Bu bir yazı dizisinin ilk bölümüdür.
Değerli araştırıcı yazarlarımızdan Sayın Halit Yıldırım’ın benzer bir konu başlığı altında yapmış olduğu bir çalışmanın üzerinden gidilerek derlenmiştir.
Başlayalım...
***
İnsan doğar, büyür, gelişir, olgunlaşır, yaşlanır.
Yaşlanır ama iki huyu genç kalır: Biri hırs diğeri istek.
Bu iki huyun olumlu (yararlı) ve olumsuz (zararlı) yönlerde kullanılışı, bireyin yaşamında almış olduğu mesafenin bir ölçüsüdür.
Emin Özdemir, “İnsan Yüreğine Yolculuk” adlı yapıtında şöyle demiş: “İnsan, damıtık su değildir; onun doğasında iyiyle kötünün, güzelle çirkinin tohumları iç içedir.”
Doğru. Öyledir.
Siz aynı görüşte olmayabilirsiniz. O zaman size sormak gerekecektir: "Siz insanların iyiler ve kötüler, güzeller ve çirkinler diye ikiye ayrıldığı görüşünde misiniz?" diye. Olabilir. Sizin de antitezi savunma hakkınız var.
Bu tohumlar nasıl yeşerir?... İnsanın yaradılışında hangisi ağır basar?
Bu soruların yanıtlarını önceden kestirmenin güç... İnsanoğlunun gerçek yüzünü ve kişilik özelliklerini ortaya çıkaracak olan, yaşama sınavı ve bu sınavdan geçiştir.
Matthieu Ricard, dilimize "Mutluluğa Övgü" adı altında çevrilmiş kitabında şöyle diyor:
Birçok evrim kuramcısı, insan genlerinin ben merkezci davranışları sonraki kuşaklara aktarma olasılığının daha büyük olduğunu ileri sürmüş. Bu genleri taşıyan bireyler, kendi çıkarlarını sistemli olarak başkalarının çıkarlarından üstün tuttukları için, onların özgeci bireylere oranla hayatta kalma ve soylarını sürdürme şanslarının daha yüksek olabileceği düşünülmüş.
Son günlerde Forum'da birçok katılımcımız "Mutluluk" konusuyla özellikle ilgileniyor. Değinmek iyi oldu.
Konuya bu açıdan baktığımızda şöyle diyebiliriz: Tutkular ve bencillik insan varlığının bir parçasıdır. İnsan, doğası gereği her şeye ve herkese karşın kişisel çıkarına öncelik verir. Bu nedenle de insanın gerçekleştirdiği bir düşünce ve eylem, sonuçta kişisel çıkarına hizmet etmiyorsa, onun tarafından asla kabul edilebilir bir olgu değildir.
Ünlü Sosyolog Garett Hardin’e göre de bu davranıştan ortaya çıkan temel kural şudur: “Hiç kimseden kendi çıkarlarına aykırı davranmasını istemeyin.”
Alan W. Watts, "Güvenliksizlikteki Bilgelik" adlı kitabında şöyle demiş: İnsanoğlu olarak bala düşen sinekler gibiyiz. Hayat tatlı olduğu için ondan vazgeçmek istemiyoruz fakat ona ne kadar çok dahil olursak o kadar çok tuzağa düşüyor, sınırlanıyor ve hüsrana uğruyoruz. Bir bakıma onu hem seviyor hem de ondan nefret ediyoruz. İşte bu çelişki sadece bizi kuşatan evrenle bizim aramızda değil, aynı zamanda kendimizle kendimiz arasındadır da… Çünkü inatçı doğa hem çevremizde hem de içimizdedir.
Demek ki önce içimizdeki dünyaya ulaşabilsek iyi olur. Bunun ilk adımı da bu değişim olgusunu içselleştirme ve kabulle başlar.
Burada bir benzetim yapalım mı?
Ağacın kimyasal olarak özü nedir?
Hidrokarbon.
Şimdi bu ağaç değişim ve gelişimini sürdürüp içindeki diğer öğelerin tümünden arındırılırsa, yontulup saf kristalize karbona dönüştürülebilir mi? Bir diğer deyişle ELMAS insan eliyle yapılabilir mi?
Pratikte hayır. Böyle bir şey olamaz.
Teorik olarak ise evet. Teoriye dayanarak deneyenler olmamış değil.
Buna benzer bir şekilde kişi de bireysel gelişimini sürdürerek aşırı hırs, tutku ve ihtiraslarından meydana gelen olumsuzlukları (kötülük ve çirkinlikleri), kendi değerleri ve içsel farkındalığı oranında arındırabilir. Böylece olumlu (iyi ve güzel) yönde gelişimini sağlayabilir.
***
Nasıl?... İyi gidiyor muyuz?
Evet diyen olursa, izleyecek bölümde devam ederiz.