SENECA
İ.Ö 3 - İ.S 65
Seneca İmparatorluk Stoa’sının ilk filozofu olduğu gibi en çok yazılı eser bırakmış filozofudur. “Önde gidenlerin adımına bağlanmak bizim için tehlikedir. Halbuki insanlar inanmayı, muhakeme etmekten çok seviyor, düşüneceği yerde inanmakla yetiniyor” der. “En iyi olan çoğunluğun hoşuna gitmez, kötünün en büyük delili halktır. O halde çok kullanılanı değil iyi olanı, halkın beğendiğini değil bize sürekli saadet sağlayanı aramalıyız”. Aklın ve erdemin önemine ve birlikteliğine yapılan bu vurgu hemen her yerde önde gelen öğedir. Filozof açık, doğru ve kendi doğasının gereklerine tam anlamında uygun bir usun gerekliliği üzerinde durur. Seneca’ya göre bir insanı değerlendirirken, kendi değerlerine göre değil de dıştakilere göre değerlendirmemiz yanlıştır. Onu malından, mülkünden, unvanından, talihin ona verdiği hoş görünüşten hatta vücudundan ayrı olarak değerlendirirsek sağlıklı bir yargıya varabiliriz. Usun değerlendirmeleri, sağlam ve sürekli olmaları, azalmamaları ve yok olamamaları nedeniyle en değerli olanlarıdır. Cesaret önemli bir erdemdir. Sevinçler gibi acı ve üzüntüler de dirençle karşı konulduklarında erdemli olmamızı sağlar. Önemli savlarından biri, hep vücutlarını çalıştırmak yerine zihni geliştirmeye uğraşmak gerekliliğidir. Böylece ruhun, talihin vuruşlarını yenilmeden karşılayabilmesi sağlanır. Özgürlük ve erdem bu gelişimle olanaklıdır. Gerçek özgürlük ne alınır ne de satılır. Ancak bu nimeti biz kendimize verebiliriz. Mutlu olmak ancak doğru bir değerlendirme yeteneğiyle kazanılır.
Seneca’nın ölüme yaklaşımı da ilginçtir: “Ölüm var olmamaktır, tam bir sessizliktir. Hem hayattan öncedir hem de sonra. Tıpkı bir lambanın sönmüş olması, yanmasından öncesinden kötüdür demek gibi bir budalalıktır ölümü başka bir şekilde yorumlamak. Hayatı ne çok sevmeli ne de ondan nefret etmeli. Olgun bir insan hayattan kaçmaz, çıkar. Ona son vermek gerektiğinde bile gelişi güzel acele hareket etmemek gerekir.” Dostluk konusuna yaklaşımı ise, dostlarımızı kaybettiğimizde bile daima onlara sahip olduğumuzu düşünmemiz, dostların kıymetini bilmemiz, yarar değil bir içgüdü ile dostluğu aramamız gerektiği şeklindedir. Ona göre yüksek mevkilerin, malın mülkün derdine düşmüş, işe güce dalmış insanların gerçek dostluğu tatması zordur. Ölümün sebep olduğu acıya karşı tek çare kaybettiğimizin hatırasını saklamaktır. Sahip olmamız engellenebilir, ama olmuş olmamız asla. Çok yaşamanın tek yolu hayatımızı doldurmaktır. İnsanlar çoğu zaman yaşamın kısalığından şikayetçidir. Onlar yaşama hazırlanırken, yaşam bitip gider. Kullanmasını bilmeyen insanın elinde tükenen servet gibidir. Bir başkasının kendi mülküne girmesine kimse izin vermez. Küçük bir sınır meselesi silahlı kavgalara yol açar. Ancak yaşamımızı ele geçirmelerine karşı bir şey yapmaz, hatta ona hükmedecekleri oraya biz sokarız. Parasını paylaşan insan yoktur, ama herkes hayatını başkalarına dağıtır.
Geçmişi unutanların, günü ihmal edenlerin, gelecekten korkanların ömrü kısadır. Son anlarında her zaman bir şey yapmamakla meşgul olduklarını anlarlar. Yalnız kendini bilgeliğe verenlerin boş zamanı vardır. Yalnız onlar yaşarlar. Hem yaşamlarını iyi idare ederler hem de bütün yüzyılları ona katarlar. Onlar geçmiş yüzyılları da kazanmışlardır. Cimrilik, mevki, unvan hırsı ve ölüm korkusu bilgeliği kazanmanın önündeki en büyük engellerdir. Cehalet dertlerimiz için tesirsiz bir ilaçtır derken, eğitilmemiş, gelişmemiş bir ruhun, aklın hükmetmediği bir insanın zavallılığını anlatır. Kazanmak adına feda edilenler özgürlüğümüzü, bilgelik olanağını ve mutlu bir yaşamı alıp götürür. Yer değiştirmek iyi yaşamayı sağlamaz, her yerde iyi ve kötü yaşamak insanın elindedir. Yaşamımıza düzen veremeyişimizin bütün gerekçeleri dışta değil içtedir. İnsanın bilgeliğe doğru gitmesi kendine verdiği emekle olabilir. Akılsızlığa mahkumiyetimiz bundan kurtulma konusunda gerekli çabayı gösterme irademizin olmayışı, derine inmek, çabalamak, çalışmak ve öğrenme yetimizin azlığı ile ilişkilidir.
Yapılması gereken yalnızca mevki ve ün hırsına yabancı, dürüst bir yaşam kurmak değil her türlü çıkar düşüncesinden mümkün olduğu kadar uzaklaşmak ve doğru davranışın en büyük armağanı olarak doğruluğunu görmektir. Epiküros “ Halkın hoşuna gitmekle hiç uğraşmadım, benim bildiğimi halk sevmez, onun sevdiğini ben bilmiyorum” derken Stoa’cılar da dahil bir çok felsefe okulunun ana görüşünü ortaya koyar. Günümüzde iyice bilgisiz kılınmış, halkın beğenisi, alkışı ve takdirini, haklılığının ve doğruluğunun kanıtı yapan siyasetçi ve sanatçılara bu gözle bakmak ilginç olabilir. Cehaletin, erdemsizliğin egemen olduğu ve usun dışlandığı günümüzde Seneca’nın “Yalnız bir tek bilgi ruhu olgun kılar: iyinin ve kötünün bilgisi” sözü hatırlanmalıdır. Okumayı daha çok öğrenmek için değil, daha iyi öğrenmek için yapmak, kendi kendisi ile kalabilmek, bir yerde durabilmek, eserleri hızla karıştırmak yerine bazılarına gönülden bağlanacak derinlikte bakmak gereklidir.
Öfke, sarhoşluk, korku, aşk gibi usun egemenliğini yok eden, insanı savuran durumlardan olabildiğince uzak durulmalıdır. Öfke bütün öbür tutkulardan üstün ve hepsini yok eden niteliktedir. Usuyla değil kurallarla davranan insan ödevini yaptığı varsayılsa bile, neden yaptığını bilmemesi, her zaman aynı şekilde yapamaması, rastlantısal olarak doğru hareketlerde bulunsa bile yaptığı hareketin doğruluğunun bilincine sahip olamaması nedeniyle ödevinin devamlılığını sağlayamaz. Bilge talihin hiçbir şey yapamadığı insandır. Her hücuma karşı siperde ve tetiktedir. Fakirlik de, yas da, hakaret de, ıstırap da üzerine saldırsa bir adım gerilemez. Onların arasından ve onlara karşı kokusuzca yürür. Bazılarının gösterişli hayatına dayanarak yaptıkları eleştiriye “ Ben kendimden değil, erdemden söz ediyorum” diye karşılık verir.
Seneca bilimin ne olduğunu öğrenmeyle ve bilgeliğe ulaşmayla ilgili olarak da birçok düşünce ortaya koymuştur. “Yediğimiz yemekler, değişikliğe uğramadığı ve midemizde kaldığı müddetçe ağırlık verir. Ancak değiştikten sonradır ki, kanımıza karışırlar. Zihni besleyen şeylere de aynı şeyi yapalım ki belleğimizde değil, zihnimizde olsunlar. Onlara öyle yürekten katılalım ve öylesine benimseyelim ki nasıl küçük ve değişik miktarlardan tek bir sayı olursa, birçok düşünceden bir birlik doğsun. Hayran olduğumuz, çok üstün gördüğümüz bir kimseyle benzerliğimiz olsa da bu resim gibi değil evlat gibi olmalı. Çünkü resim ölü bir şeydir”.
Erguvan renkli giysiler giyenlerle konuşmaktansa, insanların olgunu, yarı çıplak Demetrios’la konuşmayı yeğler. Ona göre hazzın kaynağı erdemin bilincidir. Güçlü olmayan, doğru olmayan, haz duyamaz. Güçlü insan hazzı reddetmez ancak hazzın kölesi olmayı reddeder. Epikuros’un haz duymanın yasası onun doğaya uymasıdır düşüncesine katılır. Hazlarımızın anıları kendilerinden daha uzun ve vefalıdır. Filozof usun egemenliğini ve haz duymak için bilge ve erdemli olmanın gerekliliğini vurgular.