Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: EZOTERİZMİN COĞRAFYASI - 4  (Okunma sayısı 5362 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Şubat 23, 2010, 04:17:29 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Ptoleme, Hermetik ilkelerin günümüze kadar gelebilmesinde en önemli rolü oynamış kişilerden biridir. Onun zamanında Mısır yine eski günlerini yakalamış ve bir şekilde âdeta bugünün Amerikası şekline gelmiştir.

Şubeleri Mısır’ın hemen her kentine yayılmış olan bir banka ilk kez Ptolemik bir hanedan zamanında kurulmuştur.

Helen kültürünün bu topraklara çok önceden yerleşmiş olması, Helenlerin de Mısır kültüründen ve Ptolemik hanedan zamanında yeni baştan yapılandırılacak olan eski Mısır kültürünün içerdiği Hermetik ilkelerin ezoterik yöntemlerini yeniden canlandırma çalışmalarından yararlanarak, bunları bire bir Helen kültürüne sokmalarını sağlamıştır.

İskenderiye Roma İmparatorluğu’nun eline geçince, ardından da Ptolemik haneden tarafından geliştirilmesiyle, dünyadaki en zengin ve en önemli merkezlerden biri olup çıkmıştır. O tarihlerde bile nüfusu 500 bine yaklaşan İskenderiye’de, 1500 banyo, 2400’den fazla tapınak ve 24 binden fazla ev vardı.

Ptolemik hanedan sırasında bu kent hem ekonomik hem entelektüel düzey bakımından dönemin en üst noktasına çıkmıştır. Kütüphanelere sürekli gelip giden öğrenci ve akademisyenler orada bedava yiyip içer, onlardan vergi alınmazdı. Eğitim ve öğrenim o kadar ciddiye alınmıştı ki, akademisyenlere maaş bağlanıp, emirlerine hizmetçi bile verilmişti.

İskenderiye’deki bu kültürel gelişme, -daha sonraki etkileşimleri her ne olursa olsun- izleyen dönemlerde, özellikle 3. yüzyılda Ammonius Sakkas ile öğrencisi Plotinus gibi düşünürler aracılığıyla eski Hermetik ilkelerin Neoplatonizm ya da Yeni Eflâtunculuk adı altında daha sonraki düşünce ve inanç sistemlerini etkilemesine neden olacaktır.

391 yılında İskenderiye patriğinin önderliğinde Hıristiyanlar, Serapis Tapınağı ve bitişiğindeki kütüphane ile önceki inanç sistemine ilişkin diğer kütüphaneleri ortadan kaldırmaya girişti. Birçok bilimsel ve felsefi yapıtı yakarak yok ettiler.

Günümüzde bile geometrinin babası sayılan Euklidies (Öklit) ile daha o tarihte dünyanın yuvarlaklığını kanıtlayıp çevresini ölçmüş olan Sireneli Erutosthenes’in çalışmaları, hem astronom hem astrolog Claudius ile Ptoleme’nin yapıtlarındaki öğretiler, bunu izleyen bin yıl boyunca tıp alanında yapılan araştırmalara öncelik eden Crista Galli’nin buluşları, Antik Mısır hanedanlarına ilişkin bilgi edindiğimiz ünlü tarihçi Manetho’nun yapıtları ve daha birçokları yanarak yok olup gitti.

Hani Sayın Ceycet bu dizi yazının bir öncekine katkı yaparken Hz. Ömer’in İskenderiye’deki kütüphaneyi yaktığını belirtmişti ya; ona pek bir şey kalmamıştı ki yakacak!... Asıl kıyım ondan iki buçuk yüzyıl önce yapılmıştı.

İskenderiye’yi bu düzeye getiren yıllarda, burasının tam anlamıyla bir kaynaşma noktası, kültür, inanç ve folklorik özelliklerin birleştiği bir yer olduğu görülüyor. O dönemde bu kentte çeşitli halklar bir arada yaşardı. Bunların arasında en kalabalık grubu Musevîler oluşturuyordu. Kudüs’ü kendilerine ruhani merkez olarak kabul ederken, tapınaklar için üstlerine düşen her türlü ödentiyi düzenli olarak verseler de; buradaki Musevîlerin çoğu karşımıza yüzyıllarca Helen kültürü ile karışmış ve dolayısıyla Helenize olmuş denilebilecek bir toplum biçiminde çıkar.

Sinagoglardaki törenler Helence yapılmaktaydı. Torah olarak da anılan Musa’nın beş kitabı Helenceye çevrilmişti.

Ölü Deniz kıyısında yakın geçmişimizde bulunmuş olan Kumran yazıtlarının bile eski Aramice olması, bu yazıtların İskenderiye’den doğma bir mezhebin üyelerince yazılmış bulunduğu olasılığını akla getirir.

Ptoleme ile bağlantılı en önemli noktalardan biri, onun zamanında yeniden canlandırılmasına gerek duyulan Antik Mısır’ın eski inanç sistemi üzerinedir. Bu sistem, kökenini Mısır tarihi ve inanç sistemlerinin en eskilerinden almıştır. Bu, Mısır’ın eski başkenti Memfis’in inanç sistemidir ve “Serapis kültürü” olarak da bilinir.

Aslında Serapis kültürü de kökenini eskilerden alan Apis Boğası kültürü ile ünlü Mısırlı mitolojik kahraman Osiris’in Helenoromen bir sentezde birleşmesinden ortaya çıkmıştır.

Osiris kültürü ile özdeşleştirilme aşamasında, ona önce “Oserapis” diye bir ad takılmıştır.

Osiris kültürü, aslında M.Ö. 5000 yılı dolaylarında başlayıp Ptolemik hanedana kadar süren hayli uzun bir zaman diliminde Hermetik ilkelerin ana iskeletini temsil etmekteydi. Apis kültürü de Mısır’ın ilk zamanlarına kadar uzanıyordu. Doğrudan Amon Ra’ya alternatif olmak üzere “Ptah” adlı bir yaratıcı ilkenin bu dünyadaki simgesel açılımının bu seçilmiş boğa olduğuna inanılıyordu.

Apis Boğası, çok özel bir şekilde rahipler tarafından seçilir ve özel bir törenle Memfis Tapınağı yakınlarındaki Apis evine getirilirdi.

Apis boğasının eski kültürdeki ilâhi açılımları ile bunun Serapis kültüründeki simgesel yüklemlerinin ne ölçüde benzer olduğunu ne yazık ki bilemiyoruz. Ancak hiç kuşku yok ki Apis Boğası, şu andaki Hint kültüründeki gibi Brahma ile özdeşleştirilmiş ve kutsal sayılmıştı.

Eski uygulamalarda, ölen boğa mumyalanırdı. Sakkara’da görkemli bir tören düzenlenirdi. Büyük bir özenle mumyalanan boğa, Memfis’ten Sakkara’ya çok gizli bir yoldan getirilirdi. Sonra da “Serapeum” denilen, granitten yapılma gizli bir lahit içine gömülürdü.

Elimde Apis boğasının mumyalama işleminin gösteren bir alıntı çizim var. Ne yazık ki bunun papirüs üzerine yapılmış bir resmini bulamadım. Apis boğasının birçok heykeli, birçok rölyefi var ama şu mumyalama işlemini gösterene ulaşamadım.



Yaşanan dönemde bir tek canlı Apis Boğası olabilirdi. Öldüğü zaman ulusal yas ilan edilirdi. Bundan sonra da rahipler, tüm Mısır’a yayılan bir yas ile ruhunun hangi boğaya girdiğini anlamak için araştırma yapmaya başlardı.

Bu inanç sistemi sonraları Serapis kültürünün bir parçası oldu. Ptolemik hanedanın ilk zamanlarında şekillendirilen bu kültürde, Helenlerin Zeus, Helios, Hades, Diyonisos ve Asklepios ile bağlantılı simgesel açılımlarının da bir şekilde bu yeni inanç sisteminin içine çekildiği görülüyor.

Musa, bir peygamber niteliğiyle elindeki tabletler ile Sina Dağı’ndan indiğinde; kavminin eldeki tüm altını eritip bir boğa heykeli yapmış olup onun çevresinde raks ettiklerini görünce, büyük düş kırıklığına uğramıştı. Bunun ayrıntılı öyküsünü Tevrat’ın “Çıkış” (Exodus) başlıklı bölümünde okuruz. Bu bağlamda ilâhiyatçıların yorumu her nasıl olursa olsun, Mısır’dan çıkan Musevîlerin, Musa dağdan inmekte gecikince ne yapacaklarını bilemeyip, büyük bir olasılıkla eski Serapis geleneğindeki boğa figürünü Helenlerden aktarılma Pagan inançlarıyla da bağdaştırarak bu eski inançlarını yine canlandırmaya giriştikleri düşünülebilir. Bu davranış yine putataparlığa dönmek midir?... Kestirmeden öyle olduğunu söylemek, olaya pek dar bir görüş açısından bakmak olur.

Roma kültüründeki “boğayı boğazlayan ünlü kahraman Mitra”nın bile Apis kültürü ile ilişkisi olduğunu fark etmek öyle pek zor olmaüsa gerek.

 




Bunları belirtikten sonra şimdi sıra bu ezoterik geleneğin nasıl ve hangi yollarla nerelere uzandığına bakmaya geldi. Bu özetle anlatmış olduklarım üzerinde kuşkusuz benden çok daha geniş bilgisi olanlar vardır. Katkılarını esirgemezlerse sevinirim.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
4893 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2010, 11:26:34 öö
Gönderen: Prenses Isabella
2 Yanıt
3517 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2010, 01:20:01 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3051 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 22, 2010, 06:30:28 ös
Gönderen: oasis
2 Yanıt
3134 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 25, 2010, 05:27:28 ös
Gönderen: karahan
3 Yanıt
4047 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 14, 2015, 08:28:32 ös
Gönderen: Risus