Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MANİCİLİK  (Okunma sayısı 10064 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 12, 2007, 10:10:32 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Manicilik (Manihæism, Manihaism) III. yüz yılın son yarısında İranlı Mani tarafından kurulmuş bir dindir. O güne dek bilinen tüm dinsel sistemlerin gerçek sentezi olduğu ileri sürülmüştür. Manicilik aslında Zerdüşt Düalizmi, Babilonya folkloru, Buddhist ahlâk ilkeleri ve Hıristiyan unsurların bir karışımından oluşmaktadır. Bu bileşimde önde gelen anlayış iki ezelî ilkenin, iyi ve kötünün, çatışmasıdır. Bu bakımdan din tarihi araştırmaları, Maniciliği bir tür dinsel Düalizm (ikicilik) olarak sınıflandırmışlardır. Bu din hem Doğu'ya, hem de Batı'ya doğru olağanüstü bir hızla yayılmış; Kuzey Afrika, İspanya, Fransa, Kuzey İtalya ve Balkanlar'da bin yıl süre ile dağınık ve süreksiz biçimde varlığını devam ettirmiştir. Oysa, asıl gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya, Babilonya ve İran'da gerçekleştirmiş ve Doğu'da etkisini X. yüz yıldan sonralara kadar sürdürdüğü Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı Çin ve Tibet'e kadar yayılmayı başarmıştır.

 



Nisan 12, 2007, 10:11:25 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Mani'nin Yaşamı

Mani (Manys, Manytos, Manentos, Manou, Manichios, Manes, Manetis, Manichæus) özel bir isim değil, bir saygı ifadesi ya da bir unvandır. Mani sözcüğünün Aramîce kökeni olan "Mânâ", ışık anlamına gelmektedir. Mandeen (Sâbiîlik) inancında bir cin olan "Mânâ Rabba" ise "Işık Kralı" demektir. Bu bakımdan Mani sözcüğünün tam anlamının "aydınlatan" olduğu genelde kabul edilmiştir.

Mani'nin gerçek adının bilinmemesine karşın, babası ve ailesi hakkında kesin bilgiler mevcuttur. Babasının adı Fâtâk Bâbâk (Patekios, Patticius, Paftig, Arapça Futtûk) idi ve eski Med başkenti olan Ecbatana (Hamadan) kökenli bir aileden geliyordu. Karısı, yani Mani'nin annesi ise soylu Arsakî hanedanı ile akraba olan Marmarjam'dı. 

Mani, 14 Nisan 216 tarihinde Babilonya'ya bağlı Mardinu kentinde (Mardin?) dünyaya geldi. Fâtâk güçlü dinsel eğilimlere sahip bir kişi olmalıydı, zira bir süre sonra Ecbatana'yı terk ederek, Güney Babilonya'da bulunan "Menakkede" (Arapça Mugtasıla) adlı bir Mandeen tarîkatine katıldı ve küçük oğlunu bu inançlara göre yetiştirdi. Mani'nin babası da, din reformu taraftarı olarak önemli etkinliklerde bulunmuş ve adeta oğluna öncülük etmiştir. Mani dinsel eğitiminin yanısıra gençlik yıllarını nakkaşlık öğrenerek geçirmiştir.

Mani'nin içinde büyüdüğü bu tarîkat hakkında pek ayrıntılı bir bilgi mevcut değildir. Bir tür su ile arınma yani "vaftiz" uygulamasına sadık oldukları biliniyor. Tarîkat üyeleri, günahlarından arınmak için hergün abdest alıyorlar ve yiyeceklerini de su ile temizliyorlardı. Ayrıca, et yemiyorlar ve şarap içmiyorlardı. Her üye kendine ayrılmış bulunan tarlada çalışmak zorundaydı. Tarîkat'in yerleşik ve tarımsal görünümü bir Yahudi tarîkati olan Esseneler'i andırıyor. Bu benzeşimi güçlendiren diğer bir öğe de, kendi dinsel inançlarını tıpkı Esseneler gibi "Yasa" (Nomos) olarak adlandırmalarıdır. Diğer önemli bir unsur da, bu tarîkatin, bir Yahudi uygulaması olan "Sabbat" gününe riayet etmesidir.

Mani, 20 Mart 242 günü Gundeşapûr kentinde I. Şahpur'un tahta geçme törenleri için ülkenin her yanından toplanmış bulunan kalabalığa öğretisini ilk kez ilân etti. "Nasıl Buddha Hindistan'a, Zerdüşt İran'a ve İsa Batı topraklarına geldiyse, işte şimdi ben, Mani, Babilonya topraklarında Gerçek Tanrı'nın habercisi olarak peygamberliğimi duyuruyorum." Mani'nin bir süre sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalmış olması, önceleri pek başarılı olamadığını kanıtlıyor.

Mani, uzun yıllar süresince çeşitli ülkeleri gezerek öğretisini yaydı, Türkistan ve Kuzey Hindistan'da Manici topluluklar kurdu. Nihayet İran'a geri döndüğünde, Şah I. Şahpur'un kardeşi Perviz'i kendi inancına çekmeyi başardı. Mani, en önemli yapıtlarından biri olan "Şahpurikan"ı Perviz'e ithaf etti. Perviz, Mani'nin Şahın huzuruna kabul edilmesini sağladı ve böylece Mani I. Şahpur'a dinsel mesajını aktarma fırsatını buldu.

Ancak, bir süre sonra Mani tekrar bir kaçak olarak yollara düştü. Farklı yörelerde kendi inancını yayma çabasını sürdürdü. Bu geziler sırasında, öğretisini yayan ve güçlendiren uzun mektuplar kaleme aldı. Bu dönemin sonunda yakalanarak hapse atıldı ve ancak 274 yılında I. Şahpur'un ölümü üzerine özgürlüğe kavuşabildi.

I. Şahpur'un yerine geçen oğlu I. Hürmüz, Mani'ye destek oldu. Ne var ki, I. Hürmüz'ün saltanatı yalnızca bir yıl sürebildi. 274 yılında Şahpur'un diğer oğlu Behram tahtı ele geçirdi. Bu saltanat değişimi Mani'nin sonunu hazırladı, zira Mazdeizm'e bağlı olan yeni Şah, her türlü yabancı inancın koyu bir düşmanıydı. Yeni Şah I. Behram, Mani'yi çarmıha gerdirdi. Mani yandaşlarını yıldırmak amacıyla cesedi parçalandı, derisi yüzüldü, içine saman doldurularak kent kapısına asıldı. Mani'nin ölüm tarihi 276-277 yılları olarak biliniyor.

 


Nisan 12, 2007, 10:12:17 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Öğreti

O dönemden günümüze kalabilen resmî belgeler Mani'yi bir din sapkını ve bir şarlatan olarak tanıtıyorlar. Ancak, XVIII. yüz yıldan başlayarak yapılan araştırmalar Mani hakkında tüm bilinenleri değiştirdi. Artık Mani, kimilerine göre yeni bir din kuran bir bilge, kimilerine göre de çeşitli dinsel öğretilerin, Zerdüşt inancının, Buddha'cı ahlâkın, Mithra kültünün ve Hıristiyan öğretisinin bileşimini gerçekleştirmiş bir dehâdır.

Özellikle XX. yüz yılda gerçekleştirilen bazı buluşlar, Mani'nin yaşam öyküsünün tümüyle gözden geçirilmesini gerektirdi. Ortaya çıkarılan ve Mani tarafından bizzat yazılmış olduğu savunulan bu yeni belgeler, Mani'yi insanlığın kurtuluşunu müjdeleyen bir peygamber olarak göstermektedir. Mani, insanlığın dinsel kurtuluşunun tarihsel bir akış içinde en önemli aşamalarını sıralarken, kendi öncülleri arasında Enoch'u, Nuh'un oğlu Sam'ı, Buddha'yı, Zerdüşt'ü ve İsa'yı saymıştır. Mani, bu yazılarda, İsa'nın yaşamının belli başlı olaylarını özetlemiş, Havariler'in çabalarını, Paul'un misyonunu, Hıristiyan Kilisesi'nin yaşadığı krizi ve dünyayı düzeltmek için uğraş vermiş olan Marcion ve Bardanes gibi gnostikleri anlatmıştır Nihayet, İsa'nın müjdelemiş olduğu "Paracletos"un, yani bizzat Mani'nin döneminin geldiğini ilân etmiştir.

"Paracletos" sözcüğü, Ruhulkudüs'e verilen bir isim olarak Yuhanna İncili'nde geçmektedir. "Paracletos"un din dışı anlamı "şefaat eden, aracı, arabulucu" biçimindedir. Özellikle, İsa'nın veda konuşmalarında "Avutucu, Gerçek Ruh ve Kutsal Ruh" adı altında sıkça yer almaktadır. (Yuhanna XIV/16,26 - XV/26 - XVI/7) 

Manicilik'te gerçek gizem, köktenci ve evrensel Düalizmdir. Manici inanca göre bu gizem, Mani'nin ruhsal ikizi olan Paracletos tarafından Mani'ye aktarılmış ve Mani de bu gizemi öğretmekle görevlendirilmiştir. Mani, on iki yaşındayken ilk kez göksel bir ziyarete tanık olduğunu ve ilk ilâhi açıklamaları aldığını ileri sürer. Arap tarihçisi en-Nedîm'e göre bu ziyareti yapan "et-Taum" (ikiz anlamına gelen Nebatîce bir sözcük) adlı bir melektir. Bu melek Mani'nin ikizi ya da ruhsal eşi olup, onu eğitip görevine hazırlayacak olan Paracletos'tur.

Mani'ye göre Zerdüşt, Buddha ve hatta İsa'nın başarılı olamamalarının nedeni, kendi öğretilerini yazıya geçirmemiş olmalarında aranmalıdır. Bu düşünce ile Mani, herkesçe anlaşılabilen basit bir dil kullanarak kendi öğretisini yazıya dökmüştür. Manici yazıların halktan gördüğü yoğun ilgi, Maniciliğin karşısında olanların ve özellikle Hıristiyan Kilisesi'nin neden bu yazıları yok etmeye çalıştıklarını açıklamaktadır. 279 Yılında, Roma İmparatoru Diocletianus, İskenderiye kentinde tüm Manici yazıların yakılmasını buyurmuştur. Buna benzer yok etme çabaları yüz yıllarca sürdürülmüştür. Halbuki, İsa'dan sonra II. yüz yılın ortalarında İran'da doğan Manicilik inancı, henüz ilk yüz yılını tamamlamadan Doğu ve Batı'ya yayılmayı başarmıştı ve doğal olarak karşısındaki en büyük rakip Hıristiyanlıktı. Manicilik ile Hıristiyanlık arasında uzun ve sert bir kavga cereyan etti. Hıristiyanlık bu kez karşısında, akılcı yöntemleri ve başarılı diyalektik çözümlemeleri olan, Hıristiyan Kilisesi modeline uygun örgütlenen ciddi bir hasım bulmuştu. Her geçen gün, Manicilik karşıtı kilise kuralları, devlet buyrukları ve düalist öğretileri kötüleyen yapıtlar çoğalıyordu. Hıristiyan Kilisesi, Manicilik karşısında geçirdiği korkuyu bir daha asla unutamayacak, yüz yıllar boyunca karşılaştığı her düalist hareketi Maniciliğin bir devamı ya da hortlaması olarak kabul edecekti. Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına karşın Vaudois'lar, Kathar'lar, Tampliye'ler Manicilik ile suçlanacaktı. Artık, Hıristiyan Kilisesi'nin gözünde her sapkın inanç Manicilik olarak yaftalanacaktır. Bu suçlamadan ne Luther, ne de Calvin kendini kurtaramayacaktır. Oysa, Luther kendi yandaşları tarafından Kilise'nin Maniciliğe karşı son savunucusu olarak gösterilmiştir.

Batı'daki Reformasyon hareketinden sonra, her ne kadar Kilise'nin dogmatik tutumunda önemli bir değişim olmadıysa da, Maniciliğin araştırılması ve daha iyi anlaşılması çabaları başladı. Manici belgelerinin incelenmesi, Doğu ile Batı'yı Zerdüşt ile İsa'yı birleştirmeye uğraşmış bir bilgenin varlığını gösteriyordu. Zamanla, eski İran ve Hind inançlarının daha iyi anlaşılmasıyla, Maniciliğin kaynaklarına dair yeni açıklamalar elde edildi. Maniciliğin temel öğretisi olan gnostik düalizmin eski Zerdüşt inançlarının yanısıra, Hind öğretilerinde kök bulduğu ortaya çıkarıldı. Böylece Manicilik; köktenci düalizm, Doğu pagan inançları ve doğacı dinlerden kaynaklanan, Zerdüşt'ten yola çıkarak düzenlenmiş ve İncil kalıbına dökülmüş bir gnostik Asya inancı olarak tanımlandı.

Assyrioloji'nin gelişimi Manicilikte yeni nitelikler bulunmasını sağladı. Böylece, Maniciliğin en eski köklerinin Kalde ve Babilonya'nın eski inançlarında yer aldığı anlaşıldı. Sonuçta Mani dininin, Mezopotamya-İran düalizmi üzerine temellenen ve evrensel bir din niteliğine ulaşabilmek amacıyla Buddhizm ve Hıristiyanlık'tan aktarmalar yapan bir "syncretist" (bağdaştırmacı) inanç olarak Doğu'ya ve Batı'ya doğru genişlediği belirlendi. Bu genişleme, Hıristiyanlığın ilk yüz yıllarında tam anlamıyla etkindi ve ancak İslâm tarafından kesin olarak durdurulacaktı. Kısacası Mani, Zerdüşt inancının da kaynağı olan Kalde-Babilonya potasında, Buddhist ahlâk ilkelerini ve Hıristiyan öğretisini harmanlayan bir bilgeydi.

Ortaya çıkarılan son bulguların ışığında, Manicilik bir büyük din olarak değerlendirilebilir. Üstelik "kitaplı" bir din, bir misyoner dini, örgütlenmiş bir din, tüm büyük dinleri kendinde eritmek isteyen evrensel ve nihaî bir din. Ancak tüm bu niteliklerden daha önemlisi, herşeyin başına iki ezelî ve karşıt iki ilkeyi, Işık ve Karanlığı yerleştirmiş olan ve İsa'nın gelişini müjdelediği "Paracletos" tarafından gizemleri açıklanan köktenci bir "gnosis"tir Manicilik. Tüm yaşamı ve tüm bilgileri içerdiğini ileri süren bir toptancı gizem dinidir. İsa başarısız olmuş, Aziz Paul ile Marcion'un çabaları boşa gitmiştir. Gerçek Kilise'yi yeniden düzenlemekle görevlendirilmiş olan Paracletos-Mani zuhur etmiştir.

 



Nisan 12, 2007, 10:13:00 ös
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Gnosis

Hıristiyanlığın ilk yüz yıllarında, Kilise Babaları çoğu zaman pek dikkatli ve titiz olmalarına karşın, temel teolojik konularda kararsız duruma düşmüşlerdi. Çabalarını "Günahtan Arınma" konusuna yöneltmişler, ancak Günahın asıl nedeni konusunda yetersiz kalmışlardı.

Oysa, o çağlarda Hıristiyanlar için en önemli sorun günahtı. İçinde yaşadıkları, Roma İmparatorluğu'nun acımasız, sefih ve belirsiz dünyası, hiç kuşkusuz günah dolu bir dünyaydı. Öyleyse, herşeye kadir olan, iyi Tanrı tüm bu kötülüklere ve günahlara nasıl oluyor da izin veriyordu?

Gnostisizm'in temelinde bu kötülük ve günah sorununu çözme arzusu yatar. Kilise bu konuda tatmin edici yanıtlar üretemeyince, düşünürler kendi öz çözümlerini aramak zorunda kaldılar ve bu arayışın sonunda Hıristiyan Düalizmi oluştu. II. Yüz yılın ortalarında, Gnostik düşünce, birbirinden alabildiğine farklı ancak özde birleşen Marcion, Valentinus ve Basilides gibi düşünürlerin önderliğinde Roma dünyasını sarstı.

Gnostiklerin çözümü, görünen ve bilinen, zalim ve günah dolu evreni yaratmış olma sorumluluğunu Tanrı'dan almak biçiminde ortaya çıktı. Marcion'a göre evreni yaratan Ahd-i Atik'teki merhametsiz Jehova (Demiurgos) idi. Gerçek Tanrı bir başka boyutta, iyilik dolu ve koruyucu olarak daima mevcuttu ve Jehova'nın zalim öğretisine, yani Ahd-i Atik'e karşı çıkmak için, İsa'yı İncil ile birlikte yeryüzüne göndermişti. Bu nedenle, Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid öğretileri kesin bir karşıtlık içindeydi.

Platon, Timaeus isimli diyalogunda evreni Demiurgos'un yarattığını söyler. Bu Yunanca sözcük "zanaatkâr" anlamını taşımaktadır. Gnostikler, Demiurgos'u evreni tüm kusurları ile yaratan, kötü, cahil ve kıskanç, ikincil bir tanrı olarak değerlendirmişlerdir. Gnostizmin ilkelerine göre, sıradan insanlar, yalnızca Gnostiklerin kavrayıp taptığı gerçek Tanrı'ya değil, bilinçsizce Demiurgos'a tapmaktadırlar.

Çeşitli Gnostik tarîkatlerin birbirinden ne ölçüde farklı olduklarını bugün tam olarak bilemiyoruz. Ancak, bunların tümünde bir inisiyasyon töreninin, bir "gizeme ulaşma" ritüelinin uygulandığı biliniyor. Tüm bu tarîkatler, insanları içlerinde bulunan "Tanrısal Öz"ün ölçüsüne göre üç sınıfa ayırmışlar. Valentinus'a göre bu sınıflar şu biçimde sıralanıyor: önce "Pneumatikoi" (Ruhanîler) geliyor; bu kişiler Tanrı ateşi ile dolu olup kurtuluşları için yalnızca gnosis'in açıklanmasına gereksinim duyarlar. İkinci kategoride "Psikhikoi" (Psişikler) bulunur; bu kişilerin ruhlarında Tanrısal öz az da olsa bulunur ama kurtuluşları kesin değildir; kurtulmak için iyilikler yapmaları gereklidir. Sonuncu kategoriyi "Glikoi" (Maddîler) oluşturur; bunlar içlerinde hiç Tanrı kıvılcımı olmayan kişilerdir ve kaçınılmaz olarak geldikleri toza geri dönecekler.

Gnostik düşünce böylesine kesin çizgilerle belirlenmiş bir Düalizmi içerdiği için, yalnızca iyilik ile kötülüğü değil, tüm erdemlerin karşıtını da içeriyordu. Madem ki, yaratılmış evren günah doluydu, o zaman ondan kaçınmak gerekliydi. Öncelikle, herşeyden elini eteğini çekmek gerekliydi. Dünya zevk ve nimetlerinde aşırıya kaçmak acınacak bir durumdu, evlenmek ve çocuk yapmaktan uzak durulmalıydı.

Ancak, Gnostik Düalizm giderek daha keskinleşecek, Işık ve Karanlık, İyi Tanrı ile Demiurgos arasındaki karşıtlık daha sertleşecekti. Demiurgos artık açıkça şeytanın ta kendisi olarak düşünülüyor ve evreni yaratanın doğrudan şeytan olduğu kabul ediliyordu.

Marcion'un temellerini attığı bu inanç zamanla ilk büyük Hıristiyan Düalist kilisesini oluşturdu. Marcion'un düşünceleri o denli etkili olmuştu ki, daha sonraları ortodoks Hıristiyanlık, karşısında bulduğu her türlü sapkın inanca "Marcionist" ya da "Manihaeist" sıfatını yapıştırdı.

Ancak, Marcion'un temelde Hıristiyan olmasına karşın, Mani Hıristiyanlık sınırlarının dışında kabul ediliyordu. Mani, bilinen yaşam öyküsüne göre, bir sapkın Hıristiyandan çok, bir Zerdüştî olmalıdır. Mani'nin kendi yazdıklarına göre, tüm din önderleri; Hermes, Buddha, Zerdüşt, İsa ve hatta Platon onun öncülleridir, ancak İsa'nın yeri hepsinin üzerindedir ve panteistik bir konuma ulaşmıştır. Mani'nin inancına göre, İsa bedenleşmiş bir tanrısal varlıktır, yalnızca yayılan bir ışık değildir, o her yerde vardır; İsa, insanlık için acı çekerek insanların kurtuluşunu sağlamıştır.

 



Nisan 12, 2007, 10:13:53 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Örgüt ve Ritüel

Maniciliğin örgütlenmesinde de Marcion örnek olarak alınmıştır. Maniciler iki sınıfa ayrılmışlardır: gizeme ulaşmış olanlar ile sıradan inananlar ya da Mani'nin adlandırdığı gibi "Seçkinler" (ya da Yetkinler) ile "Dinleyenler". Manicilik'te kadınlar da seçkinlerin arasına kabul edilirdi. Bir tür ruhban sınıfı olan seçkinler, çok zorlu hazırlık dönemlerinden ve çetin inisiyasyon törenlerinden geçirilirlerdi. "Consolamentum" (Teselli) adı verilen inisiyasyon törenine pek önem verilirdi. Bu aşamadan sonra, seçkinler "Tanrısal Işık" ile dolarlar ve artık bu ışığı dünyevî nesnelerle kirletecek eylemlerden kaçınırlardı. Evlenmezler, mülk sahibi olamazlar, et yemezler, şarap içmezlerdi. Tarım işlerinde çalışmamalı, hatta ekmeği bile doğramamalıydılar. Günlük yiyecekleri ve yalın giysileri ile gezgin bir yaşam sürmeliydi seçkinler.

Seçkinlerin ilkeleri, Buddhist keşişlerin disiplinine şaşırtıcı ölçüde yakındı. Arada bulunan tek fark, Manici seçkinlere yerleşik yaşamın yasak olmasıydı. Seçkinlerin yaşamı oldukça zordu. Yaşamları üç mühürle bağlıydı: ağız, el ve gönül mühürleri...İlk mühür, tüm kötü yiyecekleri ve kötü sözleri yasaklardı. İkinci mühür, canlı varlıkların içinde saklı bulunan ışığa verilebilecek her türlü zararı engellemek içindi; adam öldürmek, hayvan öldürmek, hatta meyva koparmak bile yasaktı. Üçüncü mühür, Manicilik inancına ve temizliğine karşı çıkan her türlü düşünceyi yasaklamaktaydı.

Doğal olarak, seçkinlerin sayısı pek azdı. Tarihte ün kazanmış seçkinlerin son derece az sayıda olması da garipsenebilir. Maniciliğe bağlı olanların büyük çoğunluğu "Dinleyiciler"den oluşuyordu. Bunlar yalnızca Mani'nin "On Emri" ile bağlıydılar. Bu on emir sırasıyla puta tapmayı, namussuzluğu, cimriliği, her türlü öldürme eylemini, zina yapmayı, hırsızlığı, yalancılığı, büyücülüğü, ikiyüzlülüğü ve Maniciliğe ihaneti yasaklıyordu. Sıradan inananların ilk görevi seçkinlere neredeyse tapınma derecesine varan bir saygı beslemekti. Dinleyiciler sık sık seçkinlerin önünde diz çökerek kutsanma talep ederler, buna karşılık sebze ve meyva verirlerdi. Herkes için geçerli olan diğer dinsel görevler dua ve oruçtu.

Dua öğle, akşamüstü, gün batımında ve güneş battıktan üç saat sonra olmak üzere günde dört kez zorunluydu. Gündüz duaları güneşe dönerek yapılır, geceleri ise aya bakarak dua edilirdi. Ne güneşin, ne de ayın görünmediği günlerde dua yönü kuzeydi. Dua etmeden önce uygulanması kesin koşul olan bir arınma riti vardı. Arınma işlemi su ile, ya da su bulunmazsa toprak ile yapılırdı. Oruç zamanlaması da tıpkı dua gibi doğrudan astronomik olgulara bağlıydı. Haftanın ilk günü güneşin onuruna (Sunday?) herkes oruç tutardı. Seçkinler, haftanın ikinci günü de (Monday?) ay onuruna oruç tutmakla sorumluydular. Ayrıca her yeni ayda, herkes ik gün oruç tutardı.

Maniciliğin diğer rit ve törenleri hakkında bilinenler pek az. Mani'nin ölüm yıl dönümünde gerçekleştirilen "Bema" töreni Maniciliğin en büyük kutlaması olarak biliniyor. Bu törende sürekli dua edilir ve kutsal yazılar okunurdu. Beş basamakla çıkılan bir platformun üzerine boş bir taht yerleştirilirdi. "Bema" töreninin diğer ayrıntıları ne yazık ki bilinmiyor.

Ayrıca, Manicilikte vaftiz uygulamasının olduğu da kesin, fakat bu konuyu içeren kutsal yazılar kayıp olduğundan, Manici vaftiz töreninin hiçbir ayrıntısı bugün bilinmiyor.

 



Nisan 12, 2007, 10:15:06 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Doğu'daki Etkileri
Hem Roma İmparatorluğu'nun, hem de İran'da Sasanîler'in baskısına karşın, Manicilik hızla yayıldı. İran'ın Doğusunda bulunan ülkelerde çok başarılı oldu. X. Yüz yılın başlarında, Arap tarihçi El-Birunî "Doğu Türklerinin büyük çoğunluğu, Çin ve Tibet'te yaşayanlar ve Hindistan'ın bir bölümü Mani dinine bağlıdırlar" diye yazmıştı. Son zamanlarda Turfan kazılarında ortaya çıkarılan Manici resim ve edebiyat bulguları bu açıklamayı kanıtlamıştır. Mani'nin ölümünden bir yüz yıl sonra, Manicilik Malabar kıyılarına kadar yerleşti. Kara Balgasun'da bulunan ve bir zamanlar Nesturîler'e ait olduğu zannedilen Çince yazıtların, aslında Manici oldukları kuşku duyulmayacak biçimde belirlenmiştir.

Doğu'da Manicilik, IV. yüz yılın sonlarından başlayarak, Doğu İran'da sağlam bir sıçrama tahtası edinmiş ve buradan hareketle İpek Yolu boyunca Afganistan'dan Tarım Havzasına kadar yayılabilmişti. Manicilik 762 yılında Uygurlar'da devlet dini olarak kabul edilmiş ve böylelikle Çin'e doğru genişleme olanağına da kavuşmuştu. IX. Yüz yılda Uygur devletinin yok olmasından sonra, Cengiz Han'a kadar Tarım havzasında varlığını sürdürmüştü. Çin içinde ise, Güney kıyılarına kadar inerek, buralarda varlığını gizli bir din olarak devam ettirmeyi başarmıştı. Çin'in Fukien eyaletinde XVI. yüz yılda bile Maniciliğe rastlanmıştı.

Manicilik İran ve Babilonya'da hiç bir zaman egemen din düzeyine yükselemedi, ancak Emevîlerin yönetimi altında geniş bir hoşgörü ve refaha ulaşabildi. Maniciler kimi Emevî halifelerinden müsamaha gördüler, başkent Bağdat'ta az sayıda olmalarına karşın, Irak'ın bir çok köyüne yayıldılar. Ancak, Emevîlere oranla çok daha az dinsel hoşgörü sahibi olan Abbasîler döneminde, Maniciler "zındık" olarak değerlendirilip baskı görmüşler, çeşitli suçlamalar nedeniyle cezalandırılmışlardır. Bu suçlamalar arasında Düalizm, zina, akraba arası cinsel ilişki ve homoseksüellik önde geliyordu. Uygulanan baskılara karşın, özellikle Irak'ta bulunan Manici topluluk etkinliğini IX. yüz yıla kadar sürdürmüştü. Ancak, devam eden Abbasî zulmü, Maniciler'in toplu halde önce Horasan'a ve daha sonra, Maniciliğin bir devlet dini olduğu Uygur ülkesine göç etmelerine yol açmıştı.

Maniciliğin, "Thomas İncili", "Addas Öğretileri" ve "Hermas'ın Çobanı" gibi Hıristiyan "apocrypha"larını (Kilise tarafından kabul görmeyen İncil metinleri) benimsemesinden dolayı, Thomas, Addas ve Hermas'ın Mani dininin ilk büyük havarileri oldukları söylentisi doğdu. Addas'ın Doğu'da, Thomas'ın Suriye'de ve Hermas'ın da Mısır'da havarilik ettikleri varsayıldı.

Manicilik, Mani'nin ölümünden önce bile, Filistin'de biliniyordu. St. Ephrem 378 yılında, hiç bir başka ülkenin Mezopotamya kadar Manicilik'ten etkilenmediğinden yakınmaktaydı. Edessa'da (Urfa) 450 yılında güçlü bir Manici cemaat mevcuttu. Emesus'lu Eusebius'un, Laodicea'lı George'un, Tarsus'lu Diodorus'un, Antakya'lı Chrysostomus'un, Salamis'li Epiphanus'un ve Bostra'lı Titus'un Maniciliğe karşı mücadele ettikleri biliniyor. Tüm bunlar, Maniciliğin Batı Asya'da Hıristiyanlık için ne denli büyük bir tehlike olduğunu göstermektedir. Ancak, Maniciliğin Hıristiyanlığa en fazla zarar verdiği ülke Mısır oldu. İmparator Konstantin zamanında, Maniciliği benimsemiş olan İskenderiye valisi tüm Hıristiyan rahiplere görülmemiş bir sertlikle davrandı.

Doğu Roma toprakları üzerinde, Manicilik en etkin olduğu düzeye 375-400 yılları arasında ulaştı ve sonra hızla geriledi. VI. yüz yılda bir süre için yeniden önem kazandı ve toplumun yüksek sınıfları arasında kabul gördü. Bu dönemde İmparator Justinianus Manicilikle ciddi bir mücadeleye girdi ve kısa sürede Maniciliğin bu canlanma çabası da bastırıldı. Ancak, bu çabalar Maniciliği tümüyle yok edemedi. Bir süre sonra Manicilik, yeniden canlanarak, Paulician'lar ve Bogomil'ler adı altında Bizans İmparatorluğu'nu istilâ etti.

Batı'daki Etkileri

Batı'da Maniciliğin esas yurdu Kuzey Afrika'ydı. Mani'den sonra gelen ve ikinci Paracletos olarak adlandırılan Adimantus da Afrika'da etkin olmuşdu. Maniliğin Afrika'daki en büyük önderlerinden biri de, IV. yüz yılın sonlarında yaşayan Mileve'li Faustus'tur. Mileve'de yoksul bir ailenin oğlu olarak doğan Faustus, gençliğinde Roma'ya yerleşmiş ve orada Maniciliğe girmişti. Derin bilgi sahibi değildi, ama etkileyici bir konuşmacıydı. Manici çevrelerde ünü çok yaygındı. 383 Yılında Kartaca'ya göç ettikten kısa süre sonra Hıristiyanlar tarafından tutuklandı, fakat herhangi bir ceza görmeden salıverildi. 400 Yılında, Maniciliği öven ve Hıristiyanlığı, özellikle Eski Ahid'i yeren bir kitap yazdı. Hıristiyan Pederlerinden ve Maniciliğin en önemli düşmanı olan St. Augustinus bu kitaba tam otuz üç ciltlik bir yapıtla yanıt verdi. Faustus'un daha sonraki yaşamı hakkında bilgi mevcut değil. Ancak, St. Augustinus'un yirmi yıl boyunca kaleme aldığı sonraki yapıtlarında Manicilik'ten hiç söz etmemesi, bu süre içinde Maniciliğin etkisini giderek yitirdiğini gösteren bir kanıttır. Vandallar'ın Afrika'yı ele geçirmesi üzerine, Maniciler son bir girişimle, Arius mezhebine bağlı Vandallar'ı Maniciliğe çekmeye çalıştılar. 477-484 Yılları arasında hüküm süren Vandal Kralı Huneric'in bu girişime karşı tepkisi çok sert oldu ve Kuzey Afrika'daki tüm Maniciler ya sürgüne gönderildiler, ya da yakıldılar.

Maniciliğin Batı'daki merkezlerinden biri de Roma kentiydi. 311-314 Yılları arasında Papalık yapan Miltiades, "Liber Pontificalis" isimli eserinde, Roma'daki Manicilerden söz etmekteydi. İmparator Valentianus'un 372 yılında çıkardığı bir ferman, Roma'daki Manicilerin kovuşturulmasını buyurmaktaydı. 384-388 Yılları arasında da, Roma'da "Martari" adında yeni bir Manici tarîkat ortaya çıktı. Bu tarîkat, özgün Mani öğretisini değiştirmeyi amaçlıyarak, seçkinlerin gezgin yaşamı terk etmesini ve bir tür manastır düzenine girmesini öngörmekteydi. Martari'ler en büyük direnci Maniciler'den gördüler.

VI. Yüz yıldan başlayarak, Manicilik Batı'da neredeyse tümüyle yok oldu. Her ne kadar sağda solda, kimi gizli topluluklar ve düalist tarîkatlar varlığını sürdürdüyse de, bunların Babilonya'lı peygamber Mani ile doğrudan ya da bilinçli bir ilintisi mevcut değildi. Ancak tam beş yüz yıl sonra, XI. yüz yılda Doğu'dan, Bizans ve Bulgaristan yolu ile gelen Paulician'lar ve Bogomil'ler Batı'yı etkilediler. Bunların düalist öğretileri, Kuzey İtalya ve Güney Fransa'da tohumlanabilecek verimli alanlar buldular ve böylece tarihte ilk kez Hıristiyan topraklarına yönelik Haçlı Seferlerine yol açmış olan Kathar hareketinin temellerini attılar.

 


 


Nisan 12, 2007, 10:16:05 ös
Yanıtla #6
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Sonuç

Bu denli sıradışı bir teoloji ve insanın yazgısından çok "Işık" için ilgi besleyen bir dinsel inancın, böylesine hızla yayılıp itibar görmesi oldukça yadırgatıcı bulunabilir. Ancak, gnostik efsanelerin bolluğu, ne denli akıldışı olursa olsun, bu tür yaratılış öykülerine inanmaya hazır geniş halk kitlelerinin varlığını göstermektedir. Ayrıca, III. yüz yılda Roma'nın baskıcı ve mutsuz dünyasında, tıpkı Hıristiyanlık gibi, herkese kurtuluş vaadeden bir inancın yayılma olasılığının ne ölçüde yüksek olduğu Manicilik örneğinden açıkça anlaşılmaktadır.

Maniciliğin kısa sürede yayılması, ne ondan önceki, ne de sonraki dinsel inançların yayılmasına benzemez. Zira Manicilik, diğer dinlerin aksine, kabul edildiği ülke ve topluluklarda hiç bir temel politik ve sosyal değişim yaratmayı öngörmemiştir. Bu durum Manici misyonerlerin görevlerini zorlaştırmış, zaten bir bileşim olarak doğan dinlerini, diğer ulusların kültürel ve toplumsal koşullarına adaptasyon gereğini yaratmıştır.

Maniciliğin tümüyle entellektüel düzeyde kalması ve toplumsal-politik değişimler yaratmakta iddiasız olması en zayıf özelliğiydi. Kısacası Manicilik anti-sosyal olması yüzünden başarısızlığa uğradı. Bu sert ve savaşçı çağlarda, uygarlıklarını barbar saldırılarına karşı koruma endişesindeki yöneticiler, bu denli edilgen bir inancı onaylayamazlardı. Toplumsal kuralları hiçe sayan, yandaşlarına başıboş dolaşıp çalışmayı reddetmelerini ve sadaka ile geçinmelerini buyuran, hayvanların öldürülmesine bile karşı çıkan barışçı bir inancın baskı ve zulüm görmesi kaçınılmazdı. Örgütsel yapıları da, ağır baskılardan sonra yaşamını sürdüremeyecek kadar dayanıksız ve edilgendi.



Nisan 12, 2007, 10:20:24 ös
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

Her dinin bir çıkış,bir de bitiş süreci verdir.Bazı dinler çıkış sürecinden bugünlere büyüyerek gelirler.Ancak ilk çıkış koşullarında olmaları bir yana çeşitli yorumlarla bir yana çekilerek bölünme noktalarına da gelir.Şu kesindir ki yeryüzünde hiçbir din yoktur ki insana,insanın mutluluğuna yönelik olarak doğmasın.Dinler insanın iç dünyasına yönelik olarak,yani insan tanrı ilişkilerini belirlerken bir çoklarında daha çok bununun yanında insanın sosyal yaşamının kurallarını da belirler.
Bugüne kadar yeryüzüne gelen yüzlerce din ve inançtan çok azı yaşayabilmişken,bazı dinler ise ortada adları olmamasına karşın etkilediği toplumlar oldukça çoktur.Geçmişten günümüze sadece etkileriyle yaşayabilmiş dinlerden bir tanesi de MANİ dinidir.Biz bu bildirimizde Mani dininin Anadolu'daki izleri üzerinde duracağız.Etkilerine girmeden önce Mani dini konusunda hafızalarımızı biraz yoklayacak olursak onun bize hiç de yabancı olmadığını göreceğiz.
Mani dini İslamiyet’ten dört yüz yıl önce,hrıstıyanlık’tan iki yüz yıl sonra ortaya çıkmış ve özünde Anadolu çıkışlı bir dindir.Manihaizm diye de adlandırılır.Mani dininin kurucusu olan Mani
Mani dinin kurucusu olan Mani Dicle Fırat sularının en verimli bölgesinde doğmuştur.Onun doğrudan Mardin doğumlu olduğunu söyleyen kaynaklar da var Mani’nin doğduğu bölgede çeşitli manastırlar ve değişik dinlerin etkileri vardır.Bunlardan birincisi hrıstıyanlıktır ki Mani bu dini bili dışlamadan ona katkı koyduğunu belirtir Esasen Manicilik,başka bir söylemle maniheizm hrıstıyanlık ile zerdüşlük dininin ortasında bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.Mani zaten kendisi bu dinleri olduğu gibi benimser ancak,kendi koyduğu kurallarda maniciliğin bir ışık dini olduğunu da söylemeden geçemez.
216-277 yıllarında yaşadığı bilinir.Ancak onun yetiştiği bölgenin Mezopotamya’da bir çok tanrının ve tapınağın olduğu da bilinmektedir Mani çocukluğunda hep bu tapınaklarda gezmiş,buraları tanıma olanağı bulmuş ve iyi de bir eğitim almıştır.Babası Patti her ne kadar oğlu Mani’yi bir yaşında terk etmiş olsa da sonraki dönemlerde has bir taraftarı olarak ölene kadar onun yanında sadık bir mürit olarak kalmayı başarmıştır.Patti aslında Mani için iyi bir örnektir.Kendisi bir hrıstiyan olmasına karşın bu dinin dışındaki bütün dinleri de inceleme fırsatı bulmuştur.Oğlu Mani doğduğunda da hrıstıyan kurallarına göre vaftiz ettirilmiştir.
Mani’nin doğduğu dönemde Güçlü Roma’nın başında İmparator olarak zalimliğiyle ünlenen Caracolla oturmaktadır. Caracolla her ne kadar Mezopotomya’nın verimli bahçelerini ve varolan kültürünü Mani’nin gençliğinde yokedilmişise de imparotor bu yağma sırasında ölümden kurtulamamıştır.
Mardıne’nin has bahçeleri içinde doğan ve yöre tapınak ve dini tapınakların Maniye verdiği haz hiçbir zaman bir başka yerde verilimezken mani yerinde duramaz.İçini kemiren şey seyahattır.Dostlarının ve yakın tüccar arkadaşlarının kendisine verdiği ekonomik güç ve birlikte yolculuk Mani’nin ufkunda yeni şeyler ortaya koyar.Aradığı ışığı bu gezileri sırasında yakalayacaktır.Yakaladığı şeyler de Mani’yi bir türlü mutluluk içinde göstermeye yetmez.
Mani konusunda ülkemizde yapılmış çalışma çok azdır.Eldeki kaynaklar da Mani konusunda farklı mekanlar ortaya koymaktadır.Barthold Mani konusunda farklı bir yaklaşımla onun “Arsacid hanedana mensip olup aslen Hemedanlı iken sonradan Babilonya’ya” geldiğini söylemektedir.Mardinli olmasa da bu bölgeye sonradan geldiği belirtilmektedir.Yani sonuçta Mani dininin kurucusu olan Mani bir Anadolulu peygamber olarak karşımıza çıkmaktadır.
215 yada 216 yılında doğmuş olan Mani ilk dini terbiyesini bu bölgede aldıktan sonra Zerdüştlük ve hrıstıyanlık üzerine önemle durmaktadır. Her iki din konusunda yeterli bilgi sahibi olan Mani daha çok bütün dinlerin kaynağı olan Asya dinlerini incelemiştir.Öncelikle İran dinleri olanMitra,zerdüşt,Mazdek,Şaman,Budizm ve Brahmanizm dinlerinin yanında platonculuğu da inceleyen Mani böylece yaşamış ve yaşayan bütün çevre dinler konusunda bilgi sahibidir.Onun üzenrinde durduğu hrıstıyanlık,zerdüştlüktür.Yaşadığı bölge ve yakın çevresi hrıstıyan olan Mani bu dinleri de incitmeden olduğu gibi benimseyerek kendi geliştirdiği dini sistemi ortaya atmış,dolaştığı yerlerde de zaman zaman bir hrıstıyan rahip gibi görünmeyi de ihmal etmemiştir.
Mani geliştirdiği yeni görüşlerini yaymak için Hindistan içlerine kadar seyahat etmiştir.Gezip gördüğü yerlerde hemen bir dini tapınak ya da kiliseye girip onlar gibi ibadetini yaptıktan sonra konuşmalarıyla orada bulunanları büyülemektedir.
Mani dini ortaya çıkışı ile yayılması arasında çok kısa bir zaman vardır.Mani çevresini çok çabuk etkileyip onları kendisini desteklemeğe zorunlu bırakıyordu.Bunun önemli nedenlerinden birisi de bulunduğu yörenin mevcut dininin sembollerini aynen kullanması ve kendi dinini de bu dinin biçimlerine çabuk uydurmasıdır.Son yıllarda gerek Çin,gerek Mısır’da olsun bulunan yeni kaynaklar bu dinin ne derece etkili izler bıraktığını göstermektedir


Nisan 12, 2007, 10:21:24 ös
Yanıtla #8
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

MANİCİLİĞİN DEVLET DİNİ OLUŞU

Mani dönemini hep kaleme almıştır.Ancak Mani’den günümüze ulaşan çok azıdır.En hızlı yayılıp,en çok baskı gören dinlerdendir.Mani’nin kendi yazmalarında dünyanın dört büyük imparatorluk arasında bölündüğünü,bunlardan Romalılar,Sasaniler,Çinliler ve Asurlular olduğunu belirtirken kendi kurduğu dinin bu imparatorluklardan ikisinde önemli olçüde etkili olduğunu ne yazık ki göremez.Ancak bunlardan Sasani İmparatoru Şapur’a Mani ile ilgili verilen bir raporda tanrı buyruğu olarak sunulur ve şunlar yer alır.”Tanrı bildirilerinden dolayı bir çağdan bir çağa,tam tutarlılık içinde ortaya konulmuştur.Bunlar zaman içinde,Hindistan’da Buda adlı bir peygamber,İran’da Zerdüşt ve batıda İsa tarafından tebliğ edilmiştir.Neden sonra tanrısal esin son yıllarda Babil’de değruluk tanrısının habercisi Mani’yi tarafımdan ortaya çıkartmıştır” dinini kabul ettirmede geç kalmaz.Şahpur’un desteklediği Mani Hindistan ve Çin içlerine kadar etkili olmada geç kalmaz.Ne yazık ki Şapur’un iki oğlu arasında küçük oğul Hürmüz ile büyük oğul Behrem arasındaki ikdidar çekişmesi ne yazı ki Behrem’den yana dönmesi Mani için kötü sonu da getirdi.Pers ülkesnde dinini rahatlıkla yayması Behrem’in imparator olmasıyla o acı sonu da getirmede geç kalmadı.Mani derisi yüzülerek öldürüldü.Yıl 276 .Ancak Manici misyonerler onun davasını Çin’e kadar götürdüler.
Çeşitli kaynaklar Maniciliğin Uygurların resmi dini olduklarını yazar.Bu ise ugurların yıkılışına kadar devam etmiştir.Bu konuda Çin kaynakları ve uygur kitabeleri ve tapınakları canlı tanıklık yapmaktadır.”759 tarihinde tahta çıkan bir Uygur hükümdarı Maniheizmi resmi din olarak kabul etmiştir.Daha V11.yüzyılda Çine kadar gelmiş olan bu din mensupları V111.Asırda Çin şehirlerinde hala tesadüf olunuyordu.762 de Çinli bir asinin yardım talebi üzerine T’anğ’şarkı payıtahtını işgal eden Uygur hanı orada bu dinin büyük bir ruhanisine tesadüf etmiş ve onun nüfusu altında Maniheizmi kabul etmiştir.
Bazı kaynaklarda Mani dinini kabul eden hükümdarın adı bilinmez olarak verilirken Abdülkadir İnan,Bu hükümdarın Bökü Han olduğunu yazmaktadır.”Göktürkler’in elinden eğemenliği alan ilk Uygur hakanları(Kül Bilge ve Moyun Çur) şamanist idiler.Uygur hükümdarlarından Bökü Han 763 de Uygurlar arasına Manihaizm mezhebini soktu Uygurlardan önce Çin içlerinde yaygınlaşan Mani dini Ötüken’de Uygur Hanı Bügü’nün Çinde yapılan bir savaşta zaferle çıkması ve kendisini etkileyen Mani misyoneriyle birlikte bütün din önderlerini Çin’den istemesiyle bu din resmen Uygurlarca kabul edilmiş oluyordu.”762’nin sonunda Mani rahipleri Ötüken’e gelirler.Kağan Mani dinini resmen devlet dini olarak kabul eder.Fakat Mani dininin bu kabülüne kağanın vekillerinden Bağa Tarkan karşı koyar.(Uygur harfleriyle yazılmış Eski Türkçe bir metin bu olayı anlatmaktadır) Uygur hakanının Büğü Kağan olduğu bazi eserlerde de açıkça belirtilmektedir.Daha 7.yüzyılda Çin’in doğu Türkistan’ı zptedmesi üzerine kervan yollarının yeniden açılmasıyle birliktemaniciliğin doğuya doğru yayılması başlamıştı.694 de manici misyonerler Çin sarayına ulaşt ve 732 de çıkartılan fermanla Çin’de bu dine ibadet özgürlüğü tanındı.Uygur Türkleri8.yüzyılda Doğu Türkistan’ı fethedince,Türk önderlerinden biri(büyük olasalıkla Büğü Kağan) Maniciliği benimsedi ve 840 da Uygur krallığı yıkılıncaya değin manicilik devletin resmi dini oldu
Uygurlar hakanın buyruğuyla mani dinini kabüllemelerine karşın ,bu dinin kökleşmesi zaman almıştır.Hatta Uygurlar Mani diniyle birlikte kendi din anlayışlarını da terk etmemişlerdir.”Bu dik kuzeyden gelen Uygurlar arasında ancak 840 dan sonra,yani Uygurların Doğu Türkistan’a gelip yerleşmelerinden sonra kökleşmiş olacaktır.Bununla beraber Uygur ülkesinde manihaizm,hristiyanlık ve budizm ile yan yana şamanizm de yaşıyordu” Dönemine ilişkin eski Türkçe metinlerde Uygurların maniciliği ve Büğü Kağan’ın bu konuda halkına anlattıkları ve mani dinini nasıl özümsediği ve hatta kendisinin bu güne kadar halka eziyet ettiği ve bu dile tanışmasının ardından bu günahlarını sıyırıp atacağını bizzat kendi ağzından anlatmaktadır


Nisan 12, 2007, 10:22:13 ös
Yanıtla #9
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

YAYILIŞI VE ETKİLERİ

Mani Dini önceleri İran ve Mezoptamya’da yayılmış,Hindistan ve Çine kadar uzanıpAfrika ve batı’da Roma ve Fransa’ya kadar uzanmıştır.Sasaniler ve Uygur Türkleri’nin resmi dini olduktan sonra uzun bir yayılış sonucu büyük bir baskı görüp,çeşitli dinlerle kaynaşıp adından söz ettirmez olmuştur.11.Yüz yıl başlarında Orta Asya’da kendisini gösteren Mani dini Türklet arasında kısa sürede kendisini göstermiştir.Anadolu’ya İslamiyetken önce dönüş yapan Mani dini Türkmen göçleriyle Anadolu içlerinde büyük bir varlık göstermiştir.Alevileri derinden etkileyerek daha çok Haydari,Kalenderi,Cavlaki gibi tarikatları arasında rahat bir tavır gösterirken Bektaşi tarikatı içinde günümüze kadar izlerini kaybetmez.Bu gü Anadolu Aleviliği içerisine Mani dininin etkileri sürmektedir.
Manihaizm dünyada en çok yayılan dinler arasında gösterilebilir.O’nun yayılışıyla ilgili elde fazlaca kaynak vardır.”Manihaizm 111.asrın ortasından başlayarak,Mısır’da hıristian cemaatları arasında ve put-perest felsefe mektepleri mensupları içerisinde ve nihayet Filistin’de ve Roma’da müessir olmağa başladı.1V.asırda bu dalalet her tarafa yayılmış ve yerleşmişti.Şimali Afrika’da 373-382 de hristiyanlığın büyük siması Saint Augustin de bir aralık bu dalalete sapmıştı”


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2076 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 27, 2010, 08:28:20 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
2725 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 28, 2010, 06:58:55 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2038 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 29, 2010, 02:11:33 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2467 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 31, 2010, 01:41:01 ös
Gönderen: ADAM