Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: TAPINAKÇILARIN İMPARATORLUĞU  (Okunma sayısı 3087 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 24, 2009, 11:02:14 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Politika Sahnesi


Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın merkezi Kudüs’teydi ama asıl etkinliklerini sürdürdükleri ülkeler Avrupa’nın güneyi ile batısındaydı. Kısa sürede hemen her ülkede politika ve diplomasinin içine sokulmuşlardı. Devletlerin yönetimine karıştılar; söz hakkı sahibi oldular.

Bu bağlamda İngiltere’den bir örnek verelim:

Londra’daki karargâhın üstadı, Lordlar Kamarası toplantısına mutlaka çağrılırdı. Kendisine öncelikli bir yer tanınırdı. 1215 yılında İngiltere Kralı John, “Magna Charta” adıyla tanınan sözleşmeyi kabul edip altına mührünü koyduğunda, tarikatın Londra’daki üstadı Aymeric de Saint Maur da kralın yanı başında yer almış, bu belgeyi onunla birlikte imzalamıştı. Hatta İngiltere kralının, bu ülkedeki baronların kendi bölgelerindeki özerklik ve yetkilerini genişleten bu sözleşmeyi Tapınakçıların zoruyla kabul etmiş olduğu bile söylenir.

Tapınak Şövalyeleri, uluslararası düzeyde olmakla birlikte politik bir nitelik taşımayan anlaşmazlıklarda hakemlik ederdi. Özellikle ticarî ilişkiler sırasında ortaya çıkan uzlaşmazlıklarda Tapınakçıların arabuluculuğuna başvurulması, Avrupa’nın hemen her yerinde benimsenmişti. İşin bu kadarla da kalmadığı, Tapınak Şövalyelerinin kendilerinden istendiğinde âdeta bir “uluslararası tahsildar” gibi görev üstlenmiş oldukları da görülür.

Factoring ve Bankacılık

Gerek papa gerekse herhangi bir ülkenin kralı vergi toplamakta sıkıntı çekecek olursa pek uğraşmaz, Tapınakçılara başvururdu. Tapınakçılar, böyle bir sorunu kısa bir süre içinde çözümleyiverirdi. Elbette bu hizmetin bir bedeli de vardı. Tapınak Şövalyeleri Tarikatı ise her yerde vergiden bağışık tutulmuştu. Böyle olunca, «Anlaşıldığına göre, Tapınakçılar = Mafya oluyor.» bile diyebilirsiniz.

Tapınakçıların askerî, politik ve diplomatik güçlerinin yanı sıra, “bankacılık” olarak nitelenebilecek bir etkinlikleri de vardı. Hatta bu işlerinin önem bakımından diğer uğraşılarından önce geldiği bile söylenebilir. Paris’teki karargâhları, bu konudaki işlemlerin merkezi haline getirilmişti. İsteyenlerin para ve diğer değerli taşınır mallarını, küçük bir ücretle koruma altına alırlardı.

Birçok ülkedeki zengin soyluların, prenslerin, hatta krallığın mücevher ve değerli belgeleri Tapınakçıların kasalarında saklanır olmuştu. Tıpkı şimdi bankalardaki “kiralık kasa” uygulaması gibi...

Günümüzdeki “çek” ve “senet” gibi adlarla anılan değerli kağıtlar, 13. yüzyılda Tapınakçılar tarafından kullanıma sokuldu.

İskoçya’dan Orta Doğu’ya kadar hemen her yerde kurulmuş karargâhlar aracılığıyla, başta tüccarlar olmak üzere yolculuk edenlere bir yerden diğerine güvenli bir şekilde para transferi olanağı sağlamışlardı. Böylece Batı dünyasında ticaretle uğraşıp Tapınakçılara bağımlı olmayan kalmamış gibiydi.

Tapınakçılar, para transferinde, çok ilginç bir yöntem icat etmişti. Bu yöntem, günümüzdeki elektronik bankacılık işlemlerinde kullanılmakta olan parola ve şifrelerin, o tarihteki olanaklarla uygulanan bir karşılığı hatta neredeyse “kredi kartı” gibi bir şeydi. Bunun uygulanışı şöyleydi:

Yolcuların Korunması

Diyelim ki birisi bir yolculuğa çıkacak. Yolda bir saldırıya uğrayabilir. Varını yoğunu yitirebilir. Oysa gideceği yerlerde paraya gereksinmesi olacaktır. Ne yapar?... Tarikatın herhangi bir karargâhına başvurur. Parasını teslim eder ve bunun karşılığında üzerine özel işaretler işlenmiş bir kağıt alır. Yolculuğuna çıkar ve gittiği herhangi bir yerdeki karargâha uğrayıp aldığı kağıdı verir; oradan istediği kadar para çeker. Elindeki kağıdın bundan sonra ne kadar para ettiği, oradaki görevlilerce özel işaretlerle aynı kağıt üzerinde gösterilir. Güvenilir bir kişi olduğuna inanılıp kendisine özel bir hak tanınmışsa, başta yatırmış olduğu paradan fazlasını bile harcayabilir yani kredi kullanır. Bunu da dönüşünde öder.

Peki, elindeki kağıdı yitirecek ya da çaldıracak olursa ne yapardı?... Parasını geri alabilir miydi?...

İşte işin orası belli değil. Ancak o kağıdı eline geçiren bir hırsız ya da dolandırıcının kullanamaması için kendisine sadece karargâhlarda kullanılabilecek bir sözlü “parola” da verilirdi. Üstelik bir saldırgan ondan bu parolayı da zorla öğrenmiş olsa bile, kullanmaya kalkıştığı anda asıl kişi olmadığı anlaşılırdı.

İlgili kişinin ölmesi halinde, para tarikata kalırdı. Bu kural, daha parasını yatırdığı zaman kendisine anlatılırdı. Kabul etmezse bu olanaktan yararlanamazdı.

Kuşkusuz, bu hizmetin karşılığında peşin olarak alınan bir ücret vardı.

12. yüzyılda hangi Avrupalı uzun yolculuklara çıkardı ki!... Zaten feodal toplum düzeninde sıradan bir kişinin oturduğu yerden ayrılıp bir başka yere gitmesi yasaktı. Bunu yapabilecek olan tek bir belirgin sınıf vardı: Tüccarlar.

Turizm Organizasyonu

Bir diğer uzun yolculuk ise elbette hac amacıyla yapılırdı. Nitekim tarikatın kuruluşundaki temel amaçlardan biri Kudüs’e gidecek hacıların yol boyunca güvenliğini sağlamak değil miydi?... Demek ki para transferine gereksinme duyanların bir bölümünü de hacı adayları oluşturuyordu.

İşte!... Tapınak Şövalyeleri yıllarca önce Kudüs’te Kral 1. Baudouin’e verdikleri sözü tutmuştu. Hacıları ve hac yollarını koruma altına alacaklar, bunun için esaslı bir sistem oluşturacaklardı ya!... Bundan daha âlâ koruma mı olurdu!

Bu olgu, Tapınakçılara bir başka kazanç kapısı daha açtı. Hacı adayları için, tüm gidiş gelişlerini kapsayan “her şey dahil paket programlar” hazırladılar. Bunun hayli alıcısı çıktı. Böylece, Tapınakçıların temel uğraşı alanlarının kapsamına sınırlı bir amaçla bile olsa “turizm organizasyonu” da katıldı.

Tarım ve Ticaret

Tapınakçılar, derebeylerinin yaptığı gibi, tarikatın sahip olduğu tarım alanlarının köylülerce işlenmesini sağlardı. Çiftlik ve hayvancılık ürünlerinden elde edilen gelirin büyük bölümünü alırlardı.

Dendiğine göre; tarihte ilk kez sırf ticarî amaçla tarım ve hayvancılık yapılması, Tapınakçıların buluşudur. Oysa daha önce sadece ihtiyaç fazlası ürünler en yakın pazarda satışa sunulurdu. Şimdi ise, sırf satış amacıyla üretim yapıldığı için, birçok yere çeşitli mallar gönderiliyordu.

Durum böyle olunca, hangi tür ve hangi kalitede mala nerede alıcı bulunacağı bakımından araştırma ve programlama yani bir tür “pazarlama” etkinliği de başladı. Yer yer siparişlerle baş edemez duruma düştükleri bile oluyordu.

Fakat Tapınakçılar ticareti doğrudan kendileri yapmazdı. Sadece işi organize eder, gerek sipariş almak gerekse satış için aracı tüccarları kullanırlardı.

Faizcilik Dine Aykırı Olmadan Nasıl Yapılır?

Tapınakçılar, parasal birikimleri sayesinde, sıkıntılı duruma düşen tüccarlara, soylulara, hatta krallara bile borç verecek düzeye gelmişti. Üstelik bu kredi olanaklarından yalnızca Hıristiyanlar değil, Müslümanlar da yararlanıyordu.

Bu bağlamda Yahudilere yüz vermemişlerdi. Bunun da iki nedeni vardı.

Birincisi, Tapınak Şövalyeleri Tarikatı aslında Antisemitist yani Yahudi karşıtı bir örgüttü. Tapınakçılara göre; herhangi birisine borç para vermek, bir kazanç kapısı olmaktan önce onlara işlerini yoluna koymaları, düşmüş oldukları sıkıntıyı atlatabilmeleri için iyilik etmekti. Bu iyiliğin de elbette bir karşılığı olmalıydı. Yahudilerle özel olarak, sırf kötülük olsun diye uğraşmazlardı ama onlara iyilik etmek de istemezlerdi.

İkincisi, faizle borç vermek Hıristiyanlık’ta yasaktı; İslâm dininde ise haramdı. Yahudiler bundan büyük ölçüde yararlanıyor, tefecilik ediyor, borçlandırdıkları kimseleri giderek artan ağır faiz yükü altına sokuyor, zor durumda bırakıyordu. Kaş yapayım derken göz yarıyorlardı. Yer yer borcun faizinin ödenmesinin, asıl paranın ödenmesinden daha zor bile olduğu görülüyordu. Tapınakçılar borçluya çok daha insaflı davranıyordu.

Madem Hıristiyanlık’ta da verilen borç karşılığında faiz almak yasaktı, Tapınakçılar bunu nasıl başarıyordu?... Yoksa bunun için de mi onlara bir ayrıcalık, bir özel hak tanınmıştı?

Hayır!... Çok ilginç bir yöntem keşfetmişlerdi.

Birisine borç verdiklerinde, kendi işlerine yaramayan, kullanmadıkları bir bina ya da araziyi kiraya verirlerdi. Bu mülkün borçlunun işine yarayıp yaramaması da önemli değildi. Borçlu onlara güya faiz değil, kira öderdi. Kira tutarı verilen krediye eklenir, borç tümüyle kapatıldığında, kira sözleşmesi de sona ererdi.

Kime, Niçin Kredi Verilir?

1260’lı yıllarda İngiltere tahtının adayı Prens Edward, Tapınakçılara tam 28 bin 189 sterlin borçlanmıştı. Paranın o dönemdeki alım gücüne göre, bu hiç de azımsanacak bir tutar değildi. Düşünün ki o tarihlerde yılda 55 sterlin ödenerek silâhtarıyla birlikte bir şövalye kiralanabilirdi. Orta boy bir kale, olsa olsa 500 sterlin harcanarak yaptırılabilirdi.

Prens Edward’ın bu paraya tahta çıkabilmek için ihtiyacı vardı. Ancak o sıralarda Tapınakçıların bir diğer adaya karşı Edward’ı desteklemek için ona kredi açtığı sanılmasın... Bu tür bağlantılardan kaçınırlardı.

Leicester Örlü Simon de Montfort, 1264 yılında İngiltere kralına baş kaldırmış, ordusunu alt etmiş, ülkenin yönetimini ele geçirmişti. Kimi baronların desteğini sağlayarak bir tür parlâmento bile kurmuştu. Prens Edward’ı tutuklatmıştı. Kral Henry III tahttan indirilmiş değildi ama eli kolu bağlı kalmış, hiçbir şey yapamaz durumdaydı.

İngiliz baronlardan çoğu, hatta daha önce Simon de Montfort’a destek vermiş olanlardan kimileri bile bu durumdan çok rahatsızdı. İngiltere bir çalkantı içindeydi; âdeta bir politik çıkmaza girmişti.

Tarih, her zaman olduğu gibi böyle sıkıntılı bir politik çıkmazın ardından ekonomik bunalımın geldiğini gösteriyordu.

Prens Edward hapisten kaçmayı başarmış, tahtı ele geçirmek için güç toplamaya başlamıştı. Edward’dan yana çıkan baronların maddî desteği yetmiyordu. Para bunun için gerekli olmuştu.

Bu örnek bize şunu gösterir:

Tapınakçılar, devletlerin iç politikasına da bulaşırdı. Hele bir ülkede ekonomik sıkıntı baş gösterdi mi, hemen bundan yararlanmanın çaresine bakarlardı. Fakat çöküntülerden, krizlerden ve kargaşadan hoşlanmazlardı. Her nerede olursa olsun, gerek politik gerekse ekonomik bakımdan tutarlı bir düzenden yanaydılar. Bunu kendi çıkarları doğrultusunda sağlayabilmek için ellerinden gelen her şeyi yapar, gerektiğinde kaba güç kullanmaktan bile geri kalmazlardı.

13. yüzyıl öncesinde, Avrupa’da ticaret çoğunlukla yerel ölçüde, yakın çevrede yapılırdı. Tek güvenli ulaşım yolu deniz olduğu için, limanlar gelişmişti ama denize bağlantısı olmayan kentler hemen hiç büyüyememişti.

Tapınakçıların sağladığı para transferi olanakları, karadaki ticarî etkinlikleri de canlandırdı. Bunun sonucunda, karada da kentleşme olgusu başladı.

Karadaki bu hareketlilik, iletişimi artırarak insanlar arasındaki bilgi alış verişini geliştirdi. Dolayısıyla, önceleri hep kendi çevrelerine kapanık olarak yaşamaya alışmış, bundan başka bir dünya olmadığını sanan halkın gözü açılmaya başladı. Kısa bir süre içinde tarihteki ilk kent burjuvazisinin temeli atıldı.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
4717 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 21, 2007, 02:29:56 öö
Gönderen: shemuel
Avrupa Hun İmparatorluğu

Başlatan Ittihatci Turkler

0 Yanıt
3494 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 06, 2007, 04:00:45 ös
Gönderen: Ittihatci
3 Yanıt
4713 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 08, 2008, 12:04:53 ös
Gönderen: Isis
ROMA İMPARATORLUĞU

Başlatan bilgiaçı Milletler Tarihi

1 Yanıt
4266 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 21, 2008, 08:09:20 ös
Gönderen: bilgiaçı
0 Yanıt
3000 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 01, 2009, 08:48:52 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
4858 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 29, 2009, 10:54:28 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
2674 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 01, 2010, 10:49:03 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
5148 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 30, 2010, 04:47:20 öö
Gönderen: Mozart
1 Yanıt
4137 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 30, 2013, 11:20:25 ös
Gönderen: smyrnali