Üç Kez Güçlü Usta’nın bir tedirginliği vardı. Yeterince önlem almadıklarını düşünüyordu. Hadi dışarıdaki kapı neyse ama içeridekinin şifresini tam ve doğru olarak sadece Kenan biliyordu. Bunu en az bir diğer yetkin ustaya hatta daha iyisi hepsine çok iyi öğretmeliydi. Kenan’a güvenmediğinden değil; ya başına olmadık bir iş gelirse diye...
«O kadar da zor değil.» dedi Kenan. Sadece sırayı şaşırmamak gerek. Uzay mantığını izlersen daha da kolay. Bir çizimle diğer yetkin ustalara anlattı. O kadarla yetinmedi; onları bir de sınava çekti kendilerine teker teker çizdirerek. Yetkin ustalar ne kadar zeki, akıllı ve eğitimli olursa olsun, aralarında yanılanlar çıktı. Sonunda hepsi öğrendi. Hatta ilk keresinde yanılanlar ötekilerden çok daha iyi öğrenmiş oldu.
Sonunda Kenan bu çizimin en üst noktasına bir de “sonsuz” işareti ekledi. «İşte şimdi gideceğimiz yer orası.» dedi gülümseyerek.
Yetkin ustalardan biri «Şimdi biz bu çizimi iki boyutlu olarak yapıyoruz ama aslında üç boyutlu olmalı, öyle değil mi?» diye sordu Kenan’a.
«Evet. Onu zihnimizde tasarlamak zorundayız.»
«Peki, öyle olunca sonsuz hangi boyutta?»
Kenan bu sorunun yanıtını bilmiyordu. Bir şey diyemezdi. Üç Kez Güçlü Usta onu kurtardı.
«Dördüncüde… Zaten evreni üç boyutlu olarak tasarımlarsak yanılırız. Çünkü değil.»
Şimdi sıra gizli bölmede bir “kapı” olduğunu öngördükleri taşı yerinden oynatmaya gelmişti.
Bunun için gizli bölmenin her iki kapısını da sırayla kapatarak tüm kenarlarını içeriden sıkı sıkıya tıkadılar. Kenan dışarıda, dehlizde kalmıştı. Yanına biraz yiyecek ve su da almıştı. Fazla hava harcamamak için elindeki meşaleyi de söndürdü. Gerekince yakardı. Nitekim kapıların kenarları tıkanınca dehlizin içine hemen hiç hava sızmaz olmuştu. Ancak burada uyuya kalmamak için de çok dikkatli olmalıydı. Bunun için de bir şarkı tutturdu. Ayrıca dışarıdakiler de dehlizdekilerden iki gün içinde haber gelmeyecek olursa, ne olup bittiğini anlamak ve gerekeni yapmak üzere tembihlenmişti.
Gizli bölmedekiler, en köşedeki taşı açmak üzere yerinden oynatmaya girişti.
Bunun için ne yaptıysalar, ne kadar uğraştıysalar boşuna! Başaramadılar. Ne getirmiş oldukları levyeler bir işe yarıyordu ne itip kakmaları ne de balyozla vurmaları. Demir kapıları açarken simgelerden belli birinin elle yoklanışı gibi o taşın üzerindeki belli belirsiz simgenin eğrilerini izlemek de hiçbir sonuç vermiyordu.
Taş blok hiç oralı değildi. Bana mısın demiyordu.
Belki de burasının bir kapı olduğu konusundaki bilgi yanılgılıydı.
Üç Kez Güçlü Usta bu taşı çok daha dikkatli bir şekilde yakından incelemek istedi. Sütunların üzerindeki şamdanlardan birini eline alıp taş bloğun derzlerini iyice aydınlatmaya çalıştı. Baktı, baktı... «Bununla rahat olmuyor; yetmiyor, bir de meşale yakalım.» dedi.
Yakılan meşaleyi taşa iyice yaklaştırıp aşağıdan yukarıya doğru inceledi. Hatta bunu yaparken meşaleyi duvara o kadar çok yaklaştırdı ki taşın üstü islendi ve o figür bile görünmez oldu.
Bunun üzerine taşın üstüne bulaşmış isi mi silmek istedi, yorulmuş ya da uzun süre eğilerek durduğu için başı döndüğünden düşmemek için mi yaslanmıştı bilinmez; en alt köşedeki o taş blok, birdenbire düşey olarak iç yandaki derzden ayrılıp olduğu yerde öteki duvara doğru dönüverdi. Üç Kez Güçlü Usta da dengesini koruyamayıp dönen taşın arkasına doğru düştü ve taş bloğun açılan üst köşesine kafasını vurdu. Bu olayı sadece tam o sırada o yana doğru bakanlar, bir an için görebildi.
Birdenbire açılan oyuktan içeriye doğru çok sert bir hava akımı doldu. Kenan’ın sözünü ettiği fırtına başladı. Meşale ve şamdanların hepsi söndü hatta sütunlardan biri devrildi. Aralarında o sırada ayakta olanlar da yerinde duramayıp savruldu.
Ancak bu sert esinti pek uzun sürmedi. Kesilmedi ama duruldu.
Bu arada Üç Kez Güçlü Usta’nın elindeki meşale açılan taş bloğun arkasına doğru yere düşmüş, her nasılsa tümüyle sönmemişti ama kendisi ölü gibiydi.
Yetkin ustalar kendilerine gelir gelmez, geçitten sızan ışığa yönelip, Üç Kez Güçlü Usta’nın başına üşüştüler. İçlerinden biri daha akıllı davranıp, çakmak taşlarını kullanarak eline geçirdiği bir diğer meşaleyi yaktı.
Üç Kez Güçlü Usta’yı yokladıklarında ölmediğini anladılar. Bayılmıştı. Alnı kanıyordu. Zor zoruna biraz su içirip boynunu ovaladılar. Az sonra kendisine geldi. Birisi giysisinden bir parça yırtıp başını sardı.
Devrilen sütunu kaldırdılar. Kandilleri yaktılar.
Demir kapıdan sürekli olarak ıslık gibi bir ses çıkıyordu. Anlaşılan geçitten sürekli olarak gelen hava kapının üzerinde basınç yapıyor, yanlarından dışarı sızıyordu. İyi ki bunun arkasında kapalı durumda bir kapı daha vardı. Belki tek bir kapı bu basınca dayanamayıp kırılırdı. İşte o zaman burada duramazlardı. Kapı kenarlarını yalıtmakla iyi etmişlerdi. Bu kadarıyla yetinebilirlerdi. Kapının neresinden sızıntı olduğunu arayıp bulmanın gereği yoktu. Hem bulurlarsa, orasını onarmaya çalışırken daha tehlikeli bir durum yaratabilirlerdi.
Açılan geçide iki büklüm eğilerek girilebiliyordu ama bir kez içeriye girdikten sonra ilerleme olanağının bulunup bulunmadığı kuşkuluydu. İlerisini görebilmek için ışık gerekliydi. Kandil ya da meşaleyle girilince hemen sönüveriyordu. Üç Kez Güçlü Usta’nın elindeki meşalenin bile sönmemiş oluşu mucize gibi bir şeydi. Kenan’ın anlattıklarına göre byle bir durumla karşılaşacakları önceden belliydi ama her nerdense rüzgâra dayanıklı bir fener taşıyıp getirmeyi düşünememişlerdi.
İçlerinden biri geçidin içine girip el yordamıyla dizlerinin üzerinde ilerlemeye çalıştı. Çok geçmeden «Burada bir şey var.» diye seslendiği duyuldu. Sonra gerisin geriye çıktı.
Oyuğun altına işlenmiş taşlar döşenmiş olduğunu, ileride sandık gibi bir şey bulunduğunu söyledi. «Galiba oraya bu yandan itilerek sokulmuş.» dedi. «Üstünde ve yanlarında az bir boşluk var ama onu oradan çıkarmadan daha ileri gitmek olanaksız.»
Üç Kez Güçlü Usta «Eğer oraya bu yandan itilerek sokulmuşsa, biz de çekip çıkarırız.» dedi.
Yanlarında getirmiş oldukları halatlardan biriyle bir kement yaptılar. Yine içeri giren yetkin usta, az sonra gerisin geriye dönerek bunun yetmediğini, daha büyük olması gerektiğini söyleyince, yenisini hazırladılar.
Aynı yetkin usta yine geçide girdi. Biraz sonra geçitten ufak çaplı bir gümbürtü duyuldu. Sanki bir şey yere yuvarlanmış gibiydi ama ne olduğu belli değildi.
Bir kez daha geri geri dışarıya çıktığında, «Sanırım o sandığın üstünde bir şeyler vardı. Ben kemendi takmaya çalışırken onlar ileriye, öteki yana yuvarlandı. Fakat kemendi sandığın arkasına aşırtmayı başardım ve bağladım. Şimdi çekip çıkarabiliriz.» dedi.
Hep birlikte asılıp çektiler. Güçleri yetmedi. Gelmiyordu.
Üç Kez Güçlü Usta bir kement daha hazırlamalarını istedi. Sonra içeriye girecek olan yetkin ustaya «Bunları öyle bağlamaya çalış ki, kementlerin öteki yanı Sandığın altına doğru olsun, bu yanı ise yukarıda kalsın. İyice sıkıştır. Kaymasın.» diye yönerge verdi.
O içeriye girip kör gözle bu işlemi yapmaya çalışırken, berikiler de tek bir şamdan ile yetinerek sütunlardan ikisini taşıyıp geçidin ağzına getirdi. Halatı bunların arkasından dolayarak bir tür yatay çekme olanağı oluşturdular. Böyle yapınca, sandığı yerinden oynatabildiler. Yavaş yavaş içeriye doğru çektiler.
Çok sert bir ağaçtan, yüzyıllarca önce yapılmış olduğu belli bir sandıktı bu. Boyuna göre çok ağırdı. Kapağı yoktu. Neresinden açılacağı anlaşılmıyordu. Ancak bu önemli değildi. Açamayınca, kırarak parçaladılar.
Sandığın içinden hepsi hepsi kocaman iki taş levha çıktı.
Her ikisinin de üzerinde birbirinden farklı olmak üzere daha önce hiç görmemiş oldukları birtakım şekiller, daha doğrusu bilmedikleri bir alfabe ile kakma yöntemiyle oluşturulmuş yazılar vardı.
İçlerinden biri eline balyozu alıp taş levhalardan birini kırmaya girişti. Üç Kez Güçlü Usta karşı çıkıp, onu durdurdu. «Hayır, bunları kırmayalım.» dedi. «Üstlerinde ne yazılı olduğunu bilmiyoruz. Belki de bilimsel nitelikli ve çok önemli bir bilgidir. Öğrenirsek, görevimiz uyarınca çok işimize yarayabilir. Bunları da taşıyıp götürelim. Ne yapacağımızı daha sonra düşünürüz.»
Sandığı çıkarmış olduklarına göre artık geçitte ilerleyebilirlerdi.
Aynı yetkin usta yine geçide daldı. Az sonra döndü. «Orada birtakım madeni nesneler var. Fakat çok ağır; taşımak olanaksız. Kaldıramadım bile. Ancak bağlarsak çekip çıkarabiliriz.» dedi.
Eline bir halat alarak yine geçide girdi. Bağladığı nesneyi dışarıya çektiklerinde bunun som altından yapılma bir heykel olduğunu gördüler; kanatlı bir hayvan gibi bir şey. Yetkin usta, bir tane daha olduğunu söyleyince, aynı işi bir kez daha yaptılar.
Bu arada, direk gibi iki de uzun ahşap kütük buldular.
Üç Kez Güçlü Usta «Tamam, şimdi anlaşıldı.» dedi. «Bu İsrailoğullarının Ahit Sandığı’ndan başka bir şey olamaz. Bakın bunlar da taşıma kolları ama buraya getirmeden sökmüşler.» Nitekim direkler sandığın alt yanlarındaki oyuklara geçip oturuyordu ama kırmış oldukları için artık taşınamazdı.
Üç Kez Güçlü Usta, «Bu altın heykeller ise sandığın üzerine yerleştirilen ve “Kerubim” dedikleri nesneler. Anlaşılan sandık oraya sığsın diye sökmüşler.» dedi ve sustu. «Tamam, şimdi hiçbir kuşku kalmadı.» diye mırıldanıyordu, «Hiç kuşku yok.» Sanki bir başka şey düşünüyor gibiydi. Neden sonra «Bakın, eğer bu gerçekten sözünü ettiğim sandık ise, bildiğim kadarıyla içinde birtakım başka şeyler de olması gerekirdi. Belki onları buraya getirmeden önce çıkarmış sonra sandığı açılamayacak bir biçimde kapatmışlar. Belki geçitte başka şeyler de bulacağız.»
Son bir kez daha içeri giren yetkin ustanın getirdiği haber, ötesinin umutsuz olduğunu gösterdi. Dediğine göre, orada üzeri işlemeli çok büyük bir taş vardı. Lâhit gibi bir şey olabilirdi. Zaten dar ve alçak olan geçidin neredeyse tümünü kapatıyordu. Ona göre, oradan buraya nasıl böyle güçlü bir hava akımı geldiği akıl almaz bir olaydı. O taş her ne ise, onu sarıp sarmalamanın da olanağı yoktu. Arkasına kement atmak da olacak iş değildi. «Ancak ben yanılabilirim. Birimiz daha girip baksın.» dedi.
İçeriye giren bir diğer yetkin usta farklı, daha umutlu bir haber getirmedi.
Buna karşın denediler. O taşı da bir şekilde bağlayıp içeriye çekmek için çeşitli yöntemler uyguladılar. Hiçbiri işe yaramadı.
İçeriye girip oradaki durumun nasıl olduğunu anlamaya çalışan bir diğer yetkin usta döndüğünde şunları söyledi: «Onu oradan çekip çıkarmak kesinlikle olanaksız. Bir köşesinden arkasına doğru yoklama yaptım. Geçidin zemini oraya kadar düz gibi ama daha sonra aşağıya doğru eğimli. Bir yolunu bulup o taşın arkasına geçerek kaldırmadıkça bu yana çekemeyiz.»
Üç Kez Güçlü Usta «Arkasına geçmek… Sonsuzluğa doğru… Bir başka bakışla sonsuzluktan bu yana gelmek.» diye mırıldandı.
Sonra kafasını iki yana salladı. «Buraya kadar. Yeter. Nerede duracağımızı da bilmeliyiz.» dedi.
Hepsi tüm bu işleri yaparken çok yorulmuştu. Ne kadar zaman geçmiş olduğunun da farkında değildiler. İyice susamış olduklarını bile unutmuşlardı.
Taş kapıyı itip kapattılar. Hepsi yere yığılıp kaldı. Kenan’ı harekete geçirmeyi düşünemediler bile.