YALNIZLIK
Son zamanlarda modern dünyanın getirdiği kronik sorunlardan biri gibi görünen, üzerinde durulması ve etraflıca tarif edilmesi gereken kilit bir kavram yalnızlık.
Kimine göre bir yalıtım olurken, kimine göre ise bir sıçrama payı oldu.
Birçoğumuzun birçok defa kullandığı; fakat zihinlerimizde nasıl dolaştığı kimseler tarafından bilinmeyen aynı zamanda kayıp bir kavram.
Kayıp diyorum; çünkü dağarcığımızın ara sokaklarında gittikçe yok olduğunu düşünüyorum.
Peki, onu geri getirebilmenin yolu nedir ?
İlk olarak gemiye binmeden evvel ne aradığımıza karar vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bu karar bizi o kavrama benzeyen adacıklardan uzak tutar.
Uzak tutarken de dürbünü farklı sahalara çevirmekten alıkoyar.
Aksi takdirde keşif yanlış, yolculuk da boşuna yapılmış olur.
Bu yüzden yalnızlık kavramı ile adeta yapışık olan ‘tek başına olmak’ kavramı öncelikle bu noktada ekarte edilmelidir.
Yazının birinci bölümünü birkaç cümle bu ayrım noktasında tutmak istiyorum.
‘Tek başına (alone) olmak, insanın kendi etrafında kimseciklerin olmamasına karşılık gelir ve bu kavram bir nitelik belirtir.
Bu , kendi varlığını çoğu kez diğeriyle girdiği ilişki üzerinden kavrayan insan türü için, uzun vadede muhtelif psikolojik çalkantılar açabilir’
Yalnız (lonely) olmak ise ruhi olarak yalın olmaya denk gelir ve bir hâldir.
Biraz daha genişletirsem, yalnızlık öznel ve ‘biricik’ yaşantıların yani özel anlamıyla şahsi fikir ve duygu hâllerinin diğerine doğrudan ve tam olarak aktarıl(a)maması ya da diğerinin bu hâlleri anla(ya)mamasından kaynaklanan varoluşsal bir meseledir.
Kimisi için üretimin ve kendini tanımanın temel tetikleyicisi, kimisi içinse varoluş vakumunun en görünür hâlidir.
Dahası, değerli bir ‘şey’ini kaybettiğinde beliren, paylaşılması mümkün olmayan hazine anahtarı gibidir.
Belki de şair C. Sıtkı’nın dediği :
‘’tepemde kanat germiş kartal ’’ gibidir.