Cagliostro, Londra’da çeşitli hastaları tedavi ediyor, güya doğudan özel olarak getirilmiş ilaçlar ile bir de gençlik iksiri satıyor, kendi tarzında sözüm ona alşimi deneylerinin yapıldığı seanslar düzenliyordu.
Bu etkinlikleri kimilerinin ilgisini çekti.
Masonluğun 18. yüzyıldaki tarihçesinde adı geçen, Fransa’daki Illuminati ile de bağlantısı olan Comte de Saint-Germain, Masonluğa girmesini sağladı.
«Bu Comte de Saint-Germain de kim?» diye soracak olursanız, o da bir başka şarlatan... Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu.
Masonluk!... Bu kurum Cagliostro için âdeta biçilmiş kaftandı. Localarda neler yapılmazdı ki!... Masonların birçoğu Eski Mısır gizemlerine meraklıydı.
Comte de Saint-Germain’in önerisiyle Fransa’ya geçti. 1777 yılında orada “Rite Egyptienne” (Mısır Riti) adını verip, kökenini Eski Mısır tarikatlarından aldığını ileri sürdüğü bir tür mason riti kurdu. Kimisi de bu ritin aslında Comte de Saint-Germain tarafından kurulduğunu, Cagliostro tarafından geliştirilip yaygınlaştırıldığını söyler.
Pek bir şey fark etmez.
Masonlar, bunun bir “mason riti” sayılıp sayılamayacağını akademik düzeyde hayli tartışmıştır. Çünkü Cagliostro’nun ölümünden sonra artık onun adıyla anılarak uygulamaları sürdürülmüş olan bu ritin öğretisi, baştan sona astroloji, büyü, manyetizma ve okültizm üzerine kuruluydu. Sadece örgütlenme tarzı bakımından Masonluğa benziyordu.
Cagliostro, başarılı sihirbazlık gösterileriyle Fransa Kralı 16. Louis’nin ilgisini çekti. Versailles Sarayı’nda konuk bile edildi. Ancak, 1785 yılında Kraliçe Marie-Antoinette’in çok değerli bir gerdanlığının çalınması olayında parmağı olduğu gerekçesiyle tutuklandı.
Altı ay hapis yattı. Sonunda suçu kanıtlanamadığı için bırakıldı. Daha sonra gerdanlığı kimin çaldığı ortaya çıktı ve Cagliostro’nun bu işin içinde olmadığı da anlaşıldı ama o, Fransa’yı çoktan ve kendisine sorarsanız, bir daha hiç dönmemek üzere terk etmişti.
Son durağı yine İtalya oldu.
Yıllardan beri bildiği ve yaptığı işi tuttu. Fakat şu kendi mason ritinin localarını İtalya’da da oluşturmaya kalkışınca, durup dururken başına iş aldı. Engizisyon tarafından hemen yakalanıp tutuklandı. Elbette, idam cezasını yedi.
Şansı son bir kez daha yaver gitti. Papa tarafından bağışlandı ve yaşamının geri kalan yıllarını kuzeyde, San Leo kalesinde tutsak olarak geçirdi. (İtalya’da Rimini yakınlarındaki bu kale, günümüzde “Cagliostro Kalesi” adıyla turistik bir nitelik taşıyor.)
Cagliostro’nun özetle verdiğim yaşam öyküsü, iki ayrı açıdan önem taşır.
Bunlardan birincisi; kimileri masonları ayırımsız olarak şeytani işler yapan çok kötü kişiler olarak görür ama masonların çoğu aslında suçlandıkları gibi değildir. Ancak, aralarında kimilerinin yaptığı işlerin Masonluğun ilkeleriyle hiç uyuşmadığı, Masonluğun yazılı ilkelerine bakılacak olursa, bu kuruma alınmamış bile olmaları gerektiği, öteki masonların ara sıra kaçınamadığı bu yanılgının zaman zaman kurumsal bakımdan Masonluğun adını da lekelediği, kötüye çıkardığı görülüyor. Cagliostro, bu tür masonların tarihteki tipik örneklerinden biri...
İkincisi ise, büyük bir sahtekâr ve şarlatan olmasına karşın, Masonlukta daha sonra “Manyetik Masonluk” adı verilmiş olan bir başka akımın yolunu açmış, âdeta öncülüğünü yapmış olması...
Bu “Manyetik Masonluk” konusu da aslında incelemeye değer; en azından Masonluğun tarihinde neler gelip geçmiş olduğuna ilişkin bir örnek daha görmek bakımından.