Adoniram, seçmiş olduğu dört usta için hepsinin olağan çalışma saatlerinin dışında bir eğitim programı düzenledi ve onlara mimarlık sanatı üzerine özel bilgiler verdi. Bunu elbette Kral Süleyman’ın da onayı ile yapmıştı; öteki türlü olmazdı. İznini almak üzere kralın yanına gittiğinde, Süleyman’ın başrahibi Zadok da oradaydı ve bu konuyla yakından ilgilenerek, izleme dileğinde bulundu. Adoniram ona ne diyebilirdi ki…
Nitekim Zadok bu eğitimi diğer dört usta ile birlikte baştan sona hiçbir aşamasını kaçırmadan izledi. Bunun kendisine çok yararlı olduğunu söyleyip duruyordu.
Bu eğitimin kapsamındaki en önemli aşamalardan biri “Mimarlığın Beş Temel İlkesi” olmuştu. Adoniram bunları “kullanışlılık”, “rahatlık”, “yeterlik”, “sağlamlık” ve “estetik” olarak belirtmişti.
Kullanışlılık neye bağlıdır, nasıl sağlanır?... Bunun için bilimden ve deneyimlerden yararlanıp, bilimsel yöntemi kullanmak gerekir.
Rahatlık göreli bir kavramdır ama ölçüsü nedir?... Buna “akıl” yoluyla varılır.
Yeterlik nasıl belirlenir?... Bunun anlamı aşırıya kaçılmamasıdır. Demek ki bu da bilgi ve erdemi bir arada kullanmakla yani bilgelik ile ortaya çıkar.
Sağlamlık, yapının dış etkenlere karşı dayanıklı olması demektir. Şu halde bunu gerçekleştirecek olan da gücün doğru kullanımıdır.
Estetik görelidir. Fakat hangi görüş açısından olursa olsun güzelliği yansıtır.
Eğer bir yapı gücün aşırı ölçüde kullanımıyla gereksiz düzeyde sağlam olursa, ona estetik kazandırılamaz, güzellik sağlanamaz. Buna karşılık, çok güzel olması için estetik aşırı düzeyde öncelikli tutulursa, bu kez yeterince sağlam olması zorlaşır. Demek ki bu iki etkenin arasında denge kurulmalıdır.
Üstelik bu sadece bir yapı için de söz konusu olmamalıdır. Yapı burada bir simge olarak da alınabilir. Bu ilke, yaşamın her alanında geçerli tutulmalıdır. İnsan, yaşamında hep güç ile güzelliği dengeli tutmayı, ölçülü olmayı bilmelidir.
İyi bir iş yapmak, onu kullanışlı, rahat, yeterli, sağlam ve estetik niteliklerle donatabilmek için beceri yeterli değildir. Bunun için ayrıca bilgili olmak da gerekir.
Üstün düzeyde bir toplum düzeninin sağlam temellere oturtulabilmesi için, özdeki tüm ilkelerin çok iyi incelenmesi ve kavranması gereklidir.
Bireysel edinim hakkı ile bu hakkı sağlamak için harcanan emek, özgürlükle bağdaştırılmak suretiyle yaşatılmalıdır. Sosyal uygarlığın evrimsel doğrultuda gelişim elde etmesi ancak böylece, bu ortam içinde, bireylerin yetenekleri uyarınca bilinçli bir iş birliği ve görev bölümü yapmalarıyla sağlanabilir.
Üstün düzeyde hatta “ideal” olarak nitelenebilecek bir toplum düzeni peşinde koşuluyorsa, bunun gerçekleştirilebilmesi için, öncelikle iyi ve üstün nitelikli bir öndere gereksinme vardır.
Ancak öyle bir önderin bulunmayışı, düşlenen ya da tasarımlanan düzenin gerçekleştirilemeyeceği anlamına gelmez. Karamsarlığa kapılmamak gerekir. Bireyler arasında sağlanacak uyumlu bir dayanışma ve güç birliği, yetki ve sorumlulukların bilinçlice paylaşılacağı işlevsel bir eş güdüm, öyle bir önderin başarması beklenen yapıtın gerçekleştirilmesini sağlayabilir.
Dolayısıyla insan, kendisini yüceltecek varsayımsal bir önderi boşuna bekleyip duracağına, çalışarak bireysel niteliklerini geliştirmeye bakmalı, bu gelişkin niteliklerini diğer kişilerin bireysel nitelikleriyle de besleyip bağdaştırarak evrimsel doğrultudaki ilerlemeyi topluca sağlamaya yönelmelidir. Gerekirse, çevresindekiler de ona güveniyor ve güvenlerini gösteriyorsa, önder olmaya da hazırlanabilir.
Bir toplumun önderi, o toplumun içinden çıkmalıdır. Çünkü başka bir toplumdan gelen bir önder, o toplumu tanımak, kendine özgü niteliklerini kavramak için zaman yitirir hatta bunlara tümüyle ulaşamayabilir. Bu yüzden de kendini bir önder olarak topluma benimsettirmekte zorluk çeker.
Bilginin önemi ve geliştirilmesinin gereği açıkça bellidir. Bunun için bireyin düşüncede ve inançta kesinlikle özgür olması gerekir.
Ancak bireye düşüncede ve inançta özgür olmak yetmez. Birey, bunların yanı sıra nesnel özgürlükleri yani tutum ve davranışlarında da serbest olabilmeyi arar. Elbette bu özgürlükler, başkalarının aynı özgürlükleri ile sınırlı olacak, birey kendisine eşdeğer hakları başkalarına da tanıyacaktır.
Birey bu kadarla da kalmaz. Edinim hakkına da sahip olmak ister. Toplumda bunu ondan esirgememek gerekir. Çünkü birey nesnel özgürlüklerine ve kendi malı olacak nesneleri edinme hakkına sahip olmazsa, içinde kalacak olan bu bastırılmış istemler nedeniyle kendini toplumun yararına yapılacak çalışmalara gerektiği gibi veremez.
İnsan bireysel olarak mutlu olmalıdır ki, başkalarının mutluluğu uğruna da çalışabilsin.
Ancak, edinimin ölçüsüne ve nesnel özgürlüklerin kullanımına da çok dikkat edilmelidir. Hiç kimse başkalarına oranla aşırı düzeyde zengin olmamalıdır. Hiç kimse nesnel özgürlüklerini sınırsızca kullanmamalıdır. Toplum içinde bir üstünlüğü ya da ayrıcalığı olan kişi, önce bunu hak etmiş olmalı, sonra kendisini ve yakınlarını düşünmekle kalmamalı, yoksulları ve desteğe gereksinmesi olanları da gözetmelidir. Öyle olmazsa, saygınlığını yitirmesi bir yana dursun, toplumda bir patlama doğmasına yol açar.
Adoniram’ın önderliğinde dört usta, bir yandan Mimarlık üzerinde Zadok’un da katılımıyla bilgi alırken, diğer yandan tapınağın iç bölmesinin bitirilmesi için çalışmayı sürdürdüler; tam yedi ay…Gerek tapınağın iç bölmesinin ayrıntılarını gerekse Adoniram’ın özel olarak planlamış olduğu işleri, uyumlu bir iş bölümü ve düzenli bir çalışma ile yürüttüler. Bir günün sonunda Adoniram «Tamam. Bitti.» diyene kadar.
Ancak Yoapert’in kafasına bir de gizli bölmenin güvenliği takılmıştı. İçi rahat değildi. Gerçi öyle bir yer bulunduğunu pek kimse bilmezdi; bilse de oraya ulaşabilmesi pek zordu hatta bunun için önce iç bölmedeki küptaşın yerinden nasıl oynatılacağını bilmesi gerekirdi. Bunu da sadece Adoniram ile onlar, ayrıca daha önce onlarla birlikte olan diğer seçilmiş iki usta biliyordu. Belki başka bilenler de vardı ama Yoapert’in bildiği bu kadardı. Yoapert’in tanıdıklarının ağız sıkılığından kuşku duyulamazdı. Tıpkı Mimar Hiram Usta gibi onlar da ser verir sır vermezdi. Ancak ya başkaları da biliyorsa!... Şimdi buradan çıkıp gidecekler, belki bir daha hiç gelmeyeceklerdi. Başkaları da varsa acaba onlara ne denli güvenilebilirdi. Daha sıkı önlemler alamazlar mıydı?
Yoapert bu tasasını Adoniram’a açtığında, «Haklı olabilirsin ama başka ne yapabiliriz ki?... Somut bir öneri getirebilir misin?» dedi.
Daha fazla güvenlik sağlayacak somut bir öneri...
O anda olacak şey değildi bu. Ancak Yoapert bunun üzerinde düşünmeye, kafa yormaya karar verdi.