Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: GELENEKSEL SİMYA  (Okunma sayısı 5248 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 28, 2007, 09:06:45 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Kısaca simyanın ne olduğu ve ne olmadığı konusuna değindikten sonra onun varlık sebebi olan geleneksel manasını ve tarihsel durumunu gözden geçirmekte fayda olacağı kanaatindeyiz.

Evvela genel bir bakış açısıyla bakarsak simya gerek pratik olarak gerekse de ezoterik olarak kadim uygarlıklardan itibaren insan hayatında vardır. Olmaması da mümkün değildir: çünkü simya görülen veya bilinen kozmolojik ilmi yapısının dışında aynı zamanda büyük mütekabiliyete / tedahüle bağlı olarak nefse dönük manevi bir psiko-terapi (tıbb er'ruhani) ile de ilişkilidir. [1]

Bununla birlikte net ve açık bir ifade ortaya koymak mümkün değilse de Mircea Eliade'nin de işaret ettiği gibi simya sanatı ve buna dair ayin ve ritüeller ile erken madenciler ve metalürjistlerin hep ortak bir yöneliş içinde oldukları düşünülmektedir.

Yine bir çoklarının haklarında -öyle olmamasına rağmen- doğanın fiziksel yapısı ile meşgul oldukları gibi bir yanılgıya kapıldıkları ilk simyacılar, bu konuda tamamen ilgisizdirler. Burada diğer ilimlerle ilişkilendirmede dikkat edilecek husus doğal olarak bu ilmin geleneksel duruşu ya da ifadesidir.

Bunu yapabilmek adına bir takım genellemelere başvuracak olsak da unutulmamalıdır ki simyanın ilk olarak dünyanın neresinde terennüm ettiği bilinmemekte ve fakat tüm dünyada ortak bir dil üzerinden zengişleştiği için çok net çizgilerle birbirinden ayrımlanması mümkün olmayan ifade kalıpları ve yöntemlerin bulunmasına rağmen bakışları belli bir istikamete tevcih ettirmektedir. Bu istikamet Hermes'in yaşadığı Mısır'dır tabii olarak.

Mısır uygarlığı içerisinde bugün varlıkları bilinen gnostik okullarda ve inisiyatik merkezlerde simya öğretimi yapılmaktaydı, ancak sadece konumuz ve yaklaşımımız gereği biz sadece bu ülkeyle değil fakat aynı zamanda Çin ve Hind’te de temsil ettiği "Yüksek Sanat"a eğileceğiz.

Bu perspektifle şimdi simyanın çeşitli geleneklerdeki konumlanışına bakabiliriz:

İslam Geleneğinde Simya:

"Tasavvuf, bir dalı simya olan ilksel bir ağaç veya çeşitli çiçeklerin bulunduğu bir bahçedir;

bu bahçede simya, kokusu bahçedeki tüm çiçeklerinden yalnızca birine

ait olmasına rağmen bütün bahçeyi kaplayan bir rayiha şeklinde yayılmaktadır."

Seyyid Hüseyin Nasr




Bir ilim olduğu kadar bir sanat biçiminde de gerçekleşen simyanın İslam geleneğine girişi Müslüman ordularının Mısır’ı ele geçirmesiyle olmuştur. Çünkü İslam öncesi Arap toplumunda (cahiliye dönemi) bazı kadim ilimlere dair bir birikim olmasına rağmen simyaya dair her hangi bilinen bir eser yahut çalışma yoktur. Mısır’ın alınmasından sonra, ülkedeki - özellikle İskenderiye- kütüphanelerde başlayan tercümeler sırasında ortaya çıkarılan bir çok ilmi eser, Arap alimler tarafından okunmuş ve tüm Müslüman coğrafyasına yayılmıştır. Otoritenin de bu yönde herhangi bir engellemesi ile karşılaşmayan birçok Müslüman araştırmacı benzer eserleri Mısır’dan olduğu kadar Yunanca’dan da tercüme ederek yeni eserler vermeye başlamışlardır. Özellikle İslam geleneği içerisinde İdris ya da Ebu'l Hükema diye anılan Hermes Trimegustus (üç kere büyük Hermes)’e ait ifadeleri derlemiş olan "Emerald Tabletleri" (Zümrüt Levhalar) İslam simyasına yön veren en önemli eserlerin başında gelmektedir.

Her ne kadar bu kaynaklarla ilk ve doğrudan temasa geçen simyacı Emevi emiri Halid ibn Yezid ise de ve Bağdat okulunu temsil eden Cüneydi Bağdadi ile Hallac-ı Mansur gibi sufiler de bu konuda risaleler kaleme almışlarsa da İslam simyası ile meşgul olanlar içinde özellikle iki isim dikkat çekmektedir: Batı’da Arazi diye anılan Ebu Bekr er- Razi ve Batı’da Geber diye bilinen Ebu Abdullah Cabir ibn Hayyan.

Er- Razi esasen üreyi buluşu ile tanınan ve eczacılık da yapan büyük bir hekim ve düşünürdür. Maddenin doğasına ilişkin olarak tespitler yapmış ve maddeyi cisimler ve ruhlar olarak ikiye ayırıp incelemiştir.

İslam simyasının diğer önemli ismi cibir ilminin kurucusu olan ve Anasır-ı Erbaa (dört unsur) doktrinini daha da geliştirmiş olan Cabir ise bu adla yazılmış matematik ve tıp kitaplarındaki hayli geniş külliyat nedeniyle tek bir kişi olduğundan kuşku duyulan bir isimdir. Bu kuşkunun sebebi ise Emevi iktidarı dönemindeki baskıcı otorite nedeniyle ilmi yazıları "Cabir Risaleleri" adıyla yayınlayan ve İsmailiye mezhebine bağlı oldukları düşünülen bir yeraltı çalışma grubunun bulunması düşüncesidir. Bununla birlikte İhvan'üs'sefa örgütünün de bazı çalışmaları bilinmektedir.

Fakat hülasa edersek Cabir'in yaşadığı kesindir ama eserlerine ilaveler yapılmış olması muhtemeldir diyebiliriz. Ayrıca er-Razi’den sonraki dönemde yaşaması hasebiyle olsa gerek Cabir ibn Hayyan'ın eserleri daha derli toplu ve genişçedir. Kendisinden geriye kalan kitaplar daha sonra Latinceye çevrilerek "Corpus Jabirianus" adıyla yayınlanmış ve bu eserler Batı'da Orta Çağ simyacılığının başlamasına büyük katkıda bulunmuştur.

İbn Arabi'ye verilen "el kibrit’ül ahmer" (kırmızı kükürt) lakabının yanı sıra Mevlana'nın şu sözleri İslam ezoterizminin simyaya bakışının da en büyük temsili sayılabilir: "Sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi. Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni iksirimizden onların bakir gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamiyle simya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten kamil insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi olsunlar." [2]

Bu ifadeler, simyanın esas mahiyetinin irşad olduğunu ve İslam simya geleneğinin de gerek pratikte gerekse de ezoterik anlamı itibariyle simyaya bu gözle baktığını ortaya koymaktadır. Öyle ki Rasul tarafından "İlmin Kapısı" sıfatı yakıştırılan Ali ibn Ebu Talib dahil bir çok yüksek kişiliğin bu ilme vakıf oldukları ama asla dünyevi maksatlarda kullanmadıkları da rivayet edilmektedir.

Zaten bu ilmin İslam içerisindeki kaynağı olarak birçok isim kabul edilmekle birlikte aslının Rasul'den geldiği ve ondan Ali ibn Ebu Talib'e, sonrasında Ali'nin torunu Caferi Sadık'a ve onda da Cabir İbn Hayyan'a kadar devam ettiği düşünülmektedir.

İslam simyasının temel dayanağı doğal olarak tasavvufunki ile aynıdır: "men arefe nefsehu fekad arefe rabbehu" hadisinden hareket eden Müslüman simyacılar kişinin birey-ötesi aşkın varlığına yani Öz'üne yönelmesinin aslında Hu'ya yönelmesi demek olduğu ve bu sayede her bilgiye en yüksek düzeyde sahip olan Akl-ı Küll ile sağlanacak yüce özdeşlik ile her şeye dair bilgiyi elde edebilecekleridir.

Bu yaklaşım zahirde sıradan metallerin üzerinde bir sıvı (el iksir) ve Felsefe Taşı (haceret'ül felasife) ile yaratılacak olan etkiyle özündeki altına ulaşmak olarak tezahür etmiştir.

Bütün İslam simyacıları bu maksatla hareket etmişlerdir demek büyük bir iddia olursa da bu ilmin hakikati ile meşgul birçok alim çıkmıştır.

Bunun yanı sıra diğer batıni ve kozmolojik ilimlerin birçoğunda olduğu üzre -her ne kadar simyaya dair risaleleri olduğu bilinse de- İbn Sina gibi bazı İslam düşünürleri bu ilmi, hakiki saymamış ve reddetmişlerdir. Bunun sebebi ise simyanın orijinindeki müşahedeye dayalı yüksek sembolizmin kolay anlaşılır olmamasıdır. Bu sembolizmin ise amacı malumdur ki gizlenmiş olan bazı bilgilerin ehliyetsiz ve kötü niyetli olabilecek kişilerin elinde insanlara zarar vermesini engellemektir.

Simyanın mahiyeti ile gerektiğince ilgilendiğimizi düşündüğümüz için bu kadarını yeterli görüyoruz.



Aralık 28, 2007, 09:33:32 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Batı Simyacılığı:

Orta Çağ Batı simyacıları genel olarak simyayı aldıkları İslam geleneğinden daha eski olduğunu bildikleri için, örtülü olarak simya ilminin kaynağını İslam geleneğine de kaynaklık eden Mısır olarak düşünmekteydiler.

Simyanın Batı'ya intikali Bizans ve sonrasında da Endülüs medeniyetleri ile XII. asır gibi geç bir döneme denk gelir. Ancak Batılılar bu intikalin en ucunda Mısır'ı ya da insanlığa bilgiyi ilk aktaran tanrı Thoth’u değil onun Yunanlaşmış kimliği olan Hermes Trimegustus'u anarlar. Oysa Batı simya terminolojisinde ve sonrasında kimya bilimi içerisinde de bazı örnekleri bulunan Alchemy, Elixir, Alambik ya da Alkol gibi terimler açıkça Arapça kökenlidir.

Bununla birlikte batı simyacılığının tek kaynağı İslam değildir; Büyük İskender'in seferleri ile Uzak Doğu'dan gelen diğer mistik ilimler ve Aristo ile kemale eren "anasır-ı erbaa teorisi" Hermes'in simyası ile birleştirilerek Batı'ya has özgün bazı neticelere ulaşmıştır. O kadar ki VII. asırda yaşamış olan Morienus adlı bir simyagerin Kudüs'e gelerek inzivaya çekildikten sonra bölgedeki Hıristiyanlara aşırı miktarda altın dağıtmasından sonra Halid ibn Velid'in bu zattan simya dersleri aldığı bile rivayet edilmektedir.

Batı simyacılığı gerek Hermesçilikte gerekse de Hıristiyan Mistisizmi içerisinde ya da Kabbala geleneğinde Doğudaki anlayış ile aynıdır; Sembolik lisanda Felsefe Taşı İsa ile özdeşleştirildiği gibi Büyük Ruh'un bir temsili olarak da kabul görülmüştür.

Simya ile teorik yahut pratik bazda ilgilenen bazı meşhur Avrupalılar şunlardır: Newton, Bacon, Bacon'ın hocası olan Robert Grossetête, Jacob Boehme, Albert Magnus, Thomas Aquinas, Paracelsus, Francis Bacon, Robert Boyle, Meister Eckhart, Basil Valentine, Nicolas Flamel ve George Gichtel.

Özellikle Boehme, Eckhart ve Akinalı Thomas gibi önemli mistiklerin yanısıra bugün modern fiziğin en önemli ismi sayılmasına rağmen yayımlanmamış gizli İncil şerhleri de yazdığı bilinen Newton, bilinen eserlerinin ve çalışmalarının yanısıra simya ile de meşgul olmuş ve kendi fizik teorisini oluştururken bu ilmin kozmolojik yönünden istifade etmeye çalışmıştır.

Daha sonraları Rönesansla birlikte yeniden gelişen Grek felsefesi içerisinde de simya tekrar öne çıkmışsa da rasyonalist düşüncenin ağırlığı ile olduğu kadar artık her geçen gün daha da popülerleşmesi Kilise'yi rahatsız edince yasaklanması sebebiyle tekrar kısa sürede sönmüştür.



Aralık 28, 2007, 09:35:47 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Hind ve Çin'de Simya:


"Altın Ölümsüzlüktür".

Satapatha Brahmana




Bu ifade Doğu'da simyayı özetlemektedir: Altının sırrına kavuşan artık ölümsüzleşecektir. Burada söz konusu olan sadece zahiri bir ölümsüzlük değil fakat batıni bir ölümsüzlüktür; bu sırra kavuşan kişi yani altın haline gelen kişi yüce özdeşlikte yok olacak ve bekaya erecektir.

Doğu'da simyanın ilk terennüm edişi Batı'daki gibi metalurji sanatı ile değil, tıp ilmi ile birliktedir. Bu birliktelik doğal olarak ölümsüzlük iksiri ya da ab-ı hayat ile de alakalıdır.

Çin simyasına ile ilgili bilinen en geniş ve yetkin eser Yün Çi Çi Çien'dir (Kuşkulu Bir Torbadaki Yedi Levha.) Bu ve diğer Çin eserleri değerli madenlerin yapıları ve onları diğer taşlardan elde etme yöntemleri üzerinde durmaktadırlar.

Hind'de ise yine aynı dönemlerde yazıya geçirilmiş olan Vedalar'da hemen hemen aynı konular işlenmektedir. Ancak arada bir fark vardır ki önemlidir: Hind simyacılığı Çin'e nazaran daha ziyade hastalıkların iyi edilmesi yönünde ve madencilikte kullanılırken Budacı ve Hindu inançlarının zaten vaadettiği ölümsüzlük olgusuyla pek meşgul olmamıştır.

Bununla birlikte Hind simyagerleri madenlerin alaşım ve bileşimlerini Batı dünyasından çok çok önce bilecek kadar bu konulara hakimdiler.

Hind simyasını da içine alan özel kozmolojileri ve buna kaynaklık eden metafizik bilgi, düşünce ve inançları kökenlerini Samkya inancının tecelliyatında bulmaktadır. Bu inanca dair bilgilerin kökeni ile mikrokozmos-makrokozmos mütekabiliyetine dayanan diğer tüm inançlarının aslı kutsal metinleri olan Upanişadlar ve Vedanta'da bulunur.

Doğal olarak bu kaynaklardan gelen inançları gereği Hindular için varolan her şey hakikate yani Öz'e dayanmakta ve varoluş bu Öz'ün bir tezahürü, tecellisi olmaktadır.

Tüm varoluşun kaim kılınarak tezahür edişi gereği ortaya çıkan kozmos, yapısından ötürü belli bir sistematik içerisinde hiyerarşiktir: Bu hiyerarşinin tepesinde mutlak olan Puruşa, Prakiti, Brahman veya Şiva ve Şakti'nin birleşimi vardır. Zuhurat böylece Mutlak Olan'dan nitelikler dünyasına, duyular ve atomik yapıya doğru yönelmiştir.

Bu doğrultuda Doğu simyası da yine aynı makro-mikro mütekabiliyeti gereği mevcut hiyerarşik yapıdan hareketle izafi olanın Mutlak Olan'a teveccühünden yola çıkar ve fiziksel elementlerden hareketle metafizik olguları simgelemeye çalışır.

Belki bir de cinsellik simyası vardır Doğu'da ki bu aynı bütünleşmenin farklı bir üslubu ve metodur: gerek Budacı, gerek Hindu ve gerekse de Taocu sembolizm ve ritüelleri etkileyen simya, büyük uyumu takip ederek fizik dünya ve metafizik alemde bazı sonuçlara ulaşan simyacıları yönlendirdiği gibi psişik alemde de bazı yollar aramaya ve uygulamaya itmiştir.

Ancak her türlü örnek de gerçek bir Dikşa uygulaması ile özdeştir: Hindu geleneği içerisinde Dikşa'nın anlamı inisiyasyon ile aynıdır ve uygulanan ritüelde kişi ana rahmini sembolize eden bir hücreye kapatılarak ilk doğumundaki gibi bir dölüte dönüşmesi ve "yeniden doğması" murad edilmektedir. Yani simyanın temel ilkesi burada da dikşa ile (inisiyasyon ya da irşad ile) aynıdır: kişinin aslına geri dönüşünün simgesel uygulaması.

Görüldüğü üzre simya nerede ve ne zaman ortaya çıkarsa çıksın amacı aynıdır ve kullanılan sembolizm ne olursa olsun dile getirilmek istenen hakikat de yine aynı "Aşkın Birlik" ilkesince belirlenmiş olan Hakikat'tir.

Belki hepsinden önemlisi; değişmeyen bir ve aynı Öz'ün yarattığı çeşitlilik adına simyanın "dönüşünüz yalnız Rabbinizedir" ayetince işaret edilen, insanın derin dönüşümü için bir gereklilik ve yüce bir meşguliyet olduğudur.




 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2828 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 29, 2007, 02:06:57 öö
Gönderen: shemuel
12 Yanıt
7205 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 16, 2010, 10:58:15 ös
Gönderen: MASON
0 Yanıt
5025 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 01, 2010, 04:55:33 ös
Gönderen: ozkann
0 Yanıt
3594 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2010, 07:49:01 öö
Gönderen: Genius Loci
1 Yanıt
6363 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 20, 2011, 04:29:30 öö
Gönderen: Sirius
9 Yanıt
9564 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 11, 2014, 04:28:09 ös
Gönderen: BULGARIA