulamayla ya da sınırlı sayıda veri toplayıp oluşturulamaz. Böylece ancak sonraki bilimsel araştırmalara basamak olacak bir varsayım kurulabilir. O varsayım ise, doğru olabileceği gibi çok yanlış da çıkabilir.
Yaşamda elde edilen her veri, bir diğer deyişle bilgi kırpıntısı doğaya uyarlanarak sınanır. Böylece tam gerçeğin doğrultusunda, bütünlenmemiş göreli gerçeklere varılır. Bununla da yetinilmez; edinilen bilginin doğruluğunu hangi koşullar altında koruduğu sürekli olarak izlenir. Hiçbir zaman kesin, son ve değişmez olarak nitelenmez, nitelenemez çünkü koşullar değişirse sonuç değişebilir.
Kesin, son ve değişmez olarak nitelenen her şey dogmadır.
Tüm bunları sanki kısa süre içinde oluvermiş gibi anlattım ama aslında çok uzun zaman aldı. Neden sonra tapınağın iç avlusuna çıktığımızda akşamı bulmuş olduğumuzu fark ettik.
Bedensel bir iş yapmamış ama yorulmuştuk. Lâhdin küp taşın üzerinden kaldırılıp yere indirilmesi hiç sayılırdı. Asıl zihinlerimiz yorulmuş, kafamız karmakarışık olmuştu.
Adoniram şimdi gidip iyice dinlenmemizi, sabah erkenden burada olmamızı söyledi.
Ustaların toplantılarını yaptığı bölmenin yolunun tuttuk. Dinlenmeye çekildik.
Orada bizim için bırakılmış yiyecekler vardı. Acıkmıştık. Bir yandan karnımızı doyururken diğer yandan neler konuştuğumuzu hiç sormayın.
Aslında tahmin etmeniz de zor değil.