Öncelikle akılcı bir mantık yürütelim. Ayrı ayrı Allah’lar olmadığına göre ayrı ayrı dinler olabilir mi? peki bu ayrı ayrı dinler neden ve nasıl oluştu?
Birinci hatamız; insanlar büyük bir yanılgı ve aldanışla, Allah’a ait olan Tek dini, Allah’a değil de o dini duyuran, duyurmakla görevlendirilen kişilerle birleştirdiler ve o kişilerle özleştirdiler. İnsanlar ve toplumlar o dini, o kişiyle özleştirip o kişinin dini imiş gibi bir duruma soktular ve din Allah’ın dahi değil, kişilerin yani daha açık deyişle peygamberlerin dini oldu. İnsanlar Allah’ın tek dinini, peygamberlerin dini şeklinde değerlendirdi.
Şunu çok iyi bilelim, Din Allah denilen bir yüce varlık tarafından insanlara duyurulan bir olgudur. Din hiçbir zaman, peygamber bile olsa, kişilere ait bir olay değildir. Biz, Allah’ın dinini onu duyuran kişilere mal ettiğimiz için dünyamızda birçok dinler oluştu. Allah, insanlara duyurduğu bütün dinler ile insanlar arasında birliği, kardeşliği, barışı önerdiği halde biz insanlar dinleri birbirine düşman haline dönüştürdü. Dinleri birlik değil zıtlık haline, barış değil savaşlar haline dönüştürdük. Dinler arasında görülen zıtlıklar, düşmanlıklar ve savaşlar Allah’ın dinlerimizi değil, insanların oluşturduğu dinsel ayrılıklardan kaynaklandı ve kaynaklanmaktadır.
Bazı çevreler din ve dini inançlara karşı çıkıp, onları tenkit ederlerken, büyük dayanaklarından biri, dinlerin insanlar arasında ayrılığa, düşmanlığa ve savaşlara neden olduğu yönündeki düşünceleridir. Burada belirttiğimiz gibi, Allah’a ait olan tek dini ayrı ayrı dinler haline sokan ve onları birbirine düşman durumuna getiren dinlerin öz yapısı değil, biz insanların dinlerin öz yapısını değiştirmemizden kaynaklanmaktadır.
Kısacası, dinler arasındaki ayrılığın, kavgaların, savaşların suçlusu olarak dinleri değil biz kendimizi suçlayalım.
Dikkat ederseniz ben bile elimde olmadan gayri ihtiyari “dinler” diyorum, oysa benim savunduğum ve anlatmaya çalıştığım dinler olmayıp Allah’a ait bir TEK dinin olduğudur. Çünkü peygamber olarak kabul ettiğimiz ve peygamberliklerine inandığımız Adem peygamberden, Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin insanlığa duyurduğu Allah’a ait TEK dindir. O TEK dinin adı da Kur’an da belirtildiği gibi İSLAM dinidir.
Yalnız burada yapılan yine en büyük yanlışlık İslam dinini yalnızca Hz. Muhammed’in duyurduğu zannedilmesidir. Hayır “İslam” yalnızca Hz. Muhammed’in duyurduğu din değil, Adem peygamberden Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerin insanlığa duyurduğu dinlerin ortak adıdır. Bir başka deyişle Kur’anda da açıkça belirtildiği gibi, Hz. Adem’de İslam ve Müslümandı, Hz. İbrahim’de, Hz. Yusuf’da, Hz.Musa’da, İsa ve Hz. Muhammed’de İslam ve Müslümandılar.
Peki din ve dinler hakkındaki bu yanılgı bu aldanış nereden geliyor?
İkinci hatamız; en büyük yanılgımız, dinler ve dinlere ait tanımlamaları sıfat olarak değil isim olarak kullanmamızdan kaynaklanmaktadır. Dinlerdeki tanımlamaları isim olarak kullanır ve değerlendirirsek, o tanımlamaları kısıtlamış, dar bir çerçeve içine oturtmuş oluruz. Oysa Allah’ın Rahman ve Rahim özelliği isim değil sıfat özelliğine sahiptir. Bunun için en çarpıcı ve en yaygın örnek, insanlara ve topluluklara Allah’ın 99 ismi hüsnası diye 99 isim öğretilmektedir. Dikkat ediniz, o isimleri isim olarak kullanırsanız mı daha güçlü ve etkili olmaktadır yoksa onları sıfat olarak kullandığınızda mı daha güçlülük ve etkinlik kazanmaktadır.
Onlar, Allah’ın 99 ismi değil Allah’ın sahip olduğu 99 sıfattır.
Şimdi gelin dinlerdeki tanımlamaları isim olarak değil sıfat olarak tanımlamaya çalışalım.
DİN: Allah’ın var olduğunu kabul etmek “din”dir. Yani bir kimse Allah’ın varlığını, var olduğunu kabul ettiğinde, dini inanç şekli ne olursa olsun, o kişi dindar bir insandır.
İSLAM: Allah’ın varlığına ve BİR’liğine inanan, ona teslim olan herkes islamdır. Yani hangi din inanca ve hangi peygambere inanırsanız inanın bu özelliklere sahip bir kişi iseniz siz İslam’sınız demektir.
MÜSLÜMAN: Allah’ın varlığına, birliğine inanarak ona teslim olan ve Adem peygamberden Muhammed peygambere kadar bütün peygamberlerin peygamberliğine inanan kişi müslümandır. Hangi dine ve hangi peygambere inanırsa inansın o kişi müslümandır. Çünkü Müslümanlığın sıfatlarına sahip kişidir.
MÜMİN: Allah’ın varlığına, birliğine inanarak Allah’a teslim olan ve Allah’ın görevlendirdiği bütün peygamberlerin peygamberliğine inanmakla birlikte, inandığı dinin dini vecibelerini, dini görev ve ibadetlerini yerine getiren kişi mümin kişidir. İster Musa’ya, ister İsa’ya, ister Muhammede veya Allah’ın duyurduğu bir başka dine inansın, bir insan söylenilen bu özelliklere sahipse o kişi mümin bir kişidir.
Bu sıfatlara sahip olan bütün dinler ortak bir noktada, ortak bir sıfatta toplandıkları halde neden birbirine düşmanlık içinde bulunuyorlar? Bunu anlamak ve bunu mantıklı, akılcı bulmak mümkün mü?
Dini inançlarımız içinde bu sıfatları dikkate alarak birbirimizi bu sıfatlarla görür ve değerlendirirsek, aramızda din farklılıklarının, ayrılıklarının, zıtlıkların ve düşmanlıkların yok olduğunu göreceğiz. Birbirimize karşı daha anlayışlı ve daha hoşgörülü olacağız.
Dinler arasındaki zıtlıkların, düşmanlıkların bir nedeni de, insanların diğer dinler arasında kendi dinine, daha üstün, daha imtiyazlı bir üstünlük kazandırma çabasından kaynaklanmıyor mu?
İnsanlık hiç olmazsa dinler arasında, isimler değil sıfatlar üzerinde odaklanırlarsa sanıyorum ki dinler arasındaki bu zıtlıklar, bu düşmanlıklar yok olacak bir duruma gelebilir. Çünkü birbirimizi şu veya bu peygambere inananlar diye ayrım yapma yerine birbirimizin sıfatlarına bakarak değerlendirirsek aramızda farklılık ve zıtlık kalır mı?
Üçüncü hatamız; din ve dini inançlar evrenseldir, en azından evrensel olmaları gerekir. Allah tarafından duyurulan bütün dinler evrensel özelliklere sahip oldukları halde neden bölgesel kaldılar? Hz. Muhammed’in duyurduğu din daha evrensel özelliklere sahip olduğu halde neden evrensel olmadı?
İnsanlar, evrensel özelliklere sahip olan dinleri, o dinleri duyuran peygamberlerle birleştirip, özdeşleştirdiler ve o peygamberin ismi etrafında toplandılar. Kısacası din veya dinler Allah’ın dini olmaktan çıkarılıp peygamberlerin dini şekline dönüştürüldü. Dinler insanlara Allah’ın dini olarak değil peygamberlere bağlanarak peygamberlerin isimleriyle tanıtılıp öğretildi.Bu durum o dinlerin evrensel olmalarını engelleyen en büyük etken olmuştur. Bu alanda yapılan ikinci büyük yanlışlık, evrensel olan dini, o dini duyuran peygamberin konuştuğu dil ile özdeşleştirmek olmuştur.
Evrensel olan bir din, bir dile bağımlı hale getirilirse, o din evrensel olmaktan çıkar, o dilin konuşulduğu yöresel bir inanç haline dönüşür.
İşte Hz. Muhammed’in duyurduğu evrensel boyuttaki İslam dini de peygamberin konuştuğu dil ile özdeşleştirildiğinden evrensel olmaktan çıkarılıp yalnızca o dilin konuşulduğu veya egemen olduğu yörelerde kabul edilen yöresel bir din haline dönüştürüldü. Yani bütün insanlığa inmiş olan evrensel bir din, bir dilin egemenliği altına sokulduğundan o din evrensel olmaktan uzaklaştırıldı ve böylece evrensel olan dine en büyük kötülük yapıldı ve yapılmaktadır. Oysa Kur’anda Alalh bir ayetinde bizzat:
“Allah’ın delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, Lisanlarınızın (dillerinizin) ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda düşünenler için alınacak dersler vardır.”
RUM SUR. 30/22
* “Rabbin göklerde ve yerde konuşulan her sözü bilir. O işitendir, bilendir.”
ENBİYA SUR. 21/4
demektedir. Yine Kur’anda, bir yaprağın düşmesinden bile haberdarız diyen Allah nasıl olur da, sizin konuştuğunuz dili bilmez.
Bize, yani insanlara “Şah damarınızdan bile daha yakın olduğunu” söyleyen Allah’a ille de Arapça ibadet edilecek demek, insanları buna zorlamak, söyler misiniz Allah’ı Arapçadan başka dil bilmeyen, kültürsüz, cahil bir varlık durumuna düşürmek değil midir? Bu uygulama Allah’ı yüceltmek değil küçültmek değil midir?
Evrensel bir dini bir dile bağımlı hale getirerek, o dini bölgesel bir din haline getirerek o dinin evrenselliğini önlemiş oluyoruz. Dine hizmet edelim derken o dine en büyük kötülüğü yapıyoruz. Ve dolayısı ile yalnızca o dine değil, insanlığa kötülük yapmış oluyoruz. Bu yanlışımızı ne zaman göreceğiz ve bu yanlışımızı ne zaman düzelteceğiz?
Alıntı
Saygılarımla