Saatler geçti… Üç Kez Güçlü Usta ile diğer yetkin ustalar sonunda geldi. Yanlarında Gizli Bölme’de kalmış olanlar için yiyecek ve su da getirmişlerdi.
Burasını ilk kez görenler de şaşkınlıklarını üstlerinden attıktan ve kendilerince Kenan’ın eciş bücüş biçimde yazdığı sözcüğü okuma deneyimini geçirdi. Ancak bu kez hiçbiri “Yahveh” diye okumadı. Her biri farklı bir şey söyledi. Böylece öncekilerin etki altında kalmış bulunduğu anlaşıldı. Hele içlerinden ikisi hiç okuyamadı çünkü onlar bu harfleri bilmiyordu bile…
Üç Kez Güçlü Usta, «Sanırım buradaki en önemli görevimizi yerine getirdik ama bu kadarla kalmamalı. Şimdi buradaki her şeyi kırıp döküp paramparça etmeliyiz. Sağlam hiçbir şey kalmamalı» dedi.
Gelirken yanlarında getirmiş oldukları balyozlarla mermer levhayı kolayca parçaladılar ama üçgen prizma biçimindeki temel taşını kırabilmek için hayli uğraşmaları gerekti. Akik küptaşa ise hiçbir şey işlemiyordu; ne balyoz ne keski… Sonunda pes ettiler ve ne kadar ağır olursa olsun onu taşıyıp götürmeye karar verdiler.
Sıra tam sütunlara gelmişti ki, Kenan «Öteki kapıyı da açacak mıyız?» diye sordu, «Açacaksak, kandillerin sütunların üzerinde, yüksekte durmasına bir süre daha gereksinme duyabiliriz. Sütunları sonra da kırabiliriz.»
Üç Kez Güçlü Usta anlamsız bir şekilde Kenan’ın yüzüne baktı. Diğerleri de… Ne demek istiyordu ki?
Kenan buradan daha öteye uzanan bir diğer geçit bulunması gerektiğini söyleyince, Üç Kez Güçlü Usta bile yetkin usta olmakla her şeyi bilemediklerini bir kez daha kavradı. «O da naradan çıktı? Bu sözünü ettiğin geçit nerede?» diye sordu.
Kenan «İşin doğrusu yerini bilmiyorum ama bulunduğunu biliyorum. İlgileneceksek arayıp buluruz.» dedi.
Üç Kez Güçlü Usta «Peki diyelim ki ilgilendik ve diyelim ki aradık ve diyelim ki bulduk. Açabilecek miyiz?» diye sorunca, Kenan «Neden olmasın!» dedi. «Zor olduğunu sanmıyorum ama bildiğim kadarıyla bunun için önceden hazırlanmamız, ona göre önlem almamız gerekir.» Yerdeki insan kalıntılarını gösterdi:«Yoksa biz de bu üç kurukafanın sahipleri gibi olabiliriz.»
Üç Kez Güçlü Usta biraz endişelenmiş gibiydi. «Bu sözünü ettiğin olası geçit sakın şu sonsuzluğa uzandığı söylenen olmasın?» diye sorduğunda, Kenan «Evet! Korkarım öyle.» diyerek doğruladı.
Üç Kez Güçlü Usta, «Duyduğumca o iş çok tehlikeli olabilir. Ne diyorsunuz? “Bu kadarı yeter. Görevimizi yerine getirdik.” diyerek bu aşamada kalalım mı, yoksa daha ileri gitmeyi göze alalım mı?» diye sordu.
Aslında bu boşuna bir soruydu. Bunu Üç Kez Güçlü Usta da biliyordu. Çok iyi biliyordu ki, hepsi buraya kadar gelmişken gidebilecekleri kadar gitmekten yana olacaktı. Eğer sözü edilen geçit sonsuzluğa açılıyorsa, kuşkusuz oraya kadar uzanamazlardı. Fakat ne kadar ilerleyebiliyorlarsa o kadar gitmeliydiler.
Karar böyle olunca, Kenan duvarları oluşturan taşları teker teker inceleyip diğerlerinden biraz farklı bir taş aramak gerektiğini söyledi.
Bulmaları zor olmadı. Girdikleri kapının karşı duvarında en alt köşedeki taşın farklı olduğu göze çarpıyordu. Üstelik üzerine bir işaret bile konmuştu. Kenan, «Tamam! Şimdi orasını açmaya çalışacağız. Ancak buna girişmeden önce kapıları kapatmak hatta iyice tıkamak zorundayız.» diyerek, bunun gerekçesini anlattı. Bu deneyimi daha önce yaşamış olmadığı için ne yapılması gerektiğini o da tam olarak bilmiyordu ama bilgi taşları üst üste konup biraz düşünülünce olayın ne olduğu ve neden böyle olduğu anlaşılıyordu.
Kenan’ın dediğine göre o kapı açılınca burada âdeta bir fırtına kopacaktı. Buna karşı durabilmek için de diğer kapılar sıkıca kapalı olmalıydı.
Eğer burası bir bakıma “düşüncenin merkezi” ise, şimdi yetkin ustalar nesnel evren ile sonsuzluk arasında bir yerdeydi. Evren sonsuz olabilirdi ama bilimsel nitelikli bilgi birikimi gerçekten de öyle olup olmadığını kanıtlamaya yetmiyordu. Evrenin bilinen somut ve nesnel gerçekliği ile “sonsuzluk” kavramının arasındaki düşünce âdeta bir köprü gibi olsa da, böyle bir soruyu akıl yolu ile düşünerek yanıtlamak da doğru olmazdı, salt düşünce ürünü olan bir yanıta güvenilemezdi.
Aynı anda her iki yöne birden gidemezlerdi. Ya biri ya öteki olmalıydı. Elbette her ikisine de yönelebilirlerdi ama aynı anda değil. Bir diğer deyişle, geçici olarak bir kavramı düşünülerinden uzaklaştırmalıydılar. Bu uygulamanın burada, bulundukları yerdeki duruma pratikteki yansıması ise, gizli bölmenin kapılarından sadece bir yandakinin açık olmasının gerekmesiydi. Birbirine karşıt her ikisinin birden açılması, düşüncenin sapıtması anlamına geliyordu. Kenan’ın sözünü ettiği tehlike işte buydu. Bunun somut ve nesnele indirgenmesi ise açıkça “ölüm” demekti.
Aralarında ölümden korkan elbette yoktu. Olsaydı, buraya kadar gelmezdi. Fakat hepsinin yaşamda yapacağı işler, görevleri vardı. Bunlar henüz sona ermemişti. Bu nedenle burada boşuna ölüp gitmek anlamsız olurdu. Öleceklerse ölürlerdi ama ille de işin sonucunu alacağız diye tüm önlemleri elden bırakmak da boşuna kahramanlık taslamaktan başka bir şey sayılmazdı. Hem kim bilecekti ki, kahraman sayılsınlar!
Kenan gizli bölmenin sadece iç kapısını değil, nasıl bir durumla karşılaşacaklarını bilmediği için her ikisinin birden kapatılmasını önerdi. En az bir kişi dışarıda kalmalı, buradaki işlerini bitirip geçidin ağzını kapatarak ona haber iletince, dışarı çıkabilmeleri için kapıları yeniden açmalıydı.
Kapılardan sadece birini kapatsalar dışarıda kalacak olan yetkin ustaya işlerinin sona erdiğini içeriden kapıya vurarak bildirebilirlerdi. Fakat ikisini birden kapatırlarsa seslerini duyurabilirler miydi?
Üç Kez Güçlü Usta Kenan’a «O zaman sanırım senin dışarıda kalman, taş kapıyı bizim açmaya çalışmamız gerekecek.» dedi. «Nasıl olsa sen de onun nasıl açılacağını bilmiyorsun. Kim olsa deneyecek. Şimdi bir diğer kardeşimize bu iç kapının şifresini tam olarak öğretmekle uğraşmayalım.»
Hepsi bir işin nasıl yapılacağını bilmek ile o işi eylemde yapmanın birbirinden farklı olduğunun bilincindeydi. Her ne kadar Kenan da bu kapıları sadece kuramsal bilgisine dayanarak ilk kez açmışsa da, bu durum bireysel düzeyde kuramsal bilgisinin uygulamaya da olduğu gibi yansıdığını gösterirdi. Oysa bir başkasında durum aynı olmayabilirdi.
Kenan razı oldu. «Ancak şöyle bir deneme yapalım.» dedi, «Ben şimdi dışarıya çıkayım bir meşale alıp. Kapıları kapatalım. Siz içeriden vurun. Bakalım ben duyabilecek miyim?»
Dediği gibi bir deneme yaptılar. İçeriden kapıya balyozla vurulunca dehlizde sanki deprem olmuş gibi ses yankılanıyordu.
Peki, buna karşın ya içeride bir aksilik olursa… Hem zaten işlerinin ne kadar süreceği de belirsizdi.
Üç Kez Güçlü Usta, Kenan’a dehlizde beklememesinin, dışarıya çıkmasının, tam iki gün bekleyip sonra gelmesinin uygun olacağını söyledi.
Söyledi söylemesine de, iki gün boyunca burada aç susuz nasıl dayanırlardı?
Kenan, «Hem hava geçmesin diye kapıların kenarlarına tıkayacağımız bir şeylere gereksinmemiz var.» diyecek oldu.
Üç Kez Güçlü Usta ters ters baktı Kenan’ın yüzüne. «Bunu da şimdi söylüyorsun, farkında mısın?» deyince, Kenan yüzünün kızardığını duyumsadı. «Sizin de düşüneceğinizi sanmıştım.» diye mırıldandı.
Üç Kez Güçlü Usta «Tamam, anlaşıldı. Şimdilik hep birlikte gideceğiz. Yarın daha donanımlı olarak yine geliriz.» diyerek akik taşa yöneldi, «Giderken bunu da götürelim bari.»
Tam çıkmışlardı ki, yetkin ustalardan birinin soracağı tuttu: «Kapılar?... Onları kapatmayacak mıyız?»
«Yok canım, öylece kalsın.» dedi Üç Kez Güçlü Usta. «Bir gün içinde bir başkası bir başka yönden gelecek değil ya?»
«Olamaz mı?»
Hiç de olası değildi ama olur mu olurdu da…
Kapıların takozlarını söküp kapanmaya bıraktılar.