Yetkin ustaların, gereğini yapmak üzere “gizli bölme”ye girmeye ilişkin projesi ne unutulmuş ne de öyle belirsiz bir tarihe ertelenmişti. Kenan da aralarına katıldıktan sonra o projeyi öğrendi. Hatta Üç Kez Güçlü Usta, oraya ulaşmada karşılaşılabilecek zorlukların olabildiğince giderilmesi için gerekli önlemlerin alınması bakımından ona güvendiğini belirtti. Kenan da bu işin gerçekten zor olmakla birlikte abartılmaması gerektiğini, yetkin ustaların bunu başarabilecek gücü olduğunu söyledi.
Nitekim bir gün yetkin ustalar Üç Kez Güçlü Usta’nın önderliğinde yola çıktı. Kenan onlara gizli bölmeye ulaşabilecekleri dehlize nereden girebileceklerini gösterdi. Dışarıdan bakıldığında, biraz kazılırsa orada belli belirsiz bir dehliz ağzının ortaya çıkabileceğine ilişkin hiçbir belirti yoktu.
Kazıp ağzını açtılar. Kimileri dehlize girdi, kimileriyse içeriye girenler çıkana kadar girdikleri yeri yine önceki haline getirmekle birlikte, çevrede belli etmeden nöbet tutmaya geçti.
Ancak bunun bir öncesi var.
Kenan şöyle bir öneride bulunmuştu: «Gireceğimiz dehliz hayli derine iner. Çok uzundur. İlerledikçe nefes alabilmemiz güçleşecek. Oysa en sonuna gelindiğinde temiz hava kaynağı var. Uygun bulursanız önce ben yalnız başıma gideyim. Gizli bölmeye varınca oradaki kapıları açayım. Böylece dehlizin içine biraz hava dolsun. Sonra geri dönüp sizi alayım. Dolayısıyla yol boyunca hem daha çok meşale yakabilelim hem daha rahat nefes alalım.»
Üç Kez Güçlü Usta bu öneriyi mantıklı bulmuştu. Kenan eline bir meşale alıp dehlize dalmış, ötekiler girişte beklemişti.
Saatler geçmişti... Kenan bir türlü dönmeyince endişelenmeye başlamışlardı acaba başına bir şey mi geldi diye.
Tam Üç Kez Güçlü Usta arkasından birisini daha gönderip göndermemeyi düşünürken çıkagelmişti. Çok yorulmuş olduğu belliydi. Hatta perişan bir görünümü vardı.
Dediğine göre dehlizin içinde yer yer çöküntüler oluşmuş. Bunlardan birkaçını geçip aşmış ama bir noktaya gelip tıkanmış. Sürünerek bile geçilemiyormuş. Kazarak açmak gerekliymiş.
Kimisi böyle bir durumda “Madem ki ulaşılamıyor, o zaman ortada hiçbir sorun yok demektir. Nasıl olsa hiç kimse ulaşamaz.” diye düşünüp bu projeden cayabilirdi. Nitekim yetkin ustaların kaygısı da oraya ulaşılması değil miydi?
Fakat oraya ulaşmak bundan böyle kesinlikle olanaksız mıydı, yoksa biraz çaba göstererek böyle bir olanak sağlanabilir miydi? Bunu da düşünmek gerekirdi.
Eğer tüm zorluğuna karşın böyle bir olasılık varsa, bunu başkaları da düşünüp denemeye girişebilirdi. Başkalarının düşünüp deneyebileceği bir işi elbette onlar da deneyebilirdik. Ancak böylece gerekli güvenceyi sağlamış olabilirlerdi.
Üstelik gizli bölmeye tek bir noktadan değil, birkaç ayrı noktadan girilebildiğini de biliyorlardı. Kenan’ın sözünü ettiği çöküntü sadece bu yanda ise, yolunu bulup girmek isteyen öteki yönlerden birinden de girebilirdi.
Peki o diğer giriş ağızları?... Onlardan birini deneyemezler miydi?
Hayır!... Daha önce aramış, bulamamışlardı. Kenan’ın bildiği tek giriş ağzı da burasıydı. Başka çareleri yoktu.
Kenan, çökmüş olan yerler kazıldığında toprağın çıkarılması ve tavanın da desteklenmesi gerekeceğini belirtti. Bu iş günlerce sürebilirdi. Üstelik tıkanmış olan bölümden sonrasının nasıl olduğunu da bilmiyordu. Orasını aştıktan sonra hiç açılamayacak olan daha büyük bir çöküntüyle karşılaşma olasılığı da vardı.
Bırakıp gidemezlerdi. Cayamazlardı. Bir kez başlamışlardı ve sonuna kadar gitmeye çalışmalı hatta gerekirse sonsuza dek uğraşmayı sürdürmeliydiler.
Önce gerekli malzemeyi sağladılar. Dehlizin ağzına taşıdılar. İçeriye yerleştirip hazır ettiler. Sonra gruplar halinde dehlize girdiler. Gece gündüz demeden günlerce uğraştılar. Zaten içeride geceyle gündüzün hiçbir farkı yoktu. İçlerinden biri eline bir meşale ile kazma alıp tünele giriyor, birkaç saat ya da dayanabileceği kadar çalışıp yaptığı kazının artıklarını doldurduğu bir heybeyle dönüyordu. Sonra bir başkası... Bir yandan da yine çökmesin diye hazırlamış oldukları kütüklerle destek yapıyorlardı.
Sırayla, birer birer çalıştılar. Sonunda Kenan’ın karşılaştığı çöküntüyü temizleyip açmayı başardılar. Bu iş günlerce sürdü.
Sonrasında şansları yaver gitti. Bundan başka büyük çöküntü yoktu.
Daha önce düşünmüş oldukları üzere Kenan yine içeriye yalnız girip, gizli bölmeye vardı. Kapıları açtı; takozla iyice sıkıştırdı. Dehlizi diğerlerinden kimilerinin de topluca girişine hazırladı.
Ancak takozlara öyle çok güvenilemezdi. Biri kaysa, o kapı her an kapanabilirdi. Bunun için Kenan’ın yetkin ustalara gerektiğinde kapıların nasıl açılacağını da öğretmesi gerekti. Ötekiler de bilmeliydi ki herhangi bir aksilik çıkarsa çözüm bulunabilsin.
O anlatırken Üç Kez Güçlü Usta’nın dudaklarından «Hiç de zor bir iş değilmiş. Her yetkin usta bu şifreyi kolayca çözer.» sözü döküldü. Sonra da bu deyişinden ötürü pişman oldu ve Kenan’ın sırtını sıvazladı, «Sen bana bakma. Bir işin nasıl yapılacağını bilmek başka, o işin başına geçip yapabilmek başka.» diyerek…
Üç Kez Güçlü Usta dehlize kimlerin gideceğini, kimlerin ise nöbet tutacağını belirledi. Dışarıda kalanların şöyle bir burkulduğunu anlayınca, «Üzülmeyin. İsterseniz sonra siz de gider görürsünüz.» dedi.
Dehlize girildikten az sonra uzun süre yokuş aşağı, hep yerin altına doğru inmek gerekiyordu. Çok sonra bir düzlüğe varılıyordu. Orada dehlizin tavanı ayakta durmaya elveriyordu. Giderken, öteki bağlantılardan bir ikisini de gördüler. Ancak Kenan’ın önerisine uyarak onlara yönelmediler çünkü dediğine göre bunlardan biri bir lâbirente bağlanıyordu ve yanlışlıkla ona girenin çıkabilme umudu yok gibiydi. Amaçları ise gizli bölmeye ulaşmak olduğuna göre Öyle bir tehlikeyi göze almanın hiç de gereği yoktu.
Gizli bölmede üç sütun, bunların üzerinde hâlâ kullanılabilir durumda kandiller vardı. Yakılınca, gizli bölme pırıl pırıl aydınlandı.
Üç Kez Güçlü Usta Kenan’a «Neden bunları önceden yakmadın ki?» diye sorduğunda, Kenan «Yanabilir olduklarını bilmiyordum ki… Buraya nasıl gelineceğini ve ne yapılması gerektiğini biliyordum sadece. Daha önce hiç girmemiştim. Bu nedenle de hiçbir şeye dokunmadan önce sizi getirmenin daha doğru olacağını düşündüm.» dedi.
Üç Kez Güçlü Usta’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. «Yani şimdi sen daha önce buraya hiç gelmemiş olduğunu mu söylüyorsun?» diye sorma gereğini duydu.
Kenan sanki pek olağan bir yanıt veriyormuşçasına, «Evet, sizinle birlikte ilk kez geliyorum.» demez mi?
Üç Kez Güçlü Usta, «Peki ama bunu daha önce neden hiç söylemedin?» diye sorunca da, istifini bozmadan «Sormadınız ki!» dedi.
Üç Kez Güçlü Usta biraz şaka yollu sitem etti: «Hani sen Son Kubbenin Ustasıydın!... Bizi kandırdın.»
Kenan ise bu şakayı ciddiye aldı. «Ben size buraya nasıl girileceğini bildiğimi söyledim. Bu doğru değil mi? Girmiş olduğumu söyledim mi?» diye kendini savundu. «Hem o daha önce taşıdığım unvan bir bakıma simgesel sayılır. Yetkin ustalıktan daha üstün değildir.» diye de ekledi.
Üç Kez Güçlü Usta onu bir kez daha gücendirdiğinin farkına vararak, «Tamam, tamam.» dedi. «Bizi buraya sen getirdin; bunu hiç kimse yadsıyamaz. Sen olmasaydın yolu bulamazdık.»
Kandiller yakılınca burada neler olduğu çok daha iyi görülebiliyordu. Aslında doğru dürüst bir şey bulunduğu da söylenemezdi. Belki de ne bulunacağını önceden bildikleri için yetkin ustalara olağan gelmişti.
Fakat hiç beklemedikleri bir şeyle karşılaşmışlardı. Yerde oraya buraya saçılmış durumda üç kurukafa ile insan iskeleti artığı olduğu anlaşılan kemik parçaları vardı.
Kenan «Demiştim ben. Demiştim işte…» diye telâşlandı, «Demek ki bizden önce buraya girenler olmuş. Fakat anlaşılan ayrıntıları iyi bilmiyorlarmış. Girmişler ama bir yanlışlık yapmışlar. Kapı üstlerinden kapanmış, çıkamamışlar. Burası onlara mezar olmuş.»
Üç Kez Güçlü Usta, elindeki değnekle ölülerden birinin kafatasına şöyle bir dokundu. Dağılıyordu.
«Sence bu ne kadar zaman önce olabilir?» diye sorunca, Kenan «Bilemem ki!» diye yanıtladı. «Baksanıza, insanın öldükten sonra en uzun süre dayanıklı kalan kafatası bile dokununca dağıldığına göre çok zaman geçmiş olsa gerek... Belki de yüzyıllar.»
«Burası havadar. Belki onun etkisiyledir.» dedi Üç Kez Güçlü Usta.
«Belki… Bilemem.» diye yanıtladı Kenan.
«Acaba bunlar da mı birer son kubbenin ustasıydı?» diye sordu Üç Kez Güçlü Usta.
«Hayır. Olamaz.» diye karşı çıktı Kenan, «Son kubbenin ustası olanlar bu bağlamda ne zaman, neyi, nasıl yapacaklarını bilir. Neyi yapmayacaklarını ve yapaya kalkışmayacaklarını da… Öyle olsalardı, burada böyle kapana kısılıp kalmazlardı. Belli ki bunlar şifreyi bir şekilde öğrenmiş ya da akıl yürüterek bulmuş. Ancak pek önlemsiz davranmışlar. Kapının üstlerine kapanınca bir daha açılmayacağını bilmiyorlarmış.»
«O zaman onlar gibi ve onlardan önce başkaları da girmiş ve çıkmış olabilir.»
«Belki. Bu durumda olamayacağını söyleyemem.»
«Bizim aradıklarımızı götürmüş de olabilirler.»
«Bilemem.»
«Biz de burada onlar gibi sıkışıp kalırsak…»
«Hayır.» dedi Kenan, « Biz ise her şeyi düşündük ve gerekli her önlemi aldık.»
Öyle dedi ama içine bir endişe çöktü. «İnsan her zaman kendisine güvenmeli. Buna karşın bir noksanlığı olabileceğinden de hep kuşku duymalı. Yanılgı ve noksanları olup olmadığını hep sorgulamalı. Biz kapıların hepsini takozla sıkıştırdık. Buna karşın, yerlerinden kayabilirler. Gerçi gerekirse bir kapıyı içerden sökebilecek güçte olduğumuzu sanırım ama belli de olmaz. Bu riski almayalım derim. Gerek yok. İçimizden biri kapıların arasında nöbet tutsun. Eğer takozlardan herhangi biri yerinden oynayacak olursa hemen yakalayıp sıkıştırsın.»
İyi düşünmüştü. Üç Kez Güçlü Usta’nın buyruğu üzerine yetkin ustalardan biri “Ne olur ne olmaz!” diye gözünü kapılardan ayırmamak üzere nöbete geçti.
«Güven içinde olduğumuza göre artık işimize bakalım.» dedi Üç Kez Güçlü Usta.