Uygarlığımızın kökleri, yaklaşık 5 bin yıl önce çivi yazısını icat eden Sümerlilere dayanmaktadır. Ünlü bir tarihçinin dediği gibi ”Tarih Sümerle başlar”.
Asur ve Babil’in yazıtları, Sümer kayıtlarından çok daha önce deşifre edilmiş olduğundan, uzun bir süre boyunca ilk kanunların, M.Ö. 1900 civarında Babil kralı Hammurabi tarafından bir araya getirilip yürürlüğe konduğuna inanılmıştı. Ama Sümer uygarlığı ortaya çıktıkça, bir kanun sistemi, toplumsal düzen kavramı ve adaletin adilce uygulanması konusundaki “ilkler”in Sümerlilere ait olduğu da ortaya çıkmıştır. Elde edilen buluntulara göre ilk Sümerce yazılı kanun kitabı, yeni Sümer devrini ve üçüncü Ur sülalesini başlatan Urnammu tarafından kaleme aldırılmıştır. Ve ne kadar ilginçtir ki Sümer kanunları, daha sonraları ortaya çıkan diğer uluslar tarafından da kullanılmaya devam edilmiştir.
Musa’nın kanununda bulunan anaya babaya saygı, kimseyi öldürmeyeceksin, zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan yere tanıklık etmeyeceksin gibi kurallar çok daha önce hazırlanmış olan Sümer kanununda da aynen yer almaktadır. Sanki her ikisi de aynı kaynaktan alınmış gibi. Ancak, Sümer kanunlarının daha insancıl olduğunu görüyoruz; yani göze göz, dişe diş cezalar mevcut değil.
Sümerlilerin uygarlığa en büyük katkıları, dillerini ifade edebildikleri bir yazı sistemi icat etmeleri ve okullar açarak köklü bir eğitim sistemi geliştirmiş olmalarıdır. Başlangıçta taşlar üzerine resim şeklinde uygulanan yazı türü, daha sonra yumuşak kil tabletler üzerine aktarılmış ve değişikliğe uğrayarak “Çivi Yazısı” dediğimiz şeklini almıştır. Bir yüksek uygarlığın ortaya çıkabilmesi için şart olan yazının icadı ve gelişimine ek olarak, Sümerliler matbaayı da icat etmişlerdi, hem de Johann Gutenberg’in matbaayı “icat etmesinden” binlerce yıl önce… Sümerli katipler çeşitli piktografik işaretlerin hazır “tipo”larını yapmışlar ve bunları şimdi bizim ıstampayı kullandığımız gibi, ıslak kil üstüne istenen işaret sıralamasını bastırmak için kullanmışlardı. Ayrıca bugün kullanılmakta olan rotatif baskı makinalarının ilk tipi olan silindirik mühürleri de icat etmişlerdi.
Sümer’i teknolojik anlamda üstün yapan özelliklerden birisi, zift ve asfalttı biliyor ve kullanıyor olmalarıydı. Örneğin Sümer dilinde bu ürünler için kullanılan kelimelerden birisi olan ve “tutuşan taşlar” anlamına gelen “napatu”, bugün kullanmakta olduğumuz “naphta” kelimesinin köküdür. Bu ürünler, Mezopotamya’nın birçok yerinde doğal olarak toprak yüzeyine sızmaktaydı. Petrol ürünlerinin teknolojik kullanımının M.Ö. 3500’lerde Sümer’de başladığı tahmin edilmektedir.
Mezopotamya mezarlarında bulunan bazı iskeletler, beyin ameliyatlarının tartışılmaz işaretlerini taşımaktadırlar. Kısmen kırılmış tıbbi bir metin “bir adamın gözünü kapayan gölgenin” cerrahi yolla çıkartılmasından söz eder; muhtemelen bu bir katarakt ile ilgili operasyondur. Radyoaktif maddelerin bilindiği ve belirli hastalıkları tedavi etmek üzere kullanıldığı, Sümer uygarlığının ilk zamanlarına ait bir silindir mühür üstünde resmedilen bir tıbbi tedavi sahnesi sayesinde kesin biçimde anlaşılmaktadır. Şüpheye yer bırakmayacak biçimde, özel bir yatakta yatan bir adam görülmektedir. Yüzü bir maske ile korunmakta ve bir tür ışınıma maruz bırakılmaktadır.
Sümer yapılarında kullanılan tuğla - kerpiç, evlere künklerle getirilen suyolları, lağım sistemi, örneklerinin ilk türleridir. Uygarlığımızın en önemli icatlarından biri olan tekerlek, yine 5 bin yıl öncesine ait Ur kral mezarlarında bulunan bir arabada ve birçok kabartmada görülmüştür.
Sümerliler, gökyüzünü incelemiş ve burçları saptamışlar, daha da ileriye giderek astrolojinin temelini kurmuşlardır.
Ayın hareketlerine göre seneyi 30’ar günlük 12 aya bölmüşlerdir. Güneş sistemine göre her yıl artan 10 günü toplayarak üçyılda bir seneyi 13 ay yapmışlardır. Ayları haftalara bölmüşler ve hafta içinde bir günü dinlenmeye ayırmışlardır. Sümer okul tabletlerine göre, çalışılan 6 günün ardından 7. günde dinleniliyordu. 1780’e dek ve ondan önceki yüzyıllar boyu, insanlar güneş sistemimizde yedi üye olduğuna inanmışlardı; Güneş, Merkür, Venüs, Ay, Mars, Jüpiter ve Satürn. Tüm bu gök cisimlerinin, üstünde Tanrı’nın en önemli eseri olan insanın bulunduğu Dünya’nın etrafında döndüğüne inanılmaktaydı. Bu görüşün kaynağı M.S. 2.yy’da İskenderiye’de yaşayan gökbilimci Ptoleme’ye dayanır. Ptolemeci astronomi, 1.300 yıldan fazla hüküm sürmüştür, ta ki Modern Astronominin babası sayılan Kopernik, Güneş’i merkeze koyana dek. Ancak kilisenin gazabına uğrayacağından korkan Kopernik, Dünya’yı merkeze koyan görüşe karşı çıkan çalışmalarını, ancak 1543’de ölüm döşeğindeyken yayınlayabilmiştir. Aslında Kopernik’ten binlerce yıl önce gökbilimcilerin gezegenleri Güneş’ten başlayarak doğru sırada sayabilmeleri ve o eski dönemlerde çok daha fazla şey biliyor olmaları, sürekli olarak geliştiğini öne sürdüğümüz bir uygarlık anlayışı için oldukça ilginç bir tezat oluşturan durumdur. Öyle ki kadim gökbilimciler sadece dünyanın bir küre olduğunu bilmekle kalmıyorlar, aynı zamanda örneğin 2.000 yıldan fazla bir gözlem zamanı gerektiren gökcisimleri, burç takımyıldızı hareketlerini de ayrıntıları ile biliyorlardı. Aslında bugün bildiklerimizin dahi ötesini biliyorlardı.
M.Ö. 1.yy’da tarihçi Diodorus Sirculus, Mezapotamya astronomisinin kesinliğini onaylar ve Kaldelilerin gezegenleri adlandırmış olduklarını ve Güneş merkezli bir sisteme inandıklarını ortaya koyar. Sümer formüllerine ve geleneklerine bağlı olarak çalışmalarını yürüten Asur ve Babilliler, gökcisimlerinin gelecekteki konumlarını sıralayan ve tahmin eden tablolar kullanıyorlardı. Demek ki Grek dahil o ve sonraki döneme ait astronomi bilgisinin kaynağı Kalde’dir. Kadim dünyanın her yerinde nesiller boyunca “Kaldeli” adının “Yıldız Gözleyen” yani gökbilimci anlamına gelmesi de başka ilginç bir hususdur. Prof. George Sarton’un ortaya koydukları, Prof. Neugebauer tarafından daha da ileriye götürülmüştür. Ona göre bu tablolar, kullanıcıların müdahale etmelerine gerek bırakmayacak detay ve kesinlikte açıklamalara sahiptir. Neugebauer bu çalışmalarına dayanarak şu sonuca varmıştır; “işlem metinlerinde anlamları kısmen bilinse de okunuşları hiç bilinmeyen çok sayıda teknik terimle karşılaşırız”. Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki “birileri”, Babillilerden çok önceleri çok daha üstün bir astronomi ve matematik bilgisine sahipti.
Sümerliler, matematikte onlu ve altılı sistemi kullanmışlardır. Okullarında kullanılan çarpım tabloları ve Yunanlı Pisagor’a mal edilen ünlü teoremi Sümer’den kalan tabletler üzerinde bulunduğunda, bu bilim dünyasını oldukça çok şaşırtmıştı.
Tanrılar, soy kütükleri ve bu konudaki hikayeler ile ilgili olarak, bu güne kadar Sümerlilerin bıraktıklarından daha eski kayıtlar, hiçbir yerde bulunamamıştır. Sümer dini çok-tanrılı bir dindi. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri bulunan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi onların da çocukları, eşlerinden oluşan aileleri vardı. Tüm tanrılar bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Her biri bir gök cismi ile sembolize edilen 12 büyük tanrının oluşturduğu bir İlahlar Meclisi tarafından yönetilirlerdi. Baş Tanrı AN idi. Babil ve Asur metinlerinde ANU olarak geçmektedir. Anu, tanrıların büyük babası ve kralıdır. Mekanı ve krallığının merkezi ise göklerdeydi. Sümerler Anu’yu bir yıldız ile sembolize ediyorlardı. Kanatlı bir küre ise Anu’nun evini, yani 12. gezegeni sembolize eder.
Tanrıların, ihtiyaç duyduklarında danışmak veya meclis toplantılarına katılmak için gittikleri yer ANU’nun bu mekanı idi. Sayısız metin Anu’nun sarayının büyük giriş kapısını Hakikat Ağacı ile Hayat Ağacı tanrılarının koruduğunu anlatır. Üzerinde düşünüldüğünde Yaşam ve Hakikat’in evrendeki en önemli iki temel öğe olduğu anlaşılacaktır. Hangi şey bu ikisinden daha kapsamlı ve önemli olabilir ki!
Sümeriloji dalında dünyaca ünlü bir uzman olan Sayın Muazzez İlmiye Çığ, “Kuran - İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni” isimli kitabında, Sümerliler tarafından 1500 kadar Tanrı adının listelenmiş olduğunu belirtiyor.
Sümer'ler hakkında bu bilgileri aktardıktan sonra, halen Türkçe'de kullanılan yaklaşık 600-700 kelimenin Sümerce ile aynı olduğu bilinmektedir.