Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Dogma Ve Doktrin  (Okunma sayısı 7866 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 19, 2014, 11:04:50 öö
Yanıtla #20
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 261

Hür ve özgür düşünce sistemine sahip olmayan ''sıradan insan'' kendi düşünce evreninin iyice alışmış olduğu,hiç de yakınmadığı,hatta doğru bulduğu düzenini alt üst edebilecek her şeye karşı düşman kesilir.Körü körüne bağlandığı inançlardan bazısıyla kaynaşamayacak her düşünce,kafa yapısına değişik bir düzen vermesini gerektirir.Bunu yapabilmek ona zor gelir çünkü büyük ölçüde beyin gücü harcama sıkıntısına katlanmayı gerektirir.Nedeni araştırılmadan kabul edilen düşünceleri korumak çok daha kolaydır.Böylece sıradan bir insan,yerleşmiş inançları ve alışkanlıkları koruma güdüsü edinir.

Düşünme tembelliğinden doğan koruma güdüsü korku ile karışınca nefrete dönüşür.Öteden beri süregelmiş inançların yapısında herhangi bir değişiklik yapılacak olursa toplum düzeninin temelinden sarsılacağı endişesi doğar.Bu endişe ulus çapındaki bir toplum içinde yaygınlaşınca devleti de etkiler.Giderek tutucu bir doktirinin oluşmasına ya da önceden bir başka yerde oluşmuş böyle bir doktirine yönelmeye yol açar.

Olanı olduğu gibi koruma eğilimiyle bunun sonucunda ortaya çıkan tutucu doktrin ya dinsel ya da boş inançlarla beslenir;çoğu zaman her ikisiyle birden güçlendirilir.Toplumsal yapının tüm geleneklerinin ve törelerinin bu tür inançlarla sımsıkı ilişkileri olduğu,bu olgunun ''tanrısal kanatlar'' altında korunduğu ileri sürülür.Bu görüşten tartışmasız bir biçimde kabul ettirilmesine çalışılır.Böylece dogma oluşturulur.

Bu yazıyı okuduğum bir kitaptan alıntı yaptım.

Saygılarımla...
Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir.
(Socrates)


Eylül 19, 2014, 12:48:43 ös
Yanıtla #21
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 228
  • Cinsiyet: Bay

Hür ve özgür düşünce sistemine sahip olmayan ''sıradan insan'' kendi düşünce evreninin iyice alışmış olduğu,hiç de yakınmadığı,hatta doğru bulduğu düzenini alt üst edebilecek her şeye karşı düşman kesilir.Körü körüne bağlandığı inançlardan bazısıyla kaynaşamayacak her düşünce,kafa yapısına değişik bir düzen vermesini gerektirir.Bunu yapabilmek ona zor gelir çünkü büyük ölçüde beyin gücü harcama sıkıntısına katlanmayı gerektirir.Nedeni araştırılmadan kabul edilen düşünceleri korumak çok daha kolaydır.Böylece sıradan bir insan,yerleşmiş inançları ve alışkanlıkları koruma güdüsü edinir.

Düşünme tembelliğinden doğan koruma güdüsü korku ile karışınca nefrete dönüşür.Öteden beri süregelmiş inançların yapısında herhangi bir değişiklik yapılacak olursa toplum düzeninin temelinden sarsılacağı endişesi doğar.Bu endişe ulus çapındaki bir toplum içinde yaygınlaşınca devleti de etkiler.Giderek tutucu bir doktirinin oluşmasına ya da önceden bir başka yerde oluşmuş böyle bir doktirine yönelmeye yol açar.

Olanı olduğu gibi koruma eğilimiyle bunun sonucunda ortaya çıkan tutucu doktrin ya dinsel ya da boş inançlarla beslenir;çoğu zaman her ikisiyle birden güçlendirilir.Toplumsal yapının tüm geleneklerinin ve törelerinin bu tür inançlarla sımsıkı ilişkileri olduğu,bu olgunun ''tanrısal kanatlar'' altında korunduğu ileri sürülür.Bu görüşten tartışmasız bir biçimde kabul ettirilmesine çalışılır.Böylece dogma oluşturulur.

Bu yazıyı okuduğum bir kitaptan alıntı yaptım.

Saygılarımla...

Yazdıklarınızın genel anlamda sınıflandırılmasını Devrimcilik ve Muhafazakarlık olarak adlandırmanın doğru olabileceği kanaatindeyim. Biri var olanı olduğu gibi kabul edip değişimi kabul etmemek diğeri ise toplumun, genel politikanın, siyasetin daha doğrusun var olan sistemin kökten değiştirlmesidir. Toplumumuzda devrimciliğin kominizimle eş tutulması sebebi ile uzun yıllar öcüden bahseder gibi bakılmış ve devrim demek yerine inkilap demeyi tercih etmiştir ki bu durum bile başlı başına muhafazakarlığın derin kökleri olduğunu göstermektedir.

Eğer değişimi  sadece dini inanç sistemi ve düşünce yapısında ele alacak olursak, değişimin başlangıç noktasının yanlış seçilmiş olacaktır. Toplumun eğitim düzeyinin yükselmesi, köylü zihniyetten açık ve bilinç seviyesi ile değişimin önemini kavrayabilecek zihniyete geçilmesi için yapılması gerekenler uygulamaya konulmalıdır.

Cumhuriyetin ilk döneminde dikta yöntemi ile değişim sağlanmıştır ki öylede olmak zorunda idi. Okuma yazma oranının düşüklüğü, dünyada insanoğlunun yaşadığı  değişime katkı yapmayı bırakın takip dahi edemeyen geniş bir halk kitlesinin olduğu toplumda pozitif yönde yapılabilecek devrim ancak dikta yöntemi ile yapılabilirdi.

Hür ve özgür düşünce sahibi olabilmek için bile üreten ve yaratan, düşünen insan olmak gereklidir. Sıradan insan kitelelerinin yaşamına dokunmadan ben kendi özgür düşünce yapımı güçlendiririm gerisi beni ilgilendirmez denmemelidir. Sıradan insana dokunulmaz ve sistem içerisinde kendi halinde bırakılır ise bir gün gelir o zihniyet özgür düşünceye kilit vurmak için her türlü yöntemi uygular.

Saygılarımla, 

Madem yersizlik alemi aslım
Artık bana tek bir şey düşecek
Yücelip aslıma gitmek


Eylül 19, 2014, 01:40:47 ös
Yanıtla #22
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Symbol ve Sayın Selim’in bu başlık altında dediklerine pek bir diyeceğim yoksa da, aslında ikisinin sözünü ettiği durumlar biraz farklı. Sayın Symbol insanların kafa yapısından söz ediyor, Sayın Selim ise konuyu ülkemizdeki toplumsal yapıya çekiyor. Aynı şeyden söz etmeseler de, her ikisinin dediğine katılırım.

Ben ise bu başlık altında Sayın Metatron’un ikinci iletisinin sonrasına geçmek dileğindeyim. Orada Sayın Metatron “laiklik devletin emniyet sübabıdır” demiş ve sonra “Eğer devletin yapısında dinlere karşı tarafsızlığı ortadan kaldırırsanız, aslında devletin değil yönetime gelen hükümetin tarafında, inanışlarında bir yapıyı devlet anlayışı olarak benimsemiş olursunuz.” sözünü eklemişti.

Nitekim bizim ülkemizde görüldüğü üzere öyle oluyor ama işte o emniyet sübabı ortalıkta yok.

Sayın Metatron daha sonra “Dinler ve inanışlar devletin korumasında ama aynı zamandan bağımsız kendi iç dinamikleri ile devletin yön göstermesine ihtiyaç duymadan yaşamalıdır.” demişti.

Bu deyişinde de haklı. Ancak bizim ülkemizde hiç de öyle değil.

Sayın Metatron istediği kadar “Devlet sadece koruma ve sahip olduğu kaynaklardan din ve inanışların eşit yararlanmasını sağlamakla görevli olmalıdır.” desin… İktidar oralı olmadığı sürece kendi öngördüğü dinden yana görevler edinip, onları da kendi öngördüğü tarzda yerine getirme gayretinde olacaktır. Nitekim öyle oluyor ne yazık ki.

Sonrasında Sayın Metatron tüm semavi dinlerin saygı ve hoşgörü temelli olduğunu söylüyorsa da, her nasılsa o dediği saygı ve hoşörüyü semavi dinlerden çok semavi olmayan dinlerde izleyebiliyoruz. Demek ki teoride öyle olması gerekiyor ama pratikte hiç de öyle değil. (Burada Sayın Metatron hoşgörü sözcüğünü “tolerans” anlamına gelmek üzere kullanıyor. Fakat semavi dinlerin pratiğinde başka inanış ve düşünülere tolerans yani tahammül olmayışının yanı sıra, hoşgörü yani müsahama da zor görülüyor.)

Bu nedenle de Sayın Metatron’un hemen sonra dediği yani “Dinler doktirin içeren yapılardır. Zorlama içermez. Zorlama var ise fanatizm var demektir.” deyişi gerçekleşiyor çünkü uygulamada başka türlü söyleniyorsa da zorlamanın var olduğu açıkça görülüyor.

Bundan sonra Sayın Metatron “hür irade” konusuna girmiş. O da çok önemli. Başlı başına ele alınmalı. Bu nedenle onu bir sonraki irdelemeye bırakıyorum.

Bu arada kuşkusuz Sayın Metatron bu yazdıklarımızı okuyordur. Onu da bu paylaşımın içinde görmek isteriz çünkü yer yer uyuşamadığımız noktalar var.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 19, 2014, 02:37:40 ös
Yanıtla #23
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 228
  • Cinsiyet: Bay

1-“laiklik devletin emniyet sübabıdır”

Önceki yazımda bu konuya da değinmekle beraber "laikliğin devletin emniyet sübabıdır" görüşüne katılmıyorum. Laiklik hür ve özgür düşüncenin, demokrasinin emniyet sübabıdır. Devlet merkezli yönetim, kitleleri yönetmek için bireyi asla değerlendirmez, kitlelerin veya bireyin düşüncesini, özgürlüğünü var olmak adına yok sayabilir. Aynı sistematiğe dini inançlar da sahiptir. Dini inançlar istediği düşünce yapısına sahip olmayan bireyi yok edebilir (Aforoz, rönesans reform, Fransız ihtilali, Atatürk devrimleri, kul ile birey olma arasındaki farklılık, vb).

2-“Eğer devletin yapısında dinlere karşı tarafsızlığı ortadan kaldırırsanız, aslında devletin değil yönetime gelen hükümetin tarafında, inanışlarında bir yapıyı devlet anlayışı olarak benimsemiş olursunuz.”

Laik sistem işte bunun için vardır. Laik sisteme sahip olmayan devlet yönetiminde her zaman tek ve baskın olan dinin hakimiyeti vardır. Osmanlı imparatorluğundan örnek verilir, ama 19.yüzyıl osmanlısında yapılan reformların tamamında azınlıkların haklarını korumaya yönelik maddeler vardır.

Tekrar vurgulamak istiyorum. Tarafsızlık en az iki şey arasında olur. Dini inanç sistemi tarafsızlık barındırmaz. Kendi sistemini dayatır. Dini inaçlar tarafsızlığı yapısında barındıramaz. Tek tanrılı dinlerden "En son peygamber benimki, öncekiler veya sonrakiler yoldan çıkmadır" demeyen mi var. Herhangi bir dini inanç sisteminin hangi öğretisi diğer dinin öğretilerini onaylar, kendi öğretisini empoze etmeye çalışmaz. Tekrar vurgulayacağım aynı dine mensup olupta mezhep farklılığından dolayı yüzyıllardır insanlar birbirini boğazlarken, kendi düşüncesini empoze etmeye, her alanda hakim olmaya çalışırken devlet sisteminin tarafsızlığı varlığını sürdürebilir.


3-“Devlet sadece koruma ve sahip olduğu kaynaklardan din ve inanışların eşit yararlanmasını sağlamakla görevli olmalıdır.”

Devletin din ve inaçların kaynaklardan eşit yararlanmasını sağlamak gibi bir görevi olduğunda bu devletin ismi teokratik devlettir. Bu durum ancak din temelli devlet yapısında olur. Ancak bu şekildeki devlet yapısında sadece baskın olan , hakim konumundaki inanç sistemi pastayı götürür. Hür ve Özgür düşünen birey yaratma amacında olmaz.

Devletin görevi tüm bireylerin sistemden eşit yararlanmasını sağlamaya yönelik olmalıdır. Bireyin hak ve hukukunu kollamak olmalıdır.

Sistemi ve toplumu ayakta tutacak olan yapı özgürlük, eşitlik ve adalet temelli olmalıdır.

Saygılarımla,



Madem yersizlik alemi aslım
Artık bana tek bir şey düşecek
Yücelip aslıma gitmek


Ekim 16, 2014, 12:21:11 öö
Yanıtla #24
  • Ziyaretçi

Merhaba,

Aslında laikliği devlete indirgeme hatası özellikle modern dünyada ortaya çıktığı coğrafyanın doğusuna gidildikçe daha çok yapılıyor. Laiklik, sanki ontolojik anlamda bir karşılığı olan/ bulunan bir kavrammış gibi ele alınıyor. Bu kavramın bir uygulama hali, operasyonel bir 'kelime' gibi öğretilmesi idarenin/reji'nin dolayısıyla rejimin işine geliyor.

Aksi halde hassasiyetleri ve dini- kültürel sıcaklıkları yeni yeni soğuyan toplumlarda laikliğin kök salması beklenemez. Hatırlarsınız Recep Tayyip Erdoğan'ın Mısır mitingini hani şu laikliği övdüğü... Mısır'da nasıl da şaşkın bakışlarla karşılanmıştı... Bu satırlara tersten bakacak olursak, istediğimiz kadar laikliği din- devlet ikiliğinde "denizlerin suları" gibi karıştırmayalım, eğer semboller, anlamlar ve değerler dinsel davranış örüntülerinden kaynaklanarak yaşanılıyorsa eninde sonunda yönetim, yani devlet ve din bir araya gelir en azından yakınlaşır.

Öte yandan laikliğin felsefi duruşu elbette din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması- ayrı yürütülmesi değildir. Bu ifade de bize doğru diye öğretilen yanlışlardan. Dolayısıyla laiklik olsa olsa , dinsel olanın dünyasal olana ölçüt olamaması şeklinde kavramsallaştırılabilir. Burası çok önemli: Dinsel olanın dünyasal olana ölçüt olamaması.

Yani sadece devletin yönetimi ve karar alma, kararları uygulama (yasa koyma dahil) alanlarında dini çözümleme ve yönlendirmelerin esas alınması değil aksine toplumsal hayatın tüm anları ve alanlarında dini referansların kabul edilmemesidir.

Örneğin yağmur yağmadığı için yağmur duasına çıkanların yağmur duasına çıkması ile dinsel bir kaide olarak, mirastan kadınların erkeklere göre yarı oranında pay alması da laiklik karşıtıdır. Ya da kendine "koca" bulamayan veya çocuğu olmayan birinin tutup bir ağaç dalına çaput bağlaması da laiklik karşıtıdır. Bu örnekleri geceleri ıslık çalmaktan, tuvalette ya da yemek yerken kullanılan elin hangisinin olacağına kadar bireye/ topluma dayatılmış referans yığınlarıyla çeşitlendirmek çoğaltmak mümkündür.

Dolaısıyla laiklik bu düzlemde (dinin dünyevi olana ölçüt olmaması) tanımlanmazsa süreç içinde, dünyasal olan herşeyin dinselleşmesi / gnostizmle, gnostik bir hal alması kaçınılmazdır çünkü zaten insan her şeyden mutlu olsaydı ya da yaşadığı her şeyi kabul edip sessizce yaşasaydı tarih olmazdı.

Bu anlamda laikliğin dünyevi olanı dünyevi kurallarla açıklanması ilkesi zorunlu olarak değiştirme/ değişmeye dolayısıyla var olan düzenliliği bozmaya da işaret etmektedir. Bunun Türkçedeki adı da özgürlüktür. Yani belirlenmiş hayatın sınırlarının insan lehine genişletilmesi.

Biraz nereden nereye gidiyor gibi oldu yazı fakat, dinlerde mevcut bulanan "çile/ sınav ve sabredenin mutlu sona ulaşması" retoriği hali hazırda bir karşı çıkışın/ isyanın önünü kesmek, başkaldırıyı durdurmakla yakından alakalıdır. Oysa laiklik, sokak jargonuyla söylersek "buradaki hesabın burada kesilmesi" ilkesine dayanır.

Bir küçük örnek derdimizi/ sözümüzü daha iyi anlatabilir. Bir dağın yamacına kurulan bir köyün her bahar sular altında kaldığını, bu nedenle pek çok kişinin öldüğünü ve o topluluğun bu sel baskınını ve ölümleri tanrının buyruğu ya da isteği olarak görüp (takdir-i ilahi de denilebilir) kabullenmesi gnostik (dinselleştirilmiş) bir bilgidir.

Oysa laiklik bu ölümleri ve sel basmasını ve basma sonucundaki ölümleri dünyevi olarak kabul edilmesini dayatır. O andan itibaren, insan yaşamda kalabilmek için sorunu bulmaya/ çözmeye yönelir. Mesela köyü yamaca değil de tepeye taşır ya da selin önüne baraj- set yapar. Böylece tanrı ister su akar insan ölür, tanrı ister su akar insan ölür, tanrı ister su akar insan ölür şeklinde sıralanmış tarihsizlik, set yapımı anında tanrı istese de insan set yapar ve artık ölmez olarak değişmiş olur.

Bu laikliğin, dogmalar ve özgürlük ve akılla olan ilişkisidir de aynı zamanda.

İyi geceler dilerim.


Ekim 16, 2014, 08:31:35 öö
Yanıtla #25
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Metatron’un açmış olduğu, Sayın Selim’in değerli katkılarda bulunduğu bu başlık üzerinde ben de kendi çapımda irdelemeler yaparken, her nedense Sayın Metatron kendi başlığıyla ilgilenmez oldu ve biz de bu başlık üzerindeki paylaşımlarımızı kesmiştik. Ta ki Forumun yeni üyelerinden Sayın Sintra, bu başlık altında bir sonraki aşamada değinilmiş olan “laiklik” konusunu ele alarak, bunun üzerinde bence dolu ve pek değerli olan paylaşımıyla katkıda bulunana dek.

Bu yazının dikkatle okunmasını öneriyorum.

Bence Sayın Sintra’nın yanılgılı olduğu bir nokta var ama onu belirtmeyi sonraya bırakıyorum. Ola ki önce Sayın Sintra ile aynı görüşü paylaşmayanların ya da tersine onun belirttiklerini destekleyenlerin bir diyeceği vardır.

(Aslında Laiklik konusu apayrı bir başlık altında irdelense çok daha iyi olurdu. Forumda bu konu üzerinde yazılmış birkaç yazı var. Örneğin: http://masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=10806.msg68779#msg68779)


 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ekim 16, 2014, 11:56:06 öö
Yanıtla #26
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 228
  • Cinsiyet: Bay

Yani şimdi

Bir toplumda aklın, bilimselliğin, zekanın  ön plana çıkartılmadığı durumda, rahatlıkla şu söylenebilir "bre zındık abdestsiz dolaştığın için yağmur yağmıyor veya kadın topukları havaya kalkınca, bina boyları mineralerin üzerine çıkınca, cebindeki parayı vermeyince, vb."

Şimdi bu toplum için eğitim durumu ana okulu seviyesinde mi demek lazım, yoksa toplum bireyleri laik değil mi?

Kendime soruyorum, laiklik sistem ile ilgilimidir diye, yoksa humanizmi içerir mi, yada aklın, bilimin ön plana çıkmasını engelleyen yapıların devlet düzenini ele geçirmesine  engel olan  sistem midir?

Şimdi laiklik, İlk okul 4'üncü sınıftaki bir kız çocuğuna "başını örtmez isen allahın emrini yerine getirmezsin, allaha karşı çıkmış olursun, cehennemde yanarsın" diyen zihniyetin devletin kurumları içerisinde yerleşerek korku imparatorluğu ile sömürü düzeninin bir parçasını yaratmak isteyenlere engel olmak mıdır?

Yani laiklik  dogmalar yaratarak akli muhakemeyi yok etmek isteyenlere engel mi olur? Devletin dini kontrol etmesimidir? Basit anlamı ile din ile devletin ayrılmasımıdır?

Şaşırdım kaldım demiyorum.

Forum üyelerinden ricam lütfen yazımdaki sorulara yanıt verilmemesi  olacaktır. Sadece bir an kendi kendime sormaya başladığım soruları yazıya döktüm, bununda sebebini bilmiyorum.

 
 
Madem yersizlik alemi aslım
Artık bana tek bir şey düşecek
Yücelip aslıma gitmek


Ekim 16, 2014, 02:31:00 ös
Yanıtla #27
  • Ziyaretçi

Merhaba Selim Bey,

Elbette sorularınıza yanıt verecek yetkinlikte değilim ama bu konuda kendi düşündüklerimi şöyle söylemek isterim.

Siz "bir toplumda aklın, bilimselliğin, zekanın ön plana çıkartılmadığı durumda" diyorsunuz ya ben,  o anın  laikliğin olmadığı an (T0 anı) olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.

T0 anında yani laik düşünce/ kabul yokken yağmur yağmamasının nedenini herşeye bağlayabilirsiniz: bu dinsel bir düşüncede olabilir ekonomik bir sorumluluğun yerine getirilememesi de... ve bunların hiçbiri ne toplumun eğitimsizliğine işaret eder ne de bireylerin laik olup olmadığı tartışmasını yapılabilir. T0 anı bir göstergeden çok bir veridir. Bu verili ortamda en fazla  o toplumun siyasal, kültürel, dini, ekonomik formları şöyle şöyle şöyledir diyebiliriz.

Dolayısıyla Laiklik bir anlamda ön kabüldur, hatta postuladır bile diyebiliriz, her defasında tartışılmaz, doğruluğu sınanmaz. Dinsel olan hiçbir şeyin dünyevi olana referans gösterilmeyeceğini söyler.  Daha önce de ifade edildiği gibi laikliği operasyonel bir kavrama indirgemenin ve hatta devlet gibi toplumsal hayatın sadece bir bölümünde bulunan bir aktiviteyle sınırlandırılması, epistemolojik anlamda da hatadır.

Ancak laiklik bir değişken olarak denkleme girdiğinde, dini referanslı olan - bilim ve "akıl" dışı davranışlar ortadan kalkar (kalkması beklenir) ve özellikle din, bir davranış biçiminden/ hukuktan, inanç sistemine dönüşebilir. Laiklik devlete indirgendiğinde devletin olmadığı tüm alanlarda dinsel bilgi üretimi devam eder ve kolay üretilebilen bir bilgi türü olarak süreç içinde, zamanla devlet alanlarını da refere/ kontrol eder hale gelir, dinsel bilgiler. Rönesans ve reform sonrasında laikliğin devlete hapsedildiği tüm coğrafyalarda bu tersine dönüşüm bence, malesef mutlaktır.

Laikliğin ortaya çıktığı zamana ve laiklik düşüncesini inşa eden kişilerin fikirlerine bakıldığında laikliği, devlet faaliyetine indirgenmiş bir tanımlamanın olmadığı görülebilir. ve bence tartışmanın tam olarak saplandığı yer de burasıdır ki: toplumsal hayatın tümü düşünüldüğünde içinde devletin de olması ve bilimsel aklın özellikle bizim gibi geri kalmış/ gelişmekte olan toplumlarda (hangisini kabul ederseniz edin) hala çok canlı ve geniş kullanımlı olmaması nedeniyle ve dahası anadolu topraklarının kaderinde, Osmanlı'nın sahip olduğu dinsel/ kültürel/ ekonomik yaşam sisteminden çıkarak, muasır medeniyetlerdeki gibi  bilimsel/ endüstriyel/ akademik gelişmelerle bunlara bağlı kültürel dönüşümlerin gerçekleşmemiş olmasından kaynaklı, Türkiye'de laiklik (birkaç diğer ülkede olduğu gibi) dinci/dinsel saldırı ve dönüşüm taleplerinden yeni kurulan seküler devleti korumak için toplumsal hayatın tümüne genişletilmeyerek manüple edilmiştir ve toplum içinde kuvvetli olan dini inanış ve davranışları süreç içinde çözmeyi amaçlamıştır... Kısaca laikliği devlet faaliyetlerine indirgemiştir. Halifeliğin kaldırılması laik bir hamle iken aynı zamanda şapka devrimi de laiktir, latin harfleri de... dolayısıyla laikliğe daha geniş bir perspektiften bakmanın laiklik karşıtlığının ne boyutlarda olduğunun görülmesi/ örgütlülüğünün farkına varılması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.

Aksi halde biz halen laik bir sistem içinde yaşadığımızı sanıyor olacağız ta ki Cuma günleri tatil edilene kadar...

Ve bence tüm bunlar sekülerizmin bir parçasını oluşturur. Dediğiniz gibi hümanite, rasyonalite vs. gibi pek çok yönü de bulunmaktadır.

Saygılar sunarım


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
morals and dogma

Başlatan arteizm Sorular

2 Yanıt
9316 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 22, 2008, 10:53:00 ös
Gönderen: Genius Loci
0 Yanıt
5021 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 05, 2009, 12:06:37 öö
Gönderen: arte
5 Yanıt
8358 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 03, 2014, 11:50:46 öö
Gönderen: hypatia
32 Yanıt
18299 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 09, 2012, 01:29:34 ös
Gönderen: peacewings
9 Yanıt
6433 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 15, 2013, 06:28:48 ös
Gönderen: Samuray
1 Yanıt
3385 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 16, 2013, 06:27:39 ös
Gönderen: ceycet
6 Yanıt
4164 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 17, 2013, 07:22:24 öö
Gönderen: ceycet
1 Yanıt
2870 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 17, 2013, 01:15:12 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
1828 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 20, 2015, 03:59:56 öö
Gönderen: Risus
0 Yanıt
2200 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2016, 03:55:24 öö
Gönderen: Risus