Merdiven hazırdı.
Ertesi sabah onu kuyunun içine indirdiler. Ayrıca basamak olarak kullanmak üzere birkaç biçimli iri taş seçip onları da attılar aşağıya.
İçlerinden biri yine kuyuya sarkarak inip, taşları üste koyarak istiflemeye girişti. Ancak bu işi tek başına beceremeyince öteki genç de indi. Merdiveni bu istife dayamışlar. Böylece yaşlı önderlerinin daha kolay inmesini de sağlamış oldular. Sonra merdiveni bu kez kuyunun yüzeyindeki oyuğa ulaşabilecek biçimde yerleştirip oraya tırmandılar.
Yanlarına önceden almış oldukları meşaleleri çakmak taşı ile yakıp teker teker oyuğun içine girdiler. Art arda biraz sürünerek ilerledikten sonra, eğilerek yürüyebilecekleri bir dehlize vardılar. Bundan sonra döne dolaşa, genellikle hep aşağıya doğru inerek hayli ilerlediler. Dehliz giderek daralıyordu. Bir süre daha sürünerek ilerledikten sonra, bir başka dehlizin üstüne vardıklarını anladılar.
Hava çok ağırlaşmıştı. Onun için meşalelerden ikisini söndürüp sadece bir tekiyle yetinmeye çalıştılar. Alttaki dehlize sarkarak indiklerinde, bunun iki yöne doğru uzandığını gördüler.
İçlerinden biri meşaleyi alarak yukarıya doğru ilerledi. Kısa bir süre sonra döndü, o yönün çıkmaz olduğunu, hiç bir yere varmadığını söyledi. Bu kez bir diğeri meşaleyi alıp aşağıya doğru ilerledi. İniş biraz dik ve zor olduğu için, arkadakiler önden gideni yanlarında taşıdıkları deve koşumlarıyla bağlayıp güvenliği için tutmak zorunda kaldı. Sonuncusu ise, çaresiz, yuvarlanarak ötekilerin üzerine gitti.
Bir süre sonra dehliz düzleşti. Bundan sonra ilerlemek daha kolay oldu. Epeyce gittikten sonra artık ayakta durulabilecek kadar yüksek bir sahanlığa vardılar. Bu noktada dehlizin bir demir kapı ile son bulduğunu gördüler.
Önderleri kapıyı şöyle bir yokladı. «Buraya kadar. Herhalde bu kapı buraya boşuna konulmadı ama bunu ne açabiliriz ne de kırabiliriz. Geri dönmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.» dedi.
Gençlerden biri kapının üzerinde birtakım şekiller bulunduğunu keşfetti. Bunların ne olabileceğini sordu.
Önderleri iyice yaklaşıp meşaleyi kapının üzerine doğru tuttu. Oradaki kabartma şekilleri inceledi. Orada bir çember oluşturur biçimde 22 nokta, bunların ortasında “bir yuvarlak ile iki çapraz hattın birleşim noktasına yerleştirilmiş taç” gibi bir figür vardı.
Uzun uzun ve mırıldanır gibi sesli düşündü: «En ortada bir simge var. Bunun çevresinde yirmi iki nokta. Niçin yirmi iki?... İbrani alfabesinde de yirmi iki harf vardır. Şu halde bu yirmi iki nokta yirmi iki harfin karşılığı olabilir. Öyleyse bu ne demek olur?... Söz!... Bilmeyen sadece bakar ve konuşur. Bilen ise okur, dinler, anlar ve anlatır. Peki, ya bu figür nedir?... Taç!... Yani egemenlik!... Peki. Fakat bir çember ile iki çaprazın ortasına oturmuş. Bu ne olabilir?... Dünya yani yeryüzü. Bunların hepsini birden düşünürsek ne oldu?... Dünyadaki egemenlik. Eğer egemenlik iyi ve doğru sözün anlattığı ile bütünleşirse değer kazanır. Bilmezler için ise dünya malına özdeştir. Şu halde bu “Malkut” ile eş anlama gelir. Öyle olmalı»
Önderleri böyle söylenip dururken genç gezginler onu daha iyi duyabilmek için iyice yaklaşmıştı. Önderleri onların ne dediğini merak etmiş olduklarını anlayarak şöyle dedi: «Bakın şimdi!... Yirmi iki harfi birleştirip anlayan evrene açılır. Evren de ona tüm gizemlerini bir biri ardınca açıp gösterir. Fakat sözün ne olduğunu anlamayan kişi bu dünyada, salt maddi egemenliğiyle baş başa kalır. Oysa evrenin bütünü bakımından yani göreli olarak dünya sadece bir başlangıçtır. Malkut da sadece başlama noktasıdır.»
Gençlerden biri «Hiçbir şey anlamadım. O dediğin ne demek oluyor?» diye sorarken, bir yandan da sanki daha iyi anlamak istermiş gibi eliyle kapının üstündeki figürün hatlarını izlemeye çalıştı. Aynı anda diğer genç gezgin kapıya yaslanarak duruyordu. Birdenbire mekanik bir ses çıktı; az önce açılamazmış gibi görünen kapı aralanıverdi.
Öyle heyecanlandılar ki, genç gezginin az önceki sorusunu unuttular gitti.
İtince kapı iyice açıldı. Dehliz devam ediyordu. Ancak az ileride, az öncekine benzer bir demir kapı daha vardı.
İlk kapıya yaslanıp açılmasına neden olan genç gezgin bu ikinci kapıya doğru hızla ilerleyince, önderleri telâşla haykırdı: «Dur!... Sakın dokunma.»
Geriye dönerek, meşaleyi az önce bir rastlantıyla açmış oldukları demir kapının bir de arka yüzüne tuttu. Baktı, baktı… Sonra ötekine, «Burada dur ve bu kapıyı sıkıca tut. Çok dikkat et; sakın kapanmasın.» dedi. Öne geçti; meşaleyi alıp ikinci kapıyı yukarıdan aşağıya iyice inceledi.
Bu kapının üzerinde, her birinin içinde ayrı figürler olan birçok yuvarlak oyuk ile dağınık bir şekilde ama sanki birer hat oluşturur gibi kabartma noktalar görünüyordu. En alttaki oyuğun içinde görülen figür, açmış oldukları kapının üstündekine benziyordu; diğerleri farklıydı.
Gezginlerin önderi oyukları ve kabartma noktaların oluşturduğu hatları ayrı ayrı saydı. Nasıl yerleştirilmiş olduklarını inceledi. Sonra, «Evet, şimdi çok daha iyi anlaşılıyor ve her şey yerli yerine oturuyor.» diye söylendi.
Önce en alttaki kabartmaya sıkıca bastırdı. Hiçbir şey olmadı.
Kendi kendine söylenmeyi sürdürdü: «Elbette… Onu geçtik ya… Dünyanın ötesinde ne var?... Uzay… Oraya açılan bir kapı, bir ilk nokta olmalı. Nedir o? Ay!... Karşılığı?... Temel yani “Yesod” olsa gerek.»
Elini özenle en alttan ikinci sırada yer alan “ay” biçimindeki figürün üzerinde gezdirip bastırdı.
Yine mekanik bir ses duyuldu ama işte o kadar. Kapıyı hafifçe itti. Hayır, açılacak gibi değildi.
Bir an yanlış bir iş yapıp yapmadığını düşündü. Aşağıya doğru baktı. Orada kapının sağ yanına doğru kocaman bir delik vardı. Serçe parmağını deliğin içine yavaşça sokup şöyle bir yokladı. Umutsuz…
Döndü; kapının üzerindeki kabartmaları bir daha, bir daha inceledi. Sonunda, «Sanırım ne olduğunu anladım ama bu iş böyle yürümeyecek. Kafamı toplamam, düşünmem gerek. Bunu burada yapamam. Şimdilik buradan çıkıp dönsek daha iyi olacak. Dışarıda size olan biteni anlatırım. Aklınız keserse, sonra yine geliriz.» dedi.
Gençlerden biri «Bu kapıyı da açmayı deneyemez miyiz? Az önce bir ses çıktı.» deyince, «Deneyebiliriz ama bunu şimdi yapmasak çok daha iyi olur. Buradan çıkalım, anlatayım. Sözümü dinleyin, sakın dokunmayın. Gidelim, düşünelim, bulalım. Yanlış bir şey yaparsak bir daha hiç açılmamak üzere kilitlenebilir.»
Genç direndi: «Yine geleceğiz ama… Değil mi?»
«Madem buraya kadar geldik, madem bu kapıyı keşfettik. İsterseniz yine gelir ötesini de görmeyi deneriz.» diye yanıtladı, «Fakat şimdi, şu anda yapabileceğimiz başka bir şey yok.»
Elinde meşaleyle birlikte gençlerin yanından geçip gerisin geriye, dehlize doğru yürümeye koyuldu.
Geride bıraktığı genç gezgin «Bu kapıyı kapatayım mı, yoksa kalsın mı?» diye seslenince, «Fark etmez.» diye yanıtladı, « Kapansa da onu sonra yine açarız.»
Nitekim genç gezgin sıkıca tutmakta olduğu kapıyı bıraktığında, karanlıkta oluşlarına karşın kendi ağırlığı ile yavaşça kapandığını fark etti.
Önderlerinin peşine takılıp dönüşe geçtiler.
Dışarıya çıkmak üzere dönerken çektikleri en büyük zorluk, tünelin tavanına yakın bir yerdeki oyuktan buraya girdikleri önceki dehlize geçmek oldu. Oradan girerken sonra nasıl çıkacaklarını hiç düşünmemişlerdi. Eğer biri buraya tek başına gelmiş olsaydı, dönüş şansı yoktu. Bunun için önce gençler sırayla önderlerinin sırtına çıkıp oyuğa tırmandı; sonra onu yukarı çektiler.
Kuyuya vardıklarında çoktan gece olduğunu, karanlık bastığını gördüler. Dehlizin içinde o kadar da çok mu kalmışlardı!
Üçü de yorgunluktan bitkin haldeydi. Yukarıya tırmanmadan önce kuyunun içinde bir süre dinlendiler.
İşte ancak o zaman çok susadıklarının farkına vardılar. Bu işin bu kadar uzun süreceğini hiç düşünmemiş, yanlarına su almamışlardı. Bir sonraki sefere daha önlemli olmalıydılar.
Çıkınca da hiçbir şey konuşamadılar. Susuzluklarını giderdikten sonra birer köşeye çekilip uyuya kaldılar.