Şu andan başlayarak art arda birkaç bölümde Masonluğun değişik tarihlerdeki anayasalarının özellikle üzerinde durulan 1. maddesini gözden geçireceğim. Bunları ayrı bölümlerde yapacağım ki okuyanlardan isteyenler her biri hakkındaki görüş, bilgi ve eleştirilerini ayrı ayrı yapabilsin.
1723 Tarihli İlk Anayasa
Önce, bir masonun kendine özgü ayrıcalığı ile ahlâk yasasına uymak zorunda olduğu belirtilir.
Buradaki ahlâk yasası (moral law) kavramını çağımızdaki medenî kanunun 18. yüzyıl başlarında İngiltere’deki karşılığı olduğunu düşünebiliriz. Ancak şunu da düşünmeliyiz ki, o tarihlerde henüz hiçbir ülkede medeni kanun ya da benzeri bir yasa yoktu. Böyle bir yasayı ancak dinsel kurallar oluşturabilirdi.
Sözü edilen “ayrıcalık” (tenure) kavramı ise, yalnızca tüm halkın köle sayıldığı bir toplum düzeninde “özgür insan” olabilme hakkına sahip bulunma olgusundan ileri gelmemektedir. Gerçi Londra’da yaşayanlar, bu kentin özelliği nedeniyle zaten özgür insanlardır ama, Masonluk sadece Londra sınırları çerçevesinde kalmış değildir. (Londra’nın hemen bitişiğinde ye alıp bugün kent merkezi ile birleşik durumda olan Westminster bile o tarihte ayrı bir kent statüsündeydi.) 18. yüzyıl başlarındaki ortamda masonların, toplumsal yapı içindeki yerleri kadar tutum ve davranışları bakımından da saygın kişiler oldukları, bundan ötürü kendilerine Masonluğun görüş açısından bakıldığında ayrıcalıklı sayıldıklarını da unutmamak gerekir. Ancak bu ayrıcalık, mason olmakla kendilerine birtakım yetkiler ya da bağışıklıklar tanındığını değil, çok daha basit bir şekilde locaya girebilmiş ve “özgür mason” sıfatını taşımaya hak kazanmış olmalarından ileri gelir. Buna karşın ilginç olan bir nokta da yasanın bu maddesinde “özgür mason” (freemason) sıfatının kullanılmamış ve sadece “mason” denmiş olmasıdır.
Bundan sonra bir masonun budala bir tanrıtanımaz ya da dinle ilgisiz bir özgür düşünce sahibi kimse olmayacağı söylenir.
İşte bu deyiş, başlı başına bir tartışma konusu olmuştur. Bunun üzerinde birçok yorum yapılmıştır. Eğer buradaki zorunluluk, bir masonun ne bir tanrıtanımaz (ateist) ne de bir özgür düşünceci olabileceği şeklinde düzenlenmiş bulunsaydı böylesine uzun tartışmalar çıkmayabilir ve yapılan yorumlar arasında da pek önemli bir fark görülmeyebilirdi. Fakat “budala bir tanrıtanımaz” (stupid atheist) denilince; kimileri bunu bir tanrıtanımazın aynı zamanda bir budala olduğu ya da tanrıtanımazlığın ancak budala kimselere yaraşacağı şeklinde yorumlamıştır. Kimileriyse bu terimi tersinden alarak, “budala” ve “tanrıtanımaz” sözcüklerini ayırmış, bir masonun akıllı ve bilinçli bir ateist olabileceğini, ancak bilinçsizcesine budala bir şekilde Tanrı’yı yadsıyamayacağını, anayasanın ilk yükümlülüğünün böyle bir koşulu vurguladığını ileri sürmüştür.
Benzer yorumlar din ile ilgisiz (dinden bağımsız) özgür düşünce sahibi kimse deyişi için de söz konusudur. İngilizcede bu amaçla kullanılan “libertine” sözcüğünün sözlüklerdeki karşılığı “sefih”, “hovarda” ya da “umursamaz” şeklinde de verilmektedir. Ancak 18. yüzyıl başlarında kullanılan İngilizcedeki anlamı düşünülecek olursa, “tüm inanç ve düşünülerinde hiçbir etki altında kalmaksızın kendi özgür buyrultusunu kullanan ve uygulayan” tarzında bir tanım ortaya çıkar. Kimi yorumculara göre böyle bir kişi dinsiz sayılır ya da hiçbir dine inanmayan ve bağlanmayan bir kişiye özgür düşünceci denir. Diğer grup yorumcular ise anayasadaki bu koşulun asla bir masonun özgür düşünceci olmasını engellemediğini, hiçbir dine bağlı olmayışını da engellemediğini ama hem hiçbir şeye inanmayıp hem de bir özgür düşünceci olamayacağını belirttiğini ortaya koyduğunu savunur.
Şayet uzlaştırıcı bir yaklaşımı benimseyen bir yorum yapılacak olursa, temel yasanın ilk yükümlülüğündeki bu zorunluluk, bir masonun hiçbir belirgin dinin inançlısı olması gerekmediğini, ancak kendi başına kendine özgü bir dinsel düşünü de oluşturamayacağını, bu arada dinsel ya da tanrısal inanç eğilimlerinin tümüyle dışında da kalamayacağını ortaya koyar.
Anayasanın bu maddesi ayrıca, masonların özel kanılarının kendilerine bırakılarak, bütün insanların üzerinde uyuştukları bir dine [132] uymaları gerektiğini bunun da iyi ve doğru ya da onur sahibi ve dürüst insan olmakla özdeşleştiğini belirtir.
Bütün insanların üzerinde uyuştukları bir din deyişi de ayrıntılı inceleme ve farklı yorumlara hedef olmuştur. Kimisi burada tüm dinlerin ve inanç sistemlerinin birleştikleri ilkelerin tümünden söz edildiğini ileri sürer. Kimisi de bunun August Comte’un betimlediği “akıl dini” olduğunu savunmuştur. James Anderson’un sonradan İngiltere’deki dinsel kurumların baskısı üzerine bu konuda yaptığı açıklamada ise, burada sözü edilen dinin mezhep ayırımı yapılmaksızın, genel olarak “Hıristiyanlık” olduğu ve başka da bir şey olamayacağı belirtilmiştir. Bireysel nitelikleri (bir din adamı olduğu) göz önüne alındığında, Anderson’un bireysel görüşünü doğal karşılamak gerekir. Ancak o tarihlerde artık İngiltere Büyük Locası adını almış olan obediyans, bu konuda resmen kurumsal nitelikli bir açıklama ya da yorum yapmaktan sakınmıştır.
Anayasanın yine bu maddesinde, Masonluğun, birbirlerinden her zaman için uzak kalacak kişiler arasındaki gerçek dostluk uzlaşmasını sağlayacak bir olanak ve birliğin merkezi olacağı belirtilmiştir.
Her ne kadar bu anayasanın içinde yer aldığı kitapçığın önceki bölümlerinden bu anayasanın yalnızca İngiltere için düzenlenmiş olduğu izlenimi çıkmaktaysa da, işte bu tümce böyle bir izlenim ile çelişkili bir eğilimi ortaya koymakta, âdeta Masonluğun evrenselliğini ya da bir evrensel birlik amacına yöneldiğini vurgulamaktadır.
Bunun neden böyle olduğuna ilişkin ise şöyle bir yorum yapılmaktadır. Kitabın öncesindeki tarihsel bölüm doğrudan James Anderson’un kaleminden çıkmıştır. Yükümlülükler bölümünün düzenlenişinde Anderson’dan çok Jéan Theophile Désaguliers başta olmak üzere kimi diğer masonların etkisi ağırlıktadır. Bunların arasında sıradan her masona açıklanmayan birtakım gizli emeller de vardır ki bunlar ancak evrensel bir düşünüş ile sağlanabilir.