Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ARAP DÜNYASINDA (İslâm öncesi) “TAŞ” - 1  (Okunma sayısı 5296 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 11, 2010, 12:22:28 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bilirsiniz, İslâmi gelenekte hac ziyareti sırasında uygulanan ritüelik uygulamalardan biri de Mina’ya giderek Şeytan’ın işareti (simgesi) olarak bilinen bir noktayı taşlamaktır. Hacı adayları, yerde buldukları ya da bir başka yerden getirdikleri taşları belli bir noktaya fırlatmakta, böylece hem Şeytan’ı taşlamakta hem de günahlarından arınmaktadırlar.



Bu ritüel, Müslümanlıkta yaratılmış ve salt İslâm dinine özgü değildir; İslâm inançlarının çok öncesinden gelir. Nasıl Kâbe’yi tavaf etme ritüelinin benzerleri başka kültürlerde de görülürse, bu da öyledir. İslâmi potada erimiş, İslâmlaştırılmıştır. [Tavaf konusuna daha sonra ayrıca geleceğim.]

Taşlama bir yana, ölmüş büyüklerin mezarlarına bir başka yerden taş getirilerek bırakılması, bugün ziyaret edilen mezarlara bir çiçek bırakılması ile aşağı yukarı aynı anlama gelmekteydi. Daha önce bir başka başlık altından değinmiş olduğum üzere;  Helenlerin yerden bir taş alıp orada bulunan ki bir taş yığını üstüne fırlatma geleneği vardı. Onun amacı da taş yığını üstünde yerleştiği varsayılan bir hayalet ya da cini kaçırmaktı. Gene daha öhce bir başka başlık altında sözünü etmiş olduğum Avrupa geleneklerindeki dolmen ve menhirler aracılığıyla şifaya ulaşmak, hastalıklardan kurtulmak çabası da bunun bir diğer versiyonudur. Hastalar, bedenlerinde sorunlu olan yerlerini bir aziz ya da bilge olarak kabul edilen kişilerin mezar taşlarına sürterdi. Çoğu zaman hasta organın sürtüldüğü taşa bir daha dokunmamak gerekirdi.

Taş yığın ya da kümeleri, bir cinayet işlenmiş ya da birinin ölmüş olduğu yerin anısına da yapılabilirdi. Bu şekilde yapılan yığınlara ”menzeh” denirdi.

Çoğu zaman dağlık arazideki mezarlıklarda bilge ya da azizlerin mezarları ufak piramitler ile süslenirdi. Böylece bir ziyaretçi, engebeli arazideki mezarı kolaylıkla bulur, hem rahatça ziyaret eder hem geçtiği yerleri belirlemiş olurdu.

Taş tepe ya da kümelerine taş fırlatmak geleneği kimilerince ölülerin ya da ataların ruhlarına bir çeşit kurban vermek olarak görülürken, kimileri bu geleneği inananın bu taş yığının ruhu ile ruhsal birleşme amacı olarak niteler. Bu konuyu inceleyen çoğu araştırmacı da, hastalıklardan kurtulmak için taşa sürtünmeyi tüm dünyada yaygın ilkel büyüsel pratiklerle özdeşleştirmiştir.

İslâm öncesi geleneklerde taşlar, diğer kültürlerdeki gibi büyü amaçlı olarak da kullanılırdı. Büyü yapılacak insan taş tepeciğinin üstüne konan bir taşla özdeşleştirilir, parçalara ayrılması, eziyet görmesi, acı çekmesi hatta mahvolması beklenirdi.

Bu geleneklerdeki bir başka etkileşim, değerli taşlara yüklenen okült açılımlar, halk inançlarında İslâmiyete geçişten sonra da devam etti. Değerli taşlar hem büyü yapmak hem yapılmış bir büyüyü önlemek amacıyla kullanılırdı. Koral, karnelyan, sedef gibi kabuklu deniz hayvanlarının kabuğu ve amber, bu tür işlerde en yaygın olarak kullanılan nesnelerdi.

Bu inanışlara ilişkin birtakım ayrıntıları İran kültüründen izlediğimizde; karnelyan, rubi ve koralin yeniden kavuşmak, servet sahibi olmak için kullanıldığını, agat adlı taşın ise ün ve şöhrete erişmek için taşındığını, turkuaz taşının zafer elde etmek ve uzun yaşam için takıldığını, beyaz zümrüt ve topazın da refah ve sağlık amaçlarıyla kullanıldığını görürüz.

Eski Arap geleneklerinde en önemli geleneklerden biri de, bir putun üzerindeki evin yıkılmasıydı. Belki de bu, bir çeşit lanet okumak için sarf edilen bir lâftan öte, gerçekten daha önceki devirlerde bir düşman kültürdeki tanrının evinin üzerine yıkılması biçimindeydi. Gerçi her çatışmadan sonra karşı kabile ya da kültürün ilâhi güçlerini temsil eden taş idolleri aslında güçlü olan tarafın tanrı meclisine katılıyor ve onların tanrılarından biri oluyordu ama böyle bir uygulamanın varlığı da dikkati çeker.

Bu çalışmanın bu aşamasında geldiğimde, birden Kâbe’den söz etmek gerektiğini fark ettim.

Mekke kentindeki ve günümüzde de Tanrı’nın evi olarak bilinip “Beytullah” diye anılan Kâbe’nin İslâm sonrasına özgü olduğu sanılmasın… Daha önceden de vardı. “Beytullah” sözcüğünün ise, küp şeklindeki bir geometrik biçim ile bağlantılı olduğu söylenir. (Benim bu bağlamdaki bilgim sınırlı. Daha iyi ve doğrusunu bilen belirtsin lütfen.)

Kâbe’nin yan duvarları 12 m uzunluğunda olup, yüksekliği 15 m’dir. Bir kabule göre Mekke çevresindeki dağlardan getirilmiş taşlarla yapılmıştır. Her yıl değiştirilen bir örtüsü vardır. İçinde tavanı tutan üç ahşap direk bulunur. Her yanı altın ve gümüş kandiller ile süslenmiştir. İç duvarları ve döşemesi mermer ile kaplanmıştır. İçeride tavana çıkmak için bir merdiven bulunduğu da belirtilir. Kapısı, kuzeybatı duvarında yerden 2 m yüksekliktedir. Açıldığında, önüne tahta bir merdiven sürülür.



Kâbe’nin doğu köşesinde, yerden 1-1,5m yükseklikte “Hacer-ül Esved” adlı siyah bir taş bulunmaktadır.



Kuzeybatı duvarının üst kenarının altında dışarıya uzanan “Mizab al-rahma” adlı bir yağmur suyu oluğu vardır. Bununla batı köşesi arasında yer alan yön, “tam kıble” yani İslâm inancına göre kutsal yöndür.

Kuran-ı Kerim’de Bakara suresinin 125. ayetinde şöyle denmektedir: “O gün Kâbe’yi insanlar için toplantı yeri, güven yeri kılmıştık. Sonra İbrahim’le, İsmail’le Kâbe’yi dolananlar, onun içine kapananlar, rüku edenler için evimizi temiz tutmalarını buyurmuştuk.”

“O gün İbrahim ve İsmail’le birlikte Kâbe’nin temellerini atarken şöyle diyorlardı: Ey bizim Allahımız şu yaptığımızı iyi karşıla.”

Ali imran suresinin 96-97 ayetleri de şöyle der: “Gerçekten herkes için kutlu yol gösterici olarak kurulan ilk tapınak Mekke’dedir.”

Kâbe’nin tapınak olarak kullanılmış olduğunu gösteren apaçık belgeler olduğu söylenir. İbrahim’in katı yani makamı da oradadır. Her kim oraya giderse güvenceye kavuşmuş olduğuna inanılırmış.

Maide suresinin 97. ayetinde de şöyle denmektedir: “Allah Beyti Haram olan Kâbeyi ce’allahulkaa betelbeytelharame kutlu ev kıldı.”

Hac suresinin 27. ayetinde, “İnsanları Kâbe’ye yüz sürmeye çağır ki uzak yollardan sana gelsinler.” denmektedir.

Kureyş suresinin 3. ayetinde de şöyle bir söz geçer: “Artık bu Kâbe’nin Allahına tapın.”

Bunlar, Kâbe’nin önceden var olduğuna işaret eder. Nitekim İslâm tarihçileri arasında Kâbe’nin on kez yapıldığını belirtenler vardır.

9. yüzyılın hadis bilgini İmam-ı Buharî’nin Hz. Ayşe’den aktardığı bir hadisinde, Hz. Muhammed’in kendisine «Hz. İsmail’in duvarı Kâbe’de midir?» diye soran Hz. Ayşe’ye şu karşılığı verdiği belirtilir: «Harçları azdı, dar tuttular; sonra Hz. İsmail’in duvarını başka bir duvar ile çevirdiler. Ulusumun bilgisizlikten ötürü yüreklerine şüphe düşeceğinden çekinmeseydim, Kâbe’yi İsmail’in temelleri üzerinde yeniden yapardım.»

Zubeyr bin Abdullah, bu olaya dayanarak Kâbe’yi temelleri üzerinde yeniden yaptırmıştı. Zalim Haccac Mekke’yi ele geçirdiğinde, Kâbe’yi yıktırıp Kureyşinki gibi yaptırmıştı. Harun Reşid de yıkıp Hz. İsmail’in temeli üzerinde yeniden yaptırmak istemiş ama bunun için İmam Malik’den fetva almayı başaramamıştı.

Kâbe, “Mescid-i Haram” olarak da bilinmektedir. Buharî’den aktarıldığı söylenen bir başka hadiste, Ebu Zer Hz. Muhammed’e «Ey Allah’ın elçisi, yeryüzünde ilk önce hangi mescit kuruldu?» diye sorunca, aldığı cevap hayli ilginçtir: «O mescit, Mescid-i Haram’dır.» Bunun üzerine Ebu Zer «Daha sonra hangisi kurulmuştur?» diye sorunca, «Mescid-i Aksa’dır.» yanıtını almıştır. Hz. Muhammed bu hadisinde, iki yapının 40 yıl ara ile yapıldığını söylemiştir.

Buraya bir de Mescid-i Aksa’nın bir fotoğrafını koymazsam olmaz diye düşündüm.



İslâmiyetteki “kutlu ev”, “Tanrı’nın evi” olarak bilinen bu yerde aslında yeryüzünde süregelen tapınak yani Tanrı ile buluşma yeri, ilâhi dünyalara açılma kutsal noktası geleneğinin bir parçasının yansıması söz konusudur. İster en önce o yapılmış olsun ister öteki, önemli olan tarih değil, onun insanoğlu için ilâhiliğin bir buluşma yeri oluşudur.




İslâm öncesindeki Arap geleneklerine şöyle bir göz gezdirecek olursak,. “taş” ile insanın ilişkisinin ayrıntılarını tam olarak duyumsattırdığını görürüz. Öyle ki, her adımda, her noktada taş ile bağlantılı bir şeyler ortaya çıkar. Bunu ise, «Bir iletide bu kadarı yeter.» diye düşünerek izleyecek bölüme bırakıyorum.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Mayıs 11, 2010, 06:35:00 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Ben,Kabe'ye gidip tavaf etmek isteyenlere vicdanlarını sorgulamalarını,Hac ziyaretinde şeytan taşlamayı arzulayanlara da,arada sırada kafalarını duvara vurmalarını öneriyorum.

Sayın ADAM , "Taş" simgesinin değişik dönemlerde ve kültürlerde nasıl neden kullanıldığını bölümler halinde   ayrıntılı olarak bizlere aktarıyor,eline ve emeğine sağlık.Bu sayede,geçmişte taşa tapanları bugün lanetleyenlerin,farkında olmadan aynı eğilimi arttırarak devam ettirdiklerini görüyoruz.

Belki geçmişte sembol olarak kullanılan olguların,bugün bilinçsizce tabulaştırılması,belki dünyanın dönüş,zamanın akış istikametinin sorgulanmasını gerektirebilir.


Saygılar
« Son Düzenleme: Mayıs 11, 2010, 06:38:34 ös Gönderen: ceycet »
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
6282 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 12, 2010, 02:20:22 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2891 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2010, 11:44:49 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2748 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 20, 2010, 12:27:18 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2534 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 21, 2010, 12:58:18 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2560 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 22, 2010, 04:08:15 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2139 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 24, 2010, 12:39:23 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2454 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2010, 03:44:53 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2139 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 26, 2010, 06:29:39 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
5773 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 28, 2010, 08:21:37 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
2923 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 29, 2010, 03:40:01 ös
Gönderen: ADAM