Yetkin ustalar şaşkınlık içindeydi. Üç Kez Güçlü Usta’nın çevresini sardılar.
«Şimdi onun kim olduğunu merak ediyorsunuz değil mi?» dedi. Üç Kez Güçlü Usta, «Yanılgıya düşmeyin. Onun için “sıradan bir kervan kılavuzu.” deyip geçmeyin. Çünkü o bir “pek bilge usta”.»
Başka hiç kimse görmeden taş levhayı kendi eliyle heybeye yerleştirirken, «Bunun ne olduğunu şimdi artık iyice anladınız, değil mi?» diye sordu.
Anlaşılmayacak bir yanı yoktu ki!
Musa’nın On Buyruğu’nun son beşi. Öteki taşta da elbette ilk beşi yazılıydı.
Peki ama niçin Sanskritçe?... İşin anlaşılamayan yanı buydu.
Birbirilerine bakıyorlardı... Hepsinin yüzünde bu soru okunuyordu.
Yanıtı olmayan bir soru muydu bu? Yoksa Üç Kez Güçlü Usta biliyor muydu?
Bilse söylerdi.
Susmayı bilerek, şimdilik bu gizi saklamayı sürdürmek en iyisi olsa gerekti.
Yetkin ustalardan biri Üç Kez Güçlü Usta’ya Hintlinin gitmeden önce “Belki de yapılması gereken en doğru iş odur.” sözüyle ne demek istediğini sordu.
Üç Kez Güçlü Usta «Bizim yapacağımız iş.» diye yanıtladı.
Orada uzunca bir süre konakladılar. Geceyi orada geçirdiler. İyice dinlendiler. Su başına başka gelen gidenler de oluyordu; kimileriyle söyleştiler.
Taşlar sanki başlarına dert olmuş gibiydi. Şimdi bunları ne yapacaklardı? Üç Kez Güçlü Usta yapmaları gerekeni yapacaklarını söylemişti. Neydi o yapmaları gereken?
Üç Kez Güçlü Usta, çevrede biraz dolaşmalarını, olabildiğince çok sayıda iri kütük bulmalarını hatta yaşlı ağaçları kesip develere yüklemelerini istedi.
Nedenini sormayıp dediğini yaptılar. Üç Kez Güçlü Usta topladıkları kütükleri yeterli bulunca, artık gidebileceklerini söyledi.
Toparlanıp develerine bindiler. Öne geçen Üç Kez Güçlü Usta devesini ağır ağır kuzeydoğuya doğru sürdü. Diğerleri de onu izledi.
Akşama doğru masmavi bir göl kıyısına vardılar. Burası Lût Gölü imiş. Bir gece de orada konakladılar.
Ertesi sabah, Üç Kez Güçlü Usta biraz saz toplamalarını, taşıyıp getirmiş oldukları kütükleri birleştirerek bir sal yapmalarını istedi. İki de kürek…
Hep birlikte işe giriştiler. Sal ve kürekler hazır olunca, Üç Kez Güçlü Usta «Şimdi üçünüz taşlarla birlikte sala binecek. Göle doğru açılabildiğiniz kadar açılacaksınız. Her taşı birbirinden farklı yerlere atıp döneceksiniz.» diye yönerge verdi.
Yetkin ustalar bir an için duraksadı. Bu taşları ele geçirebilmek için ne çok uğraşmış, kendilerini ne büyük tehlikelere atmışlardı. Ancak seslerini çıkarmadılar. Denileni yaptılar; yapılması gereken bu olduğu için…
Akşam göl kıyısında ateş yaktılar. Salı sökerek kütükleri ateşe attılar. Bir üçgen biçiminde ateşin çevresine yerleştiler. Neler yapmış olduklarını bir kez daha gözden geçirdiler.
Üç Kez Güçlü Usta kendisinin ertesi gün gölün kuzeyinden dolaşarak doğuya, Babil’e doğru yola çıkacağını, isteyenin kendisiyle birlikte gelebileceğini, gelmek istemeyen olursa burada kalabileceğini, isteyenin artık terk etmiş oldukları önceki yerlerine dönerek orada yeni bir oluşum kurabileceğini, isteyenlerin ise bambaşka bir yöne gidebileceğini söyledi. Herkesi kendi kararıyla baş başa bıraktı.
Yetkin ustaların görevi son ermişti.
Gece yarısı olmuştu. Sabah güneş yine doğduğunda herkes kendi yolunu seçecekti.
Özgürlük, barış, gönenç ve mutluluk ancak bilgelikten ayrı kalınmadığı sürece yaşar.
Bilgelik kalmayınca, bilim ve akıl da iyiliğe değil kötülüğe hizmet eder. Böyle durumda bilgelik, güç ve güzellik ile birleşemez; bilim ve bilgi yapıcı değil yıkıcı olur. Bunun doğal sonucu olarak da barış savaşa, gönenç yoksunluğa, mutluluk acıya, özgürlük tutsaklığa dönüşür.
Her ne olursa olsun, aslında bilimsel yöntemle ve akıl kullanılarak varılan gerçek varlığını sürdürür. Ancak artık korunaksızdır. Kötü ellere geçmesine hiçbir zaman fırsat verilmemelidir.
Ortam ve koşullar elverişli olmadığı sürece, bilimsel nitelikli bilgilerin ve gerçeklerin saklanması, korunması gereklidir. Hiçbir zaman öğrenilememesi, dolayısıyla insanlığa yarar sağlayamaması pahasına olsa bile...
BİTTİ.